18. sayı, Ağustos 2015
İstiklal Caddesi’nde yürüyorum. Önemli bir davete geç kalmamak için kalabalığın içinde koşturuyorum. Dedim ya önemli bir davet, ee her önemli davete giden insan gibi süslenip püslenmişim tabii. Makyaj yapmışım mesela, saçımı yapmışım, yetmemiş üstüne Türkiye standartlarında kısa bir etek giyme gafletinde bulunmuşum, hatta o da yetmemiş topuklu ayakkabıları çekmişim altıma. Şimdi makyajdır, efendim saçtır, etek artı topuklu ayakkabıdır bunlar bir yere kadar zorlarsak belki sıradanlaştırılabilir; ama bunlara ek olarak taşıdığım bir aksesuar sıradanlaşma çabalarımı cevapsız bırakacaktı. Neydi sizce o aksesuar? Kafam kadar, üstelik gözleri kamaştıracak parlaklıkta bir yüzük? Tabii ki hayır. Rengarenk kocaman bir gerdanlık? I ıh, o da değil. Yok artık, kolumu altın bileziklerle mi doldurmuştum acaba? Neyse uzatmayayım. Bastondu efendim baston, bildiğiniz beyaz baston! O gün İstiklal Caddesi’nde hayatımda körlüğüm adına duyduğum en tuhaf yoruma, yirmi yaşlarında bir delikanlı sayesinde şahit olmuş oldum. “Cık cık cık, hem kör hem mini etek giyiyor…”. Bu yorum karşısında istem dışı bir şekilde yavaşladım, bir şeyler söylemek istedim ama ne söylemeliydim bilemedim, saniyeler içinde kafamdan birkaç senaryo geçti, sonra hemen afakanlar bastı, içimden he dedim, dışımdan hiç duymamış gibi yapıp tabakhaneye bir şeyler yetiştirme hızıma geri döndüm. Düşünüyorum, benim yerime bir erkek olsaydı bu minvalde bir şey duyabilir miydi acaba? Hem kör hem şort giyiyor? Hem kör hem askılı tişört giyiyor? Hem kör hem takım elbise giyiyor?
Başka bir gün, hiç bilmediğim bir yerdeki bir işimi halletmeye gidiyorum. Kerli ferli bir adama, gideceğim yere varabilmek için caddenin sağından mı yoksa solundan mı yürümem gerektiğini sordum. Kendisinin de o tarafa gittiğini, gideceğim yere kadar bana eşlik edebileceğini söyledi, peki dedim. Yürüyoruz, adam tabii bir şeyleri merak ediyor, cümlelere girişlerindeki vurgulardan çok kolay anlaşılıyor bu durum. “Böyle zor olmuyor mu” dan başlıyor merakını gidermeye, “Nasıl” diyerek kıvrandırıyorum kendisini. “Görmüyorsunuz ya, kız başınıza, onu diyorum” diye devam ediyor, “Alıştım artık” diyerek bu soruya verilebilecek en sıradan cevaplardan birini veriyorum. İşte sonra öyle bir laf ediyor ki beyefendi, afakanlardan afakan beğenme anlarımdan birine daha şahit olmuş oluyorum: “Senin annen baban, bir yakının yok mu?”. “Anlamadım…” diyorum ne diyeyim. “Kız başına, İstanbul gibi yerde, görmüyorsun da” gibi birbirinden alakasız nedenleri sıralamaya başlıyor. Bir yerden sonra dinlemedim nedenleri, ne yalan söyleyeyim; ama dünyanın en ilgili ailelerinden birine sahip olmamın da etkisiyle fena kızmıştım bu lafa. “Senin anan baban yok mu!” Kızmıştım mızmıştım ama bastım da kahkahayı. Gideceğim yere kadar, gözünde bir kızcağız olduğum adamcağızı ikna etmeye çalıştım bir körün, hatta kör bir kadının, üstelik İstanbul gibi bir şehirde, annesi babası, yakınları olduğu halde, yalnız başına gitmesi gereken yerlere gidebileceğine, yapması gereken şeyleri tek başına yapabileceğine.
Bunlara benzer örnekleri çoğaltabiliriz, ben şimdilik örnek verme faslını burada kesiyorum. Kabul etmeliyiz ki, bu ülkede “kadın” olmak hala tuhaf karşılanan bir şey. Kadının vajinası, memesi, poposu, bacağı, eli, gözü, saçı, dudağı tuhaf, alışılmamış, üzerinde tartışma hakkını erkeklerin üstlendiği şeyler. Kadının hamile hamile sokağa çıkması, her ayın belli günlerinde kullanmak zorunda olduğu pedin reklamının televizyonlarda gösterilmesi, kahkaha atması tuhaf ve kadınlar tarafından yapılmaması gereken binlerce eylemden birkaçı. Kadın mıdır kız mıdır bilememler, vajina kelimesinden utandımlar, kadın iş aradığı için işsizlik yüksekler, kadın erkek eşitliğine inanmıyorumlar, kadına şiddet abartılıyorlar da işin sokaktan çıkıp deri koltukların, büyük toplantı masalarının, çelik kasaların bol bulunduğu yerlere yansımış versiyonları. Kadını, çoğu zaman yapıldığı gibi, şöyle bir kenara bırakırsak, işin bir de engelli boyutu var. Başarılı engelli, okumuş etmiş engelli, kültürlü engelli, zeki engelli, güzel/yakışıklı engelli, gezip tozan engelli, makyaj yapan engelli, saçını boyayan engelli, mini etek giyen engelli, sevgili yapmış engelli, parası olan engelli de genelde tuhaf karşılanan engelli versiyonlarından birkaçı. Bunun deri koltuk yumuşaklığındaki kalplere ve çelik kasa sertliğindeki kafalara yansıması ise; biz engellileri insan yerine adam yerine koyduk, gözlerin görmüyor sana iş vermişiz, engelliler kısırlaştırılsın gibi laf-ü güzaflar olarak karşımıza çıkıyor.
Kadın olmak tuhaf dedik, engelli olmak da tuhaf dedik, hem kadın hem engelli olmak ultra tuhaf bir şey demek farz oldu artık. Kadının tuhaflıkları ve engellinin tuhaflıkları birleşince, affedersiniz hem kadın hem engelli diye bir hilkat garibesi çıkmış oluyor karşımıza. Cinsiyetsiz olarak kabul ettiğimiz engelli kadınlar, cinsiyetlerini daha görünür kılan bir şey yaptıklarında hem kör hem mini etek giyiyor oluyor ve cinsiyetsiz olarak kabul ettiğimiz aynı kadın tek başına bir yerlere gittiğinde kız başınalı sözcükler serpiştiriliyor konuşmaların arasına.
Engelli kadınlar olarak biz neler yapalım; mesela böyle tepkiler aldıkça daha da görünür olalım, hem bastonumuzu hem topuğumuzu farklılıklara ve kör gözlere daha çok sokalım, görmezden gelinen, ötekileştirilen her özelliğimizi sahiplenelim, kimliğimizin en büyük parçalarından olarak benimseyelim. Engelliyse engelli, kadınsa kadın, inadına isyan inadına isyan inadına özgürlük ulan!