Toplam Okunma 0
Master Chef programından bir sahne. Yazıda ismi geçen Melek Hanım üç jürinin ortak oyuyla kabul aldığı için kendisine giydirilmiş olan beyaz şef önlüğüyle kameraya arkası dönük bir şekilde Mehmet Şef’le tokalaşıyor. Dizinin biraz üzerinde kırmızı gömlek, mavi kot pantolon ve spor ayakkabı giymiş ve başörtüsü varmış.  Mehmet Şef’in hemen yanında sarı ceketi ile ayakta duran Danilo gülüyor. Onun yanında ise Soner Şef taburesine otururken görülüyor.

MasterChef jüri üyelerinden Mehmet Şef sol elinin hikayesini, aslında kendi hikayesini programda paylaşmış. Sosyal medyada link düşünce önüme açıp izledim. Normalde programı düzenli izlemem ama jürileri tanıyorum. Görünce ilgimi çekti. Yarışmacı Melek Hanım kendi hikayesini paylaşınca, çok benzer bir hikayeye sahip Mehmet Şef suskunluğunu bozup çok olumlu, çok destekleyici ve çok örnek bir biçimde kendi hikayesini paylaşmış. Onlar hadi aynı programda, peki benim bu yazıda ne işim var?

 

Kaydı izlerken yer yer ağlamaklı oldum. Karşımda biri ağlayınca zaten dayanamam. Duygular tanıdık olunca da bazen karşımdakine mi yoksa kendime mi ait bilmem, yaşlar boncuk boncuk yuvarlanır yanaklarımdan. Saklanmak istemek, yapamayacağım şeylerin sıralı tam listesini duyup durmak, yapabileceğimi kanıtlamak için herkesten daha çok çalışmak ve sonunda listedekilerin çoğunu engelime rağmen değil engellenmelerime rağmen başarmak... Değersizlik, öfke, yer yer enerji yer yer de tükenme ve sonunda yorgun bir gurur.

 

Hayatımın çoğu “yapamazsın” denen şeyleri yapmaya çalışmakla geçti. Lisede hazırlıkta çok zorlanmıştım. İngilizce dersim öğretmenin üç dört puan eklemesiyle ancak dört düşebilmişti. Bir anlamda, öğretmenim dört karne notu için bana engelli indirimi sağlamıştı ama daha iyi öğrenebilmem için engelimle ilgili bir düzenleme veya uyarlama yapmamıştı. Öğretmenim kendime göre daha kolay bir okula geçmemi önermişti. Bu teklifi asla ciddiye almadım ama çok üzüldüğümü bu gün gibi hatırlıyorum. Üzerinden yirmi yıl geçti. O arada Amerika’da yüksek lisans ve doktora yaptım. Stajlarım boyunca anadili İngilizce olan insanlara psikolojik destek sağladım. Şimdi dört yıldır eğitim dili tamamen İngilizce olan bir bölümde dersler veriyorum. Öğrencilerimden hem yıl sonu değerlendirmelerinde yazılı olarak hem de zaman zaman sözlü olarak İngilizceyi çok iyi kullandığıma ve telaffuzumun çok güzel olduğuna dair iltifatlar alıyorum.

 

Bir de üniversitede bir hocam vardı. Ben sınıftayken bile benimle konuşmaz, arkadaşlarımı muhatap alırdı. Bana da “şu” veya “o” zamirlerini uygun görürdü. Görmediğim için klinik psikolojide hiç şansım olmadığını söylerdi. Üniversitede dört yıldır sayısız ders verdim. Elbette herkesi memnun etmek gibi bir çabam yok, çünkü bu mümkün değil. Fakat her dönem öğrenci değerlendirmelerini özenle okurum. İşimi iyi yapıyorum gibi görünüyor onların yazdıklarına bakınca. Ayrıca ben stajdayken danışanım olan bir kız, sonradan benim yüksek lisans yaptığım programa başvurmuş. Neden bu bölüm diye sorulduğunda da “Elif’in benim hayatıma çok olumlu etkisi oldu. Ben insanlara öyle iyi gelmek istiyorum.” Demiş. Demek ki klinik işlerinde de fena bir potansiyelim yok.

 

Daha sayayım mı size bana biçilen “yapamazsın” listesini? İlla akademik işler olmasına gerek yok. Mehmet Şef’e dedikleri gibi “evlenemezsin” var mesela. Kendi ailem bile buna pek ihtimal vermiyordu. Evlendim de anne de oldum.

 

Bir yandan yazıyorum şu an öfkeyle karışık bir duygu seli içinde, bir yandan da korkuyorum. Kendimi fazla büyük bir yere koymuş gibi algılanmaktan korkuyorum. Ben bir kahraman değilim, Mehmet Şef de değil, Melek Hanım de değil. Hepimiz yel değirmenleriyle savaştık, savaşıyoruz. Biz hala ayakta kalanlardanız. Kalamayabilirdik de, “yapamazsın” listesine kapılıp gidebilirdik, her neydiyse bizi ayakta tutan, belki fedakâr bir anne, iyi bir öğretmen, kişilik özellikleri, belki de bir yaren bir can yoldaşı, onlar olmayabilirdi. Üçümüz de benzer durumda olanlara ilham verebiliriz. Bir şeylerin yapılabileceğini göstermiş olabiliriz. Ne mutlu bana. Korkum bu beklentinin genellenmesi, her engelliden böyle çarpıcı başarıların beklenmesi, olmayınca da sistemin değil kişilerin suçlanması. Demek istediğim şu toplumda bir yerimizin olabilmesi için “süper” olmak zorunda olma baskısını hissetmek zorunda değiliz.

 

Evlilik veya anneliği bir kişisel başarı gibi göstermeye alet olmaktan korkuyorum. Evlilik veya çocuk, başarı listemde işaretlenmesi gereken kutular olduğu için gerçekleştirdiğim şeyler değil elbette. Fakat insanların bana biçtiği rollerin de farkındayım. Bunların arasında sevilebilecek bir kadın olmak ve annelik yok, biliyorum, çünkü öğretildim.

 

Bir de hakkımda konuşmanızdan korkuyorum. Mehmet Şef’in programının yayın tarihini bulabilmek için internet araması yaptım. Üç haber başlığını dinledikten sonra dayanamadım, kapattım. Haber başlıkları benim için yazılmış gibi öfkelendim. “Mehmet Şef’in Acı Dolu Hikayesi” başlığını atan kişi kimsin sen? İşte böyle konuşmalara konu olmaktan korkuyorum. Drama pornografilerinize konu olmak istemiyorum. Benim hayatım veya hikayem acı dolu falan değil. Evet zorluklarla çok karşılaştım. Böylece mücadele etmeyi öğrendim. Engellenmeye çok maruz kaldım. Fakat çoğu kişinin sandığı gibi gün içinde oturup defalarca halime ağlamıyorum. Hatta hiç fena olmayan bir hayatım olduğunu düşünüyorum, yani hayatımdan memnunum. Muhtemelen Mehmet Şef ve Melek Hanım için de bu durum böyle.

 

Haydi şimdi sağlamcılar, kış kış. Kendi evinizin önünde oynayın.

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.