Toplam Okunma 0

Değerli okuyucular, herkese merhabalar; yazıma kısa süre önce bir duruşmada yaşadığım anımı sizlerle paylaşarak başlamak istiyorum.
Ağır ceza mahkemesinin başkanı, duruşma anında suç nedeniyle mağdurun ruh ve beden sağlığının bozulup bozulmadığına ilişkin Adli Tıp Kurumu Başkanlığı’ndan istenen raporun dosyaya geldiğini söyledi. Sonra da sanık vekillerine ve bana dönerek:
“Arkadaşlar; dosyayı bu gün karara çıkaracağım. Ben, duruşma tutanağını kâtibe yazdırırken sizler de raporu inceleyerek rapor hakkında görüşlerinizi sözlü olarak bu duruşmada belirtin. Zira duruşmayı başka bir tarihe kesinlikle ertelemeyeceğim.” dedi.
Uzun zamandır Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın avukatlığını yapmam ve sürