Toplam Okunma 0

Merhaba dostlar. Biliyorsunuz, bu sayı Dergimizin doğum gününe rastlıyor ve bizler bu sayıyla birlikte 8 yaşımızı bitiriyoruz. Çocukluktan çıkıp ergenliğe doğru ilerlerken, daha nice 80 yıllara diyor sevgili bebeğimize ve çok daha eşit, erişilebilir ve eşitlikçi günlerde yazılar paylaşmayı umuyoruz. Ben bu ay dergidaşlarımla röportaj yapmak istedim. Sevgili dergidaşlarımın hepsini aynı gün bir araya getirmek hayat koşuşturmasında mümkün olmadığı için üç ayrı günde yapabildim röportajları ve bu nedenle de üç ayrı bölüm halinde oluştu bu yazı. Önce Can Deniz Balkaya, Canan Çam Yücel, Gülcan Altun ve Nurşen Korkmaz’ın, ardından Burak Sarı ve Dilek Başar Aclan’ın, son olarak Meral Sözen’in röportajlarını okuyacaksınız bu satırlarda. Bakalım neler söylemişler.

 

Birinci Bölüm:

Sevgi Mart Göcen: Dergimizin sekizinci yılı için yapacağımız röportajla birlikteyiz. Kimler var burada? Nurşen Korkmaz var. Canan Çam Yücel var. Can Yücel var. Can Deniz Balkaya var. Gülcan Altun var ve ben varım Sevgi Mart Göcen. İlk sorum şu: EEEH Dergi’yle nasıl tanıştınız?

Can Deniz Balkaya: Liseden üniversiteye geçtiğim zamanlarda ilk duyuruyla, yok üniversiteye geçmemiştim ama o dönemlerdeydi. Üniversiteye geçiş dönemiydi. Son işte sınava hazırlanıyorduk falan. O dönemde şey, önce “Eeeh” gördüm. Kelimenin kısaltılmışı işte hayata “Eeeh” çekmek falan çok hoşuma gitti. Şey de uzun hali işte erişilebilir engelsiz hayatta hoşuma gitti. Bunun böylesine bir öfke çığlığı olarak seslendirilmesi çok hoştu. İlk burada kelimeden vurdu, tanıştım. Daha sonra farklı farklı yazılar okudukça sevdim. Öyle yani. Beni ama ilk vuran, etkileyen, devamlılığını sağlayan “Eeeh” kelimesiydi. Ya da oradaki öfke şeyiydi.

Sevgi Mart Göcen: Derginin adıyla etkilendin yani ve geldin aramıza. İyi ki geldin.

Can Deniz Balkaya: Teşekkür ederim.

Sevgi Mart Göcen: Canan’cığım.

Canan Çam Yücel: Benim EEEH Dergi’yle tanışmam aslında ben derginin başlangıç sürecinden itibaren derginin içinde olanlardan biriyim. Hep böyle bir Engelsiz Erişim Derneği’nin bir yayın organı olsun, bir dergi çıkaralım fikri vardı. Bundan sekiz yıl önce, o zaman Elif, Deniz falan da vardı ve hani bu dergi fikrini kesinleştirdikten sonra bir isim bulmaya çalışmıştık dergiye. İşte ne olsun? Ne olsun? Bir sürü herkes fikir attı ortaya ve en sonunda birisi “Eeeh yeeteer” dedi. Ben öyle hatırlıyorum yani en azından. İşte derginin adı “Eeeh” olsun hem de daha güzel bizim her zaman bahsettiğimiz eşit, erişilebilir, engelsiz bir hayat istiyoruz. Tam da yerine oturuyor gibi düşündük yani, çok tabii üzerinden sekiz yıl geçti. Ben de tam olarak anlatamıyor ya da hatırlayamıyor olabilirim ama tam da böyle gerçekleşti. Dolayısıyla o başlangıçtaki yazar kadrosunun içinde vardım. Dolayısıyla direkt derginin başlangıcından beri varım diyebilirim aslında.

Sevgi Mart Göcen: Anladım canım ne güzel. Nurşen’ciğim sen?

Nurşen Korkmaz: Ben EEEH Dergi’yle daha derneğin üyesi değilken tanışmıştım. Hem derneğin faaliyetlerini, etkinliklerini takip ediyordum bir yandan. Takip ederken bir yandan da dergiyi de görmüştüm ve derginin adı beni de çok etkilemişti. “Ne demek bu eeeh? Ne demek istiyorlar?” diye düşünmüştüm. Bana da çok çarpıcı gelmişti açılımına bakınca, ismine de bakınca çok yaratıcı bulmuştum. O gün bugündür de her sayıyı büyük bir ilgiyle takip ediyorum hatta merakla takip ediyorum.

Sevgi Mart Göcen: Evet sen de iyi ki tanışmışsın dergimizle ve iyi ki aramıza geldin. Gülcan, sen EEEH Dergi’yle nasıl tanıştın?

Gülcan Altun: Ben en başından beri hatta kuruluş aşamasında içinde olanlardanım ve hani bu isim koyma şeyini Canan’ın dediği gibi hatırlıyorum. “O mu olsun, bu mu olsun?” falan diye düşünürken, “Eeeh” dedik. Hatta Sevda, Engin’in eşi Sevda, o zaman duyduğunda şey demiş “O ne be?” demiş. “Yani içeriğiniz çok güzel, nereden çıktı bu?” diye. Ama sonra çok yakıştı dergiye adı. Öyle de kaldı. Güzel de oldu.

Sevgi Mart Göcen: Ben de dergiyle nasıl tanıştığımı anlatayım. Ben, Elif Emir Öksüz’ün bir yazısını görmüştüm. Ama onun öncesinde, mail gruplarında bir şey vardı. “Dergimizde yazar olmak ister misiniz?” diye bir davet vardı. Tam da o gün yine aynı gün, Elif’in bir yazısını görmüştüm. Eski editör ve yazarlarımızdan Elif Emir Öksüz’ün “Paraya Aşık Oldum” diye bir yazısını. Bir Kanada yolculuğunda işte Kanada Dolarlarının üzerindeki Braille şeyleri anlatıyordu. Sonra, “Aaa bu nasıl bir şeymiş? Ben de yazabilir miyim acaba dergide?” falan deyip bir derginin sayfasını falan karıştırmıştım. Sonra da mailden cevap yazdım “Ben yazar olmak istiyorum derginizde” diye. Sonra Elif’le Deniz benle bir röportaj yani bir konuşma yaptılar; röportaj değil. O zaman ikisi de Amerika’da yaşıyorlardı. İşte bir şekilde konuştuk onlarla ve sonra dergiye dahil oldum. İşte deneme sürecinden sonra da 2016’dan bu yana çok şükür ki derginin içindeyim. Yazıyorum, çiziyorum, tarihe not düşmeye çalışıyorum herkes gibi ben de. Peki, arkadaşlar ikinci sorum şu: Yazar olmaya nasıl karar verdiniz? Can Deniz’ciğim yine senden başlayalım.

