Burak Sarı Hakkında

E-posta Adresi:

1986 yılında Ankara’da doğdu. Profesyonel öğrencilik yaşamına Anadolu Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde devam etmektedir. 

Engelsiz Erişim Grubu’nun Ankara temsilciliğini yapmıştır. Müzikle yakından ilgilenmektedir. Bir dönem Grup Tepetaklak’ta bağlamacı olarak görev aldı. Farklı grup ve sanatçıların çalışmalarına bağlama, gitar, ney, flüt gibi enstrümanlarla katkı sundu. Müzikal çalışmalarına Grup Devinim’de devam etmektedir. Edebiyatla, sanat sepet işleriyle haşır neşir olmak ve tembellik hakkını sonuna kadar kullanmak en büyük keyiflerindendir. Halen Engelsiz Erişim Derneği ve değişik platformlarda faaliyetlerine devam etmektedir.

 

Yazara,

buraksari2014@gmail.com

e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.

 

Burak Sarı Tarafından Yazılan Yazılar


Acı nasıl anlatılır? Ya o acının katmerlediği dizginsiz öfke? Belki de anlatılamaz. Çünkü yaşananlar söze ihtiyaç duyulmayacak kadar yalın. Çünkü somut durum kendi kendini anlatıyor. Her gece bin bir kaygıyla bölünen uykumuz, bir telefon sesiyle bölünüyor o gece. Gece yarısı çalan kapının ve telefonun felaket habercisi olduğunu bilerek yetişmişiz. Korkuyla açılan telefondan deprem haberini alıyoruz. Sonrası acı, sonrası öfke. Uzmanların lokasyon vererek önlem alınması için yalvardığı noktada gerçekleşiyor felaket.


“Hastanenin avlusunda dulavrat otlarının, ısırganların ve yaban kenevirlerinin meydana getirdiği koca bir ormanla çevrili küçük bir pavyon vardır. Bu pavyonun çatısı paslanmış, bacası yarı yarıya yıkılmış, antresinin çürümüş basamaklarında otlar fışkırmış ve sıvalarından ancak izler kalmıştır. Pavyonun ön yüzü hastaneye; arka yüzü ise üzerine çiviler çakılmış gri renkli tahta perdeyle hastaneden ayrılan tarlaya bakar.


“Biliyor musun ne oldu? Görmeye başladım. 600 yıldır resim yapacağız diye göz nuru döküyoruz. Her şey bir optik sorunu. Sınırlarımızın farkında mıyız? Çizgi, renk, model, perspektif, gölge ya da geometri. İzlenim, form. Hepsi de gözle ilgili, sanki başka organlarımız yokmuş gibi.”

 


“Biliyor musun ne oldu? Görmeye başladım. 600 yıldır resim yapacağız diye göz nuru döküyoruz. Her şey bir optik sorunu. Sınırlarımızın farkında mıyız? Çizgi, renk, model, perspektif, gölge ya da geometri. İzlenim, form. Hepsi de gözle ilgili, sanki başka organlarımız yokmuş gibi.”

 


Yerde soğumaya yüz tutmuş minicik bir beden. Hiçbir şeyden habersiz yatıyor son uykusunda. Toprak umarsız serilmiş altında. Gökyüzü boş boş parıldıyor. Yerde yatan küçücük beden, toprak ve gökyüzü, kısacası sınır kentlerinde alışılagelmiş göçmen ölümleri. O anda bu duruma alışmamış olan tek kişi dikiliyor soğumakta olan bedenin başında. Belki yaşadığı şok acısını bastırıyor. Belki tek düşündüğü bir mezar yeri. Belki de duyduğu suçluluk hissi. Oysa onun bir suçu yoktu.


Yerde soğumaya yüz tutmuş minicik bir beden. Hiçbir şeyden habersiz yatıyor son uykusunda. Toprak umarsız serilmiş altında. Gökyüzü boş boş parıldıyor. Yerde yatan küçücük beden, toprak ve gökyüzü, kısacası sınır kentlerinde alışılagelmiş göçmen ölümleri. O anda bu duruma alışmamış olan tek kişi dikiliyor soğumakta olan bedenin başında. Belki yaşadığı şok acısını bastırıyor. Belki tek düşündüğü bir mezar yeri. Belki de duyduğu suçluluk hissi. Oysa onun bir suçu yoktu.