Can Deniz Balkaya: Şimdi tabii dürüst mü Davranıyoruz? Yoksa biraz yalana kaçabilir miyiz?

Sevgi Mart Göcen: Dürüst dürüst tamamen dürüst.

Can Deniz Balkaya: Hadi ya o zaman kötü. O zaman kötü. Neyse dur. Aslında ben sadece en başta şey başlamıştım. Derginin teknik işlerini falan filan halletmeye gelmiştim.

Gülcan Altun: Can Deniz’inki biraz cebren olduğu için değil mi?

Can Deniz Balkaya: Evet ondan sonra üzerimde baskı, hile, şantaj bilumum ne kadar tehlikeli şey varsa hepsini uygulayarak bana bilişim köşesini, ben ve Ramazan’a verdiniz. Yazdım. Ama şöyle diyebilirim; bilişim köşesini yazdım ama şey çok zordu benim için her ay konu bulmak. Çünkü konu çok değişiyor. Bazen benim bilgisayarda o anda aktif olarak yaptığım şeyler derginin sayfasına uygun olmuyor. Ben bazen çok fazla bir şeyle uğraşmıyorum. Yeni bir şeyle uğraşmıyorum. Uğraşmamış oluyorum. Tanıtacak yeni bir şeyim olmuyor mesela falan filan. O yüzden çok zordu. Ama en çok belki istediğim, keyif aldığım yazı, IELTS süreciyle ilgili yazdığım yazıydı. Onu bilişim dışında yazmıştım ve o yüzden çok keyif almıştım. Bir de Q-Read bu yeni yazdığım yazı. Ondan çok keyif aldım. Çünkü uzun süredir kullanıyordum ve keyifli bir programdı ve hani herkesin faydalanmasını ya da herkesin hayatındaki kolaylaştırıcı olmasını istediğim için herkesin hayatını da kolaylaştırdığını bildiğim için o yüzden çok keyif aldım ki geri dönüşler falan filan da çok olumlu program hakkında. O yüzden güzel yani. Bilişim keyifli bir şey. Mesela gönül isterdi ki işte aydan aya çıkan bir yapı olmasaydık, kodlamayla ilgili şeyleri falan filan da buradan yazardım. Burayı bir blog gibi kullanabilirdim ama dediğim gibi aydan aya olduğu zaman çok arada kopukluk oluyor. Olmuyor o yüzden maalesef.

Sevgi Mart Göcen: Anladım. Teşekkür ederiz. Peki, Canan’cığım sen nasıl yazar olmaya karar verdin, seni motive eden neydi? Gerçi “Derginin başlangıç sürecinde zaten vardım” dedin ama oraya girmeye seni motive eden neydi? Nasıl yazar olmaya karar verdin? En azından onu paylaş bizimle.

Canan Çam Yücel: Ya aslında “Bu derneğin bir yayın organı olsun” fikrini ortaya attıktan sonra, özellikle işte Engin ve hani Elif, Deniz de bize eklendikten sonra, Gülcan da vardı o dönem. Sanırım Burak da vardı. Değil mi Gülcan? Yani bu şey, artık hepimiz böyle sanki hepimiz otomatik yazarlar olduk diye düşünüyorum. Çünkü zaten bu fikri istediğimizi hani benimsediğimizi ifade eden bir grup olarak artık doğrudan yazar kadrosunda olmuş olduk. Yani aslında yazar olmaya karar vermek gibi bir süreci yaşamadım ben kendi adıma. Hani direkt böyle bu oluşumu kuran grup olarak yazar kadrosunun içinde otomatik olarak yer alanlardan biri oldum. Ama ben sekiz yıldır kesintisiz olarak yazarlığa devam etmedim aslında dergide. İşte zaman zaman hayatın içinde belli aralıklar vermek zorunda kaldım dergi yazarlığına. Örneğin bir dönem evlendim. İşte düğün hazırlıkları sırasında bir ayrılmam gerekti. Daha sonra bir yüksek lisansa başladığım dönemde bir dönem yine ayrılmam gerekti. Ama benim için EEEH Dergi her zaman hayatımın bir yerinde olan bir yayın organıydı ve hala öyle. Yani gittiğim zaman sadece o benim açımdan bir ara vermekti ve dönebileceğim bir ortam vardı. Nihayetinde bugün de öyle yani. Yüksek lisanstan sonra döndükten sonra da hala yazı yazmaya devam ediyorum. Yani sürekliliği olan ama belli aralıkları olan bir yazarlık görevim vardı dergide diyebilirim.

Sevgi Mart Göcen: İyi ki yeniden aramızdasın sen de.

Canan Çam Yücel: Teşekkürler.

Sevgi Mart Göcen: Gülcan’cığım, sen neler söylemek istersin?

Gülcan Altun: Şöyle, benim yazarlığa başlamam aslında biraz şans gibi bir şey oldu. Ben dergiyi çıkarma fikri ortaya atıldığında, işte Engin, Deniz, Elif, Canan’ın dediği gibi Canan, Burak falan ilk toplantımızı yaptığımızda, Adem Abi falan vardı. Mürşide vardı. Başka kimler vardı şu an net hatırlamıyorum ama toplantımızı yaptığımızda işte dergi adı falan. Hani ne yazacağız? Böyle belli bir şeylerimiz olsun, konularımız olsun, köşelerimiz olsun. Eylem Yurtsever vardı galiba şu an aklıma geldi. Şeyden hatırlıyorum onu da mesela Eylem şey fikriyle gelmişti, çok da güzeldi; edebi eserlerde engellilik. Hani böyle bir köşe olsun. İşte veya engellilik mücadelesine damga vurmuş isimler olsun. Canan mesela Selen Özel’i anlatmıştı yanlış hatırlamıyorsam ilk sayılarımızdan bir tanesinde. Hani bir de şey olsun dediler sesli betimleme eleştirisi. Hani böyle sinema eleştirileri falan var ya dergilerin, gazetelerin falan. Öyle de bir köşe olsun. “Gülcan sen yazar mısın bunu?” Ben, yazarlık falan? Hatta ben şey demiştim “Ya böyle bir dergi oluşumu olduğunda ben ayak işlerine bakarım” falan. Hatta Engin “Ne yapacaksın? Çaycılık mı yapacaksın?” diye dalga geçmişti benimle. Ondan sonra “Öyle olur mu, olmaz mı?” falan derken, ilk sesli betimleme eleştirisi yapmakla girmiştim. Zaten nitekim çoğunlukla da bunu yazıyorum biliyorsunuz. Ama bunun dışında bazen öyle konular oldu ki üzerine bir şeyler yazdık, çizdik, arkadaşlar beğendiler “Yayınlayalım bunu böyle” falan dedik. Değişik konular da oldu ama çoğunlukla misyonum öyle kaldı sesli betimleme eleştirisi. Güzel de oldu. benimki de böyle başladı diyebiliriz.

Sevgi Mart Göcen: Teşekkür ederim canım. Nurşen’ciğim sen neler söylemek istersin? Sen dergimizin taze kanlarındansın.

Nurşen Korkmaz: Evet, ben daha çok yeniyim. Hatta Aralık ayında bir yıllık yazar oldum.

Sevgi Mart Göcen: Evet, Nurşen dergimizin taze kanlarından ama pardon canım sözünü kestim, her ay daha böyle derginin yeni sayısının yayınlandığının ertesi günü yazısını gönderip hepimizi strese sokan da bir arkadaşımız. Çalışkan taze kanlardan. Öyle onu paylaşmak istedim.

Nurşen Korkmaz: Teşekkür ederim. Nasıl yazar olmaya karar verdim? Ben her yazıyı okuduğumda, hep gerçekten de büyük bir hayranlıkla okuyordum. “Ne kadar güzel ifade etmişler. İşte benzer şeyi ben de yaşamıştım; şu da benim başıma gelmişti” ya da “Haa evet, işin bu boyutuyla da düşünmek lazım” diyerek, çok okumuştum yazıları. Hatta bazen kendimce açıp bir şeyler karalamaya çalışıyordum ama hiçbir zaman beğenmiyordum, beğenmeyip siliyordum. “Olmuyor” diyordum. “Ben yapamıyorum.” En iyisi okuyum. Ama bir gün özellikle duygu yoğunluğunun daha çok olduğu zamanlar oluyor herhalde bu; yine başlamıştım yazmaya, yine göndermedim. Sonra o konu üzerine Gülcan beni aramıştı. Hatta şeydi, sesli betimlemeli bale. O etkinliğe ben de katılmıştım ve çok da beğenerek izlediğim bir şeydi, programdı. Gülcan beni aramıştı, “O etkinliğin içinde birebir olan birinin yazması daha iyi olur. Yazmak ister misin, dergimize köşesine taşımak istiyoruz bunu” demişti. Beni tabii aldı bir stres. Hem yazmak istiyorum ama nasıl işin içinden çıkacağım? Hep kendimce yazmaya çalışıyorum ama hiç beğenmem silerim falan o kafayla. Öyle böyle, Gülcan’ın da o zaman bayağı bir önerisi, düzeltmesi ve benzeri şeyleri oldu sağ olsun. İlk yazı öyle çıktı. Onun verdiği motivasyonla, o ara yaşadığım bir olay vardı. Hemen onu da yazdım gönderdim. Hatta “Gaza geldim bir yazı daha” dedim, Gülcan’a gönderdim ama tüm dergi ekibinin okuduğunu bilmiyorum o zaman. Tüm dergi ekibinin okuduğunu da duyunca “Aman Allah’ım” deyip kendim de utanmıştım. Ben sadece Gülcan’a göndermiştim diye. Sonrasında, yani yazma hevesi hep vardı ama hiçbir zaman üstesinden gelemediğimi düşünüyordum. Sonrasında özellikle Burak ve Gülcan da sürekli söylüyorlardı “Neden kadroya katılmıyorsun? Niye yazmıyorsun? Niye olmasın ki?” derken sonuçta kendimi derginin içinde buldum. İyi ki de bulmuşum. O günden sonra daha böyle etrafımda gözlem yapar hale geldiğimi ve beni de çok geliştirdiğini düşünüyorum.

Sevgi Mart Göcen: Evet, iyi ki de bulmuşun dergimizin içinde kendini. Gerçekten ne kadar güzel yazılar yazdığını da zaten bizi takip eden herkes de biliyor; çok içten, çok güzel yazılar yazdığını iyi ki de geldin aramıza. Senin dergi yazarı olmayı kabul ettiğin yani “Tamam dergide olayım” dediğin gün Burak bizim ortak WhatsApp grubuna direkt şey yazmıştı “Nurşen’i ikna ettim, dergiye geliyor” diye mesaj atmıştı. Ben de çok mutlu olmuştum o zaman. Tabii hepimiz de çok mutlu olmuştuk “Aaa yaşasın Nurşen de geliyor” falan diye. Böyle güzeldi. Ben de nasıl yazar olmaya karar verdim? Yani dediğim gibi biraz önce de anlatmıştım. O mailde gördüğüm davet üzerine “Acaba yapabilir miyim?” diye geçmiş yazıları okuyunca, o bir şeyler söylemek fikri, tarihe not düşmek fikri bana çok heyecan verici geldi. Yani evet belki birçok insanın kafasındaki sabit fikri bir şekilde tüm insanların kafasındaki sabit fikri bir sihirli değnek gibi değiştirme şansımız yoktu ama en azından ulaştığımız insanlarda bir ışık yakabiliriz düşüncesi uyandı bende. Ve şey hani o tarihe not düşme heyecanı, yaşadığın şeyler üzerine bir şeyler söyleyebilme, yazabilme, söz söyleyebilme heyecanı beni motive etti ve işte ben de derginin içinde buldum kendimi. Ve son soru da şöyle arkadaşlar: Yazılarınızı yazarken sizi en çok motive eden şey ne? Ve dergide bu zamana kadar yayınlanan yazılar arasında “Ya iyi ki bunu okumuşum, çok seviyorum o yazıyı” dediğiniz bir yazı var mı? Can Deniz?