Hani gökyüzünün bir başka olduğu günler vardır. Vardı yani. Bulutların içlerini dökmesine yakın güzel bir gökyüzü ve sarhoş edici toprak kokusu. Tam aşık olunacak hava yani. Şarap kadehlerinizi ve yazıdan romantik cümleler aşırmak için not defterinizi yanınıza almanıza gerek yok. İsterdim bir aşk hikayesinin başlangıcını yazmak ama senin hikayeni yazacağım. Ya da benim. Anlatılan hepimizin hikayesi çünkü. Artık yazılarımda anlattığım konular kadar tekrar eder oldu benzer konular üzerine yazmaktan yakınmam. Ne yaparsın? Hayaller Çehov, gerçekler ada vapuru.… Devamını Oku...


Hiç kendinizi olmasa da olur gibi hissettiniz mi? Varlığı renk, yokluğu hayati değil. Para kazanmak amaçlı kurulmuş bir orkestradaki renk sazı. Flüt, klarnet, keman gibi. Yani hele bir temel sazlar (davul, bas, klavye) olsun da diğerlerini düşünürüz türünden. Oysa iyi bir müzisyenin en iyi bildiği şey, renk sazlarının da temel saz olduğu.

 


Yerde soğumaya yüz tutmuş minicik bir beden. Hiçbir şeyden habersiz yatıyor son uykusunda. Toprak umarsız serilmiş altında. Gökyüzü boş boş parıldıyor. Yerde yatan küçücük beden, toprak ve gökyüzü, kısacası sınır kentlerinde alışılagelmiş göçmen ölümleri. O anda bu duruma alışmamış olan tek kişi dikiliyor soğumakta olan bedenin başında. Belki yaşadığı şok acısını bastırıyor. Belki tek düşündüğü bir mezar yeri. Belki de duyduğu suçluluk hissi. Oysa onun bir suçu yoktu.


Yerde soğumaya yüz tutmuş minicik bir beden. Hiçbir şeyden habersiz yatıyor son uykusunda. Toprak umarsız serilmiş altında. Gökyüzü boş boş parıldıyor. Yerde yatan küçücük beden, toprak ve gökyüzü, kısacası sınır kentlerinde alışılagelmiş göçmen ölümleri. O anda bu duruma alışmamış olan tek kişi dikiliyor soğumakta olan bedenin başında. Belki yaşadığı şok acısını bastırıyor. Belki tek düşündüğü bir mezar yeri. Belki de duyduğu suçluluk hissi. Oysa onun bir suçu yoktu.


Sen kalemin kafası nasıl karışır bilir misin azizim? Gel sana anlatayım. Kalemin kafası karışır. Hem de öyle bir karışır ki konu konuya dolanır, cümle cümleye ulanır. Düğüm olur da çözülmez. Peki niye karışır kalemin kafası? Zihinden ve yürekten aynı anda binlerce duygu ve düşünce kendini dışa vurunca karışır. Yürek dizginlenemeyince, bilinç taşınca. 100. sayımız için klavye başına geçtiğimde benim de kalemim karıştı.


Burak: Merhaba sizleri kısaca tanıyabilir miyiz?

Linda: Ben Linda Nihan Lafçı, endüstri ürünleri tasarımcısı ve çocuk kitapları resimleyen bir illüstratörüm. Ankara’da doğdum, büyüdüm ancak dokuz sene kadar İstanbul’da yaşadım. Sonrasında Ankara’ya geri döndüm. Veysel ve Piaf on dört yıldır benimle sonra diğerleri geldi.


Gelecek geçmişin ayak izinden gelişir, hayallerine uzananlar onu nitelikli kılar. Nisan yazım kafamda şekillenmiş gibiydi. Bir anda zihnim karıştı. “Bizi yazmalıyım” dedim. Engelsiz Erişim’i. Bendeki Engelsiz Erişim’i. Yazayım da yıllar sonra birilerinin önüne düşsün. Heyecanımızın kıvılcımı yüreğine düşsün ki çağının ilerisine göz diksin.