Can Deniz Balkaya: Beni motive eden şey aslında yani söyledim biraz önce. Yani dediğim gibi başka insanların hayatını kolaylaştırmak, onlara dokunmak ya da olumlu bir etkide bulunduğumu hissetmek. Bu güzel bir şey hem bilişim için hem yazdığım o IELTS yazısı için geçerli. Çünkü işte insanlar eğitim alıp hayatlarına bir katkıda bulundular. İşte atıyorum kontrol redranır anlattım, insanlar o dönemlerde gruplarda ücretsiz bir şekilde Youtube’dan bir şeyler indirmeye çalışıyorlardı, onların hayatına ekstra bir katkıda bulundum. Sonra gerçi uygulama biraz çöktü gibi oldu ama. “Dergide iyi ki okudum” dediğim yazı, yani nasıl diyeyim, geçmişten bugüne kadar çok var. Üstelik hani ben lise dönemindeydim. Liseden üniversiteye geçiyordum; sınava hazırlanıyordum falan. Tam o şeyin ergenlikten sonra artık karakterin oturmaya başladığı dönemlerde, o yüzden derginin düşünüş biçimimde önemli bir etkisi oldu. burada spesifik olarak yazı ismi veremem ama derginin genel çizgisini hayatıma bir şekilde işte üniversitenin üçüncü sınıfına kadar falan oturttuğumu düşünüyorum. Dergi olmasaydı, bunu oturtmam, yine oturttum illaki, ama çok geç olurdu. O yüzden bir şey söyleyemeyeceğim. Ama spesifik bir yazı istiyorsanız benden, çok spesifik bir yazı istiyorsanız, belki şeyi söyleyebilirim; üniversitede işte bilim istatistik bilmem ne onlarla uğraşıyorken, Engin Abi’nin bilimsel verilerle araştırma yazıları gibi bir şeyleri vardı ya bir konsepti vardı ya o sıralarda.

Sevgi Mart Göcen: Evet.

Can Deniz Balkaya: Orada yazdığı araştırma yazıları ya da işte karşılaştırmalı işte “Amerika’da şöyle oluyor, böyle oluyor” gibi yazıları falan benim için çok keyifliydi. Çünkü orada şeyi görüyordum; alıntılama yapmış, kaynak tarama falan bilimsel yazı. Üniversitede mantık buydu yani bizde.

Sevgi Mart Göcen: Anladım. Peki, teşekkür ederiz Can Deniz’ciğim. Canan’cığım?

Canan Çam Yücel: Ya ben biliyorsunuz dergide genellikle daha çok eğitim içerikli yazılar yazıyorum ya da bazen toplumsal farkındalık üzerine ama çoğunlukla eğitim. Yani okul öncesi eğitim lisansım gereği ya da uzun yıllardır çalışma deneyimimden ötürü özel eğitim; bağımsız hareket eğitimi gibi ya da eğitim hakkı üzerine böyle eğitim çerçeveli yazılar yazıyorum. Ve bu benim hani sadece gerçekten sadece lisansım değil de çalışma alanı olarak da beni çok motive eden bir alan. Yani yaşam biçimim haline geldiği için burası benim kendimi özgürce ifade edebildiğim belki de tek platform gibi geliyor bana. O yüzden aslında burada yazdığım her yazı beni motive ediyor. Onu söyleyebilirim. Yani dergide özgür olmak ve orada bana ait bir alanın bir köşenin olduğunu bilmek; illa bunun adı eğitim köşesi değil ama hani genellikle istediğim alanda, istediğim şekilde, herhangi bir sınırlandırmaya maruz kalmadan yazabildiğim için motive oluyorum aslında. Bunu söyleyebilirim. Açıkçası belirgin bir yazı başlığı ben de veremeyeceğim. Çünkü o konuda çok hafızama güvenmiyorum. Yani isim olarak hatırlayıp söyleyemem şu anda ama beni aslında herkesin yazıları ayrı ayrı doyuruyor. Mesela Engin’in yazılarındaki akademik bakış açısı; Elif’le Deniz’in hem akademik tecrübeleri hem yurtdışı deneyimlerini yansıtmaları; işte Meral’in üslubu, dili; Burak’ın aynı şekilde yaratıcılığı; işte Sevgi’nin yani Gülcan’ın sesli betimlemeleri; Sevgi’nin yazdığı yazılar. Yani herkesin ya da aramıza yeni katılan Nurşen, Dilek ebeveynlik üzerine yazdığı yazılar. Ben herkesin yazılarının bana ayrı ayrı şeyler kattığını düşünüyorum. Ama doğrudan “Şu yazı benim için çok çarpıcı oldu” diyebileceğim mutlaka vardır ama şu anda isim olarak söyleyemiyorum. Ama burada şunu söyleyebilirim; yazarken ve okurken doyum alıyorum. Çünkü ben, biz Gülcan’la da özellikle son yıllarda yazım denetimini üslendiğimiz için herkesin yazısını belki kelimesi kelimesine değil de harfi harfine okumak durumunda da kalıyoruz. Ve dolayısıyla onu içine sindirebilecek vaktim çok fazla oluyor. Ve hepsinin benim açımdan ayrı bir doyuruculuğu var. O yüzden burada olmaktan genel olarak çok mutluyum. Yani benim hayata motive olmamı da sağlayan bir ekip var burada.

Sevgi Mart Göcen: Çok teşekkür ederiz Canan’cığım. Gerçekten Gülcan’la sana o konuda ayrıca teşekkür ederiz. Yani bir yazıyı alıp tek tek editöryel denetimden geçirmek hakikaten kolay bir iş değil. emeklerinize sağlık.

Canan Çam Yücel: Biz teşekkür ederiz.

Sevgi Mart Göcen: Gülcan’cığım?

Gülcan Altun: Ben demin söylemeyi unuttum. Şunu söyleyeyim, Can Deniz’ciğim “Kodlama eğitimi yazamam, yazılmaz” gibi bir yaklaşıma girdin ama bence gayet güzel yazılabilir. Bak Canan ne güzel seri halinde yazdı; üstelik kitap bile oldu. seninki de öyle bir şey olabilirdi; kabul etmiyorum. Soruya gelince, beni motive eden, ben EEEH Dergi’yi veya üzerime aldığım herhangi bir işi ama bunlar içerisinde EEEH Dergi’nin yeri çok başka. Bir sorumluluk olduğunu düşünüyorum. Yani üzerimize bir misyon aldığımızı ve bunu devam ettirmemiz gerektiğini düşünüyorum. Ve her ay her sayı çıktığında, bir “Ooh” rahatlaması oluyor. Yani hani başardık, bu sayıyı çıkardık. Senin de ifade ettiğin gibi Sevgi, tarihe bir not daha düştük yaklaşımı oluyor. Bazen tekrara düştüğümüz olabiliyor. Ama ne yazık ki engellilik, yeti farklı kişiler olarak yaşadığımız sorunların çoğu aynı ve ortak ve bunu dillendirmek ve farklı kalemlerden, farklı bakış açılarıyla, farklı örneklerle her seferinde yeniden ortaya koyuyoruz. Dilerim bir gün gelir ve bunları artık yaşamayız. Ve bizden sonra gelecek insanlar derler ki “Vay be! Neler yaşıyormuş bizim körler falan veya yeti farklılar” derler umarım bir gün. Beni motive eden işin açıkçası bu sorumluluk duygusu. Şeye gelince, benim için çok farklı bir yazı; Eylem’in kalemini de severim, hala severim; “Kabus.” Yani vazgeçemediğim yazılardan biridir. Hangi sayıydı hatırlamıyorum. Çok eskide kalmış bir yazı ama güncelliğini bence hala koruyan bir yazı. Eylem Yurtsever’in “Kabus” yazısı. Bunun dışında elbetteki Meral’in edebiyat değerlendirmeleri; senin, bana çok benzettiğim yaşadığın sıkıntıları tokatlar gibi ifade etmen; Nurşen’in sıkıntılarına rağmen, yaşadığı strese rağmen, incelikli ifadesi; Burak’ın farklı bakış açısı, değişik ifade tarzı; Canan’ın eğitim yazıları ki herbirinden eğitim anlamında besleniyoruz gibi gibi. Hepimizin ayrı bir bakış açısı ve ifade tarzı var. Engin’in farklı, akademik bakış açısı. Elif ve Deniz’in hala güncelliğini koruyan güzel yazıları; ayrıca konuk yazılarımızdan da hani böyle çok güzel hepsi birbirinden güzel de ama böyle çok güzel olanları da var. Dilek’in hani böyle yaşadığı; nasıl desem ki hani böyle yaşanmışlıkların günlük tadındaki ifadelerini, Dilek bunu çok güzel yansıtıyor. Bilişim köşesinden yine beslendiklerimiz var gibi gibi. Ama “Kabus” bunların arasında farklı bana göre.

Sevgi Mart Göcen: Peki, teşekkür ederiz canım. Nurşen’ciğim?

Nurşen Korkmaz: Evet, beni motive eden şey ne? Aslında beni motive eden şey bu ekibin bir parçası olmak. Bu ekibin sıcaklığı, çalışma ortamı, dostluğu gerçekten bunların tümü hem “Hadi artık yazılarımızı hazırlayalım” Deyip hem de “Şu yetişti mi? Bu kaldı mı?” heyecanı, o çalışma heyecanı da beni çok motive ediyor. Başka bir şey de sizin de söylediğiniz gibi benim için de çok büyük bir etken motivasyon kaynağım olmasında, tarihe not düşmek. Arkamızı dönüp baktığımızda, orada bir şeylerin olması; bize dair bir şeylerin olması, sana dair bir şeylerin olması mesela dergimize dair izlerin olması ve kalıcı olması beni çok motive ediyor. Her yazdığım yazı beni motive ediyor bir sonraki için “Yine yazmalıyım” heyecanını taşıtıyor bana. Hangi yazı? Aslında benim için de her bir yazarın yazısı ayrı bir değerli. Herkesin kalemi farklı, yazım tarzı farklı ve her birinin ayrı bir çarpıcılığı, zihnimde düşündürdükleri var. En eskilere gidersek işte, Adem Abi’nin böyle yurtdışı gezilerini yazdığı yazıları vardı. Bir tane işte gemi gezisi, deniz gezintisi yapmıştı sanırım öyle bir yazısı vardı. İsmini hatırlamıyorum. Çok etkileyici gelmişti. Meral’in yazılarının pek çoğu hep zihnimde kalır ve “Hım buna Meral de değinmişti” derim bir şeyler olduğunda. Meral’le Burak’ın ortaklaşa yazdığı bir yazı, ismini hatırlamıyorum ama şu an düşündüğümde beni etkileyen yazılardan biri. Sevgi senin yazıların gerçekten “Ne kadar da güzel ifade ediyor” dediğim yazılardan. Gülcan’ın özellikle de sesli betimleme eleştirileri, benim sesli betimlemeleri yapıtları daha dikkatli izlememi sağlayan yazılar hem de gerçekten çarpıcı. Bilişimcilerin yazdığı yazılar, ben kendime kaynak olarak, elimin altında sakladığım yazılar; “Lazım oldukça bakarım, şurda dursun” diye. Yakın zamanda hatta Drive’ı indirdim, oradan bakarak yaptım. Direkt kaynakça gibi yani benim o işleri yapmamda. Canan’ın yazıları her biri çok geliştirici ve kendi hayatımızda da hem çocuklarımızda yetiştirmekte hem başkalarıyla bu tür konular açıldığında yararlandığımız bilgilerin olduğu çok güzel yazılar. Şu an aklıma gelenler bunlar ama gerçekten de ha işte Engin’in öyle yazıları, o akademik dili, o sağlamcılıklı yazıları gerçekten de insanı besleyen, zihnini geliştiren yazılar. Her biri de bir diğerinden daha az değerli değil. her birini de okuma çok keyifli ve her birinde de mutlaka çarpıcı şeyler var aslında.