Başlık kendini ele veriyor. Evet bu ay size bir hiçleştirmeyi anlatacağım. Okuyun, okutun. Özellikle yeti farklılığı olanların göbek adı haline gelen “şu” ve “o” nitelemeleri. Peki niye Burak, Gülcan, Nurşen… değiliz de şuyuz? Birey olmaktan “şu” olma sıfatına nasıl erişiyoruz? Cevap gayet açık. Kendi çizdiği normalin dışındakilere hoşgörü adı altındaki üsttenciliğiyle iyi davrandığını düşünen toplumun, hoşuna gitmeyen ilk davranışta ilgili kişiyi hiçleştirmesi. Yani sayfalarca yazıyla anlatmaya çalıştığımız sağlamcılığın somutlaşmış sonucu.… Devamını Oku...


Sanırım bir ekim ayı. 1994 yılı. Güzel bir hava. Okulun ilk başladığı zamanın kendine has bir güzelliği vardır. Tarif edilebilir mi bilmem. Bir yenilenme, bir hoşluk. İkinci sınıfa başlamıştım. İçimde garip bir mutlulukla yürüyordum körler okulunun bahçesinde. Bir ağlama sesi duydum. Sese yöneldim ve çarpıştık ağlayan kişiyle. Sesinden tanıdım. Ahmet’ti. Kardeşim, canım Ahmet. Neden ağladığını sordum. “Bir şey yok” dedi. Bir daha sordum “Annemi çok özledim” dedi. Belki de kardeşleşmemiz o zaman başladı. Bugün size Ahmet’i anlatmayacağım.


“Her koyun kendi bacağından asılır” çocukluğumuzdan beri kafamıza nakış nakış işlenmeye çalışılan korkunç bir deyim. Bizi yalnızlaştıran, ötekileştiren bireyciliğin bir cümlede özetlenmesi. “Sen farklısın, onlar gibi değilsin, sen özelsin, bireysel kariyerin için herkesi ve her şeyi çiğneyip geçmelisin, ötekileştirilmiş bile olsan başkalarını ötekileştirerek özel olduğunu hissetmelisin.” İşte o cümle tüm bunların ve fazlasının ete kemiğe bürünmesi.


Hangi şehir alır bizi? Hangi evin kapısından sığarız? Evlerimiz ne kadar dost? Şairin dizelerine döküldüğü gibi Bir dost evine gidip kahve içebilir miyiz? Evet, farkındayım. En insani şeyleri söylüyorum. 2021 yılında kim bunları yapamaz? Bu soruyu soran ya da sormayan herkesin bildikleriyle şöyle bir yüzleşmesi gerekiyor. Benim de bilmediğim bazı erişilebilirlik sorunları ile yüzleşmeme bir buluşma sebep oldu.


Üzerine binen ağırlıkla biraz daha sindi atıldığı köşede. Saatlerdir böyleydi işte. Üzerine farklı farklı kokan çeşitli cisimler atılıyordu. Baş döndürücü kalabalığın arasında tiksintiyle bakıp geçilen bir yığıntının arasında duruyordu öylece. Ara sıra gelip üzerine balgam fırlatanlar, öfkeden ve çaresizlikten bir tekme savurup gidenler, midesindeki boşluğu dolduracak bir şeyler arayanlar, ziyaret ediyordu içinde bulunduğu tepeciği. Buz kesen havanın kesici salvolarından bir nebze korunmaya çalışanlar, içlerinden çekip çıkardıklarıyla ateşler yakardı yanı başında… Devamını Oku...


Üzerine binen ağırlıkla biraz daha sindi atıldığı köşede. Saatlerdir böyleydi işte. Üzerine farklı farklı kokan çeşitli cisimler atılıyordu. Baş döndürücü kalabalığın arasında tiksintiyle bakıp geçilen bir yığıntının arasında duruyordu öylece. Ara sıra gelip üzerine balgam fırlatanlar, öfkeden ve çaresizlikten bir tekme savurup gidenler, midesindeki boşluğu dolduracak bir şeyler arayanlar, ziyaret ediyordu içinde bulunduğu tepeciği. Buz kesen havanın kesici salvolarından bir nebze korunmaya çalışanlar, içlerinden çekip çıkardıklarıyla ateşler yakardı yanı başında… Devamını Oku...