Sevgi Mart Göcen: Teşekkür ederiz Nurşen’ciğim. Sağ olasın. Ben de kendi motivasyonumu paylaşayım arkadaşlar. Ben de öncelikle Canan’ın da söylediği gibi istediklerimi özgürce ifade edebileceğimi bildiğim bir alanda yazmak beni çok motive ediyor. Tabii ki sizler en büyük motivasyon kaynaklarımdan birisiniz, dostluğunuz, samimiyetiniz. İşte tabii dergimiz okurlarına o dergi ulaşana kadar, o WhatsApp grubunda, mail grubundaki yazışmalar. Yani keşke mümkün olabilse de onları sizlerle paylaşabilsek. Bir yandan eğlenceli ama bir yandan da yetişecek mi? Her şey yolunda gidecek mi? Olacak mı? Bitecek mi? “Aa o da yazısını göndermiş, dur bakayım” heyecanları gerçekten çok motive edici. Çünkü o dergiyi hazırlamak, o heyecanı hissetmek, o her anına tanıklık etmek başlı başına bir motivasyon kaynağı ve yazıyı gönderdikten sonra da “Ay bakalım ne diyecekler? Kim ne demiş? Kesin Burak bir kulp bulmuştur. Orasına mı bir şey taktılar ya da aaa çok beğendi arkadaşlarım demek ki güzel yazmışım” Motivasyonu ve tabii ki gerçekten tarihe not düşmek kısmını ben çok önemsiyorum. Çünkü belki bundan yüz yıl sonra iki yüz yıl sonra birileri bu dergiye ulaşacak, bulacak ve umarım iki yüz yıl sonra hala bu dergi yaşıyor olur ama bu sorunları konuşmuyor olurlar artık. Artık bizim yazılarımız inceleyip “Hım, bak geçmişte bunlar da varmış ama artık bunları aştık” mutluluğunu yaşıyor olurlar bizden sonraki nesiller. Tüm bunlar da beni çok motive ediyor. Dergiden aklımda kalan bana böyle çok aslında “aaa ben de burada yazmalıyım” dedirten yazılardan birisi işte biraz önce söylediğim gibi Elif’in yazısıydı. Bir de sanırım Deniz’indi, umarım yanlış hatırlamıyorumdur, Türkiye’de kıyafet alırken karşılaştığı, o izinsiz özel alana müdahale normalcilik kalıbının mağaza görevlilerine yansımasının izdüşümünü anlattığı bir yazı vardı. O ikisi beni çok etkiledi ve “Ben de burada olmalıyım, bir şeyler söylemeliyim”e getirdi beni. Ama gerçekten herkesin yazısı çok kıymetli. Canan’ın yazıları harika, bilişim köşesi çok değerli, Nurşen’in paylaşımları çok değerli, Gülcan’cığımın gerek tarifleri gerek sesli betimleme yazıları çok değerli. Bütün yazılar gerçekten çok özel, çok değerli. Çok iyi bir iş yapıyoruz bence. Ben de bunları söyleyeyim.

İkinci Bölüm:

Sevgi Mart Göcen: Arkadaşlar, ilk sorumu soruyorum size; EEEH Dergiyle nasıl tanıştınız? Yani dergiyle ilk tanışma anınız neydi? Bir yazı mıydı? Ya da bir yerlerde mi gördünüz? Nasıl tanıştınız? Burak önce senden başlayalım.

Burak Sarı: Vallaha ben tanışmadım ki yani direk elime doğdu. Yani şey hani derginin kurucularından biriyim. Yani tanışmam aslında şöyle desek belki daha doğru olur. Aynı hayali paylaştığımız insanlarla hayallerimizin örtüştüğünü anladığım andan itibaren tanışıyorum desem doğru olur herhalde.

Sevgi Mart Göcen: Vay! Tam Burak’a yakışır bir cevap oldu bu. Dilek’çiğim sen nasıl tanıştın ilk dergimizle.

Dilek Başar Açlan: Vallaha ben dergiyle tam olarak tanıştığım zamanı hatırlayamıyorum ama sanırım ilk sayısının falan çıktığı zamanlardı. Mail grubundan ya da sosyal medyadan yani oralardan bir yerden gördüğümü hatırlıyorum. Hani zaten dernekle veya dergiyle uzaktan yakından hiçbir alakam bile yoktu. Engelsiz Erişim Derneğini ya da dergiyi hiç bilmiyordum bile. Ama sosyal medyadan falan görmüştüm. Yani dergiyle o şekilde tanıştım. İlk yazıları falan okumaya başladım. Falan filan. Biraz daha uzatıyım mı?

Sevgi Mart Göcen: Yani sen bilirsin ama şey benim bu soruyla ilgili şey böyleydi. Hani ilk tanışma hikayeniz falan var mıydı? Diye sormuştum.

Dilek Başar Açlan: Yani aslında şey yok da düşünüyorum mesela. Çok eski zaman olduğu için unuttum maalesef. Yani tam olarak önüme nasıl gelmişti. Ben ilk olarak sosyal medyadan falan geldiğini hatırlıyorum. İşte orada editörlerin isimlerini falan görünce, ben şey sanmıştım; yani yazıları falan herkes yazıyor ama beni o girişteki giriş yazısı çok etkilemişti. Genelde mesela ilk sayılarda takip ederken, giriş yazıları çok ilgimi çekiyordu. “Nasıl yazıyorlar ya bu insanlar? Oturup onu” beni çok heyecanlandırmıştı. O şekilde ben dergiyle tanıştım.

Sevgi Mart Göcen: Peki, yazar olmaya nasıl karar verdiniz? Yani Burak, sen “Dergi elime doğdu” dedin ama fikir ortaya çıkar çıkmaz yazar olmayı düşündün mü? Yoksa sonradan dergi ekibi “Burak sen de yazmalısın” falan mı dedi? Nasıl yazar olmaya karar verdiniz dergide? Yine senden başlayalım Burak.

Burak Sarı: Zaten ben yazıyordum. Yani daha önceden de yazılarımın çeşitli yerlerde yayınlandığı olmuştu. Zaten yazı yazmak fikri aklımda vardı ve ilk sayıdan itibaren yazmaya başladım ben. Hatta ilk sayıdaki yazımın başlığını bile hatırlıyorum “Ayrımcılıkta Engel Yok”tu yazının başlığı. Yani şu anda her ay yazmaya çalışıyorum. Pek aksamıyor. İşte dergi iki üç yaşlarındayken falan belli yoğunluklarımdan falan çok sık yazamıyordum ama o zaman sürekli teknik alan benim üzerimdeydi zaten. Hani web sorumluluğu vesaire. Onları hiç aksatmadım diyebilirim. Daha sonradan yeni gelen gençlere bırakana kadar. Bu arada bir nesli büyütmüş olduk tabi. Dergimiz bu şekilde.

Sevgi Mart Göcen: Evet, kesinlikle aynen. Dilek’çiğim sen nasıl yazar olmaya karar verdin?

Dilek Başar Açlan: Benim yazar olmak gibi bir düşüncem yoktu dergide, aslında. Yani içimde vardı böyle bir istek ama yapamayacağımı ya da “Olmaz” falan deyip, öyle geçiştiriyordum. Dergiye, işte bir ara Burak’ın falan çok yoğun olduğu bir dönemde bir şekilde takviye destek lazımdı. O zaman dergi ekibine dahil olmuştuk yine işte ben sosyal medya kısmında destek vermek için gelmiştim. Sonra baktım böyle her ay birilerinden yazılar bekleniyor. “Sen ne yazdın bu ay?” falan bir şeyler söyleniyor. Ben de bir gün Samsun’a gidiyordum. Otobüsteydik; yolculuk yapıyorduk o günde yaşadığım evet o gün yaşadığım bir olay vardı. Zaten ilk yazım da onunla ilgiliydi. Yani bir şey yapmadım aslında. Birden parmaklarımdan dökülüverdi. O kelimeler. Öyle söyleyeyim. Böyle yazmaya başladım, telefonumu elime alıp. Bir de baktım sonuna gelmişim. Böylece ilk yazımı yazmıştım. Sonra işte sizlere gönderdim, beğendiniz sağ olun hepiniz. Öyle iki üç derken; zaten üç yazı yazınca yazar olunuyor. “Olur mu ki?” diye yola çıkmıştım.

Burak Sarı: Sevgi bir şey söyleyebilir miyim? Şimdi Dilek “Telefonumu elime aldım” dedi ya yani bir anda derginin ne kadar yaşlandığını hissettim. Çünkü, biz o zaman iPhone’lar bile yeni yeni kullanılmaya başlamıştı. Telefonda yazı yazmayı bırak

Sevgi Mart Göcen: Hele Braille yazmayı.

Burak Sarı: bilgisayarla yazıyorduk. Aynen.

Sevgi Mart Göcen: Ama dergimizin de böyle bir özelliği var. Yani içine aldığımızı yazar yapıyoruz. Böyle içine girdiği zaman, o akıma kapılıyor dergimize giren.

Dilek Başar Açlan: Evet doğalından oldu gerçekten.

Sevgi Mart Göcen: Doğal süreçte akıyor. Peki, son sorum da şöyle arkadaşlar; yazılarınızı yazarken sizi motive eden şeyler neler oluyor? Ve dergide “Hiç unutamadım” ya da “Beni çok etkiledi” dediğiniz bir yazı var mı? Burak, yine senden başlayalım.

Burak Sarı: Yani motive eden şey, hayatın ta kendisi aslında. Yani bu genelde üretim açısından da böyledir. Sanatsal üretim, edebi üretim. Zaten aslında sanatçıyı ya da ne bileyim yazarı, bir şekilde üreten insanı zaten üretken kılan şey, çevresindekini, çevresinde yaşananları, hayatın ona getirdiklerini, gözlemlediklerini iyi bir şekilde algılamak ve onu düzgün bir şekilde kendi alanında üretime dökmektir. Bu nedenle zaten hani biraz daha seçici, alıcı gözle çevresini gözlemleyen ve gördüklerini kendi bilinciyle harmanlayan herkes bence yazabilir. Bu bağlamda her şey diyebilirim. Beni her şey motive edebilir. Dergide en unutamadığım diyebileceğim yazar ya da yazı. Bu soruya cevap vermek çok zor çünkü, o kadar çok fazla ki. Yani bu derginin zaten şeyi benim için çok farklı yani buradaki paylaşım ortamı, bu toplamın beraber üretmesi; bir şeyleri paylaşması; başlı başına kıymetli. Şimdi bu kolektifin içerisinde nasıl birisi daha az birisi daha çok diyebilirim ki. Bunun adil olacağını düşünmüyorum. Yani mutlaka hani daha çok sevdiğimiz, kalemini daha çok sevdiğimiz yazarlar mutlaka vardır ama ben bu bağlamda biraz daha ortayolcu bir cevap vereceğim. Çünkü gerçekten seviyorum yani derginin bütün üretimlerini.

Sevgi Mart Göcen: Teşekkür ederiz. Dilek’çiğim.

Dilek Başar Açlan: Beni motive eden aslında ilk bağımsız hareketle ilgili yazmıştım. Daha çok çocuğumdu, öyle söyleyeyim. Motive kaynağım. Onunla ilgili birlikte yaşadığımız, onunla deneyimlediğim şeyleri başka birilerine aktarmak; hani benim için anlatılmaz bir mutluluk. En azından şöyle düşünüyorum hani belki çocuğumla ilgili bir şeyleri paylaşırken, ben de hiçbirini bilmiyordum. Ama bunlara ihtiyacım vardı. Şimdi bunları da bilmeyen birileri var ve ben de bir şekilde bunları en ince ayrıntısına kadar elimden geldiğince anlatmaya çalışmalıyım, yazmaya çalışmalıyımki insanlar okuduğunda anlayabilsin. Ama daha mesela anlaşılabilir bir dilde yazmaya çalışıyorum. Benim dilim biraz daha sade. Bunu zaten yazılarımdan da anlar herkes. Onun haricinde aslında beni de motive eden çok şey var ama ben bir türlü onlarla ilgili ne yazsam diye konu bulamadığım için öyle kalıyorum. Çok şey oluyor motive eden.

Sevgi Mart Göcen: Senin var mı? Dergimizde unutamadığın bir yazı “Bu beni çok etkilemişti.” Dediğin bir yazı.

Dilek Başar Açlan: Ya bende açıkçası Burak gibi düşünüyorum. Ben şu yazı ya da bu yazı diye ayrım yapmanın çok zor olacağını düşünüyorum. Çünkü, ben bütün yazıların, hepimiz için okuuduğumda ya benim mesela hepsinden çok etkilendiğimi düşünüyorum. Hepsinden bir şekilde etkilendiğim zamanlar olmuştur. Böyle “Hımm” dediğim şeyler olmuştur çoğu zaman. Yani illa yani yine de bir tane söyleyin derseniz; etkilenme babında şunu söyleyebilirim. O da yakın bir zamanda olduğu için biraz eskileri unutuyorum ilginç bir şekilde. Sadece şu İşte Sağlamcılık O Demek yazısını okuduğumda niye bilmiyorum ama orada ben ağlamıştım. Hani ilginç bir şekilde. Hani genellikle bütün yazıları okuduğumda çok etkileniyorum ama o bir farklıydı. Muhtemelen “Ay evet ya bunu da yaşıyoruz. “Ay gerçekten ya buda var.” Deyip, ama orda Yelda’nın da biraz daha onu duygusal okumasından mı? Onu bilmiyorum. Orada gözlerimden yaş aktığını hatırlıyorum.

Sevgi Mart Göcen: Peki, çok teşekkür ederim her ikinize de.

Üçüncü Bölüm:

Sevgi Mart Göcen: Meral’ciğim, ilk sorum şöyle canım. EEEH Dergiyle ne zaman tanıştın.

Meral Sözen: EEEH. Dergiyle 2015 ya da 2014’te tanıştım. Bir e-posta grubunda “Yeni sayımız çıktı” falan gibi bir duyuru gelmişti. Ben de çok da beklentisiz bir şekilde açmıştım. Dergi işte ne olabilirki falan diye. Bir iki yazı okuduktan sonra bunun başka bir dergi olduğunu fark ettim. Sonra zaten kısa bir süre düzenli okuduktan sonra, kendimi içinde buldum.

Sevgi Mart Göcen: Anladım çok teşekkür ederim canım. Peki, yazar olmaya nasıl karar verdin.

Meral Sözen: Yazar olmaya aslında, öncelikle hani yakın hissettiğim için yazarıymışım gibi, yazarı da olabilirmişim gibi ya da belki oradaki birkaç yazıyı sanki ben yazmışım, ben yazsaydım da böyle yazardım falan diye düşünmüştüm. Öyle olunca, şey olmadı, yani böyle bir karar vereyim, burda yazayım mı? Yazmayayım mı? Falan gibi bir şey hiç hatırlamıyorum. Zaten yazıyormuşum sanki, hep ben yazıyormuşum gibi dergide.

Sevgi Mart Göcen: Yani, kendini çok ait hissettin ve bir baktın içindesin diyebilir miyiz?

Meral Sözen: yani evet evet. Değil mi? Yani sorunun tam böyle nokta cevabı olmadı. Hani bir gün karar verdim gibi. Okurken bile yazarıymışımda sanki dergiyi biz çıkarıyormuşuz da falan gibi bir hisse gelmişim zaten. O kadar uzun zaman olmuş ki ben böyle hatırlıyorum.

Sevgi Mart Göcen: Peki, yazarken seni motive eden şeyler neler ve dergide “Unutamadım, beni çok etkiledi” dediğin bir yazı var mı?

Meral Sözen: Kendi yazılarımı hiç unutamıyorum. Bir çok yazıyı hiç unutmuyorum aslında. Ben şey de editörken daha öyleydi. Ama onun dışında da şimdi herkesin yazılarını okuyorum ve hemen hemen hiç birini unutmuyorum. Sizin de mesela olsa ki “Ya şöyle bir yazı vardı” diye hemen onu hatırlarım “Ha evet şöyle yazmıştın.” Gibi. O yüzden çoğunu unutmuyorum. Özellikle en herhangi bir yazıyı öne çıkaramam diye hissediyorum. Başta bir şey daha sormuştun.

Sevgi Mart Göcen: Evet yazı yazarken seni motive eden şeyler neler.

Meral Sözen: Motive eden şey, benim bir şeyler söylemek istiyor olmam. Bunu bir şekilde söyleyeceğim ve EEEH Dergi bizim alanımız. Yani özgür bir alan burada söyleyebilirsin. Her yerde söyleyemeyiz ya sonuçta ne yazık ki.

Sevgi Mart Göcen: Evet, evet maalesef öyle.

Meral Sözen: Öyle olunca burada rahat bir şekilde söyleyebileceğim yer burası neyse ki. Böyle devam ediyor; umarım daha da çok uzun yıllar böyle devam eder. Yani oraya gelip; işte “Bütün sağlamcıların canı cehenneme” diyebileceğim başka bir alan bilmiyorum şu anda. O yüzden bu büyük bir motivasyon kaynağı tabii ki. Bu yüzden yazarım. Kendim için yazıyormuşum gibi oldu değil mi? Şöyle bir cevap vermedim. İşte insanların hayatlarına dokunmak, bizler gibi engelli kardeşlerime bir yol göstermek, böyle şeyler gelmedi aklıma bilmiyorum.

Sevgi Mart Göcen: Yok, zaten şeydi hani gerçekten seni etkileyen şey neydi? Ve sen de benim ve birçok arkadaşımızın düşündüğümüz gibi “Özgür alan olması beni motive ediyor” dedin. Tabi herkesin farklı gerekçeleri olabilir ama senin gibi bir kalemden de böyle bir düşünce bekliyordum zaten. Aksini söylesen; ben “Meral rol yapma” diyeceğim.

Meral Sözen: Teşekkür ederim canım. Ee öyle desem yani işte birsürü kardeşlerimize örnek olmak, onların kendilerini geliştirmelerini sağlamak, onlara öğretmek gibi. Böyle bir şey yok. Bizde öğreniyoruz ya.

Sevgi Mart Göcen: O da çok güzel. Öğrenirken, yani hem öğreniyoruz hem paylaşıyoruz. O da çok güzel.

Meral Sözen: Evet, böyle.

Sevgi Mart Göcen: Canım çok teşekkür ederim. Kısa bir röportaj olduğunu söylemiştim sana.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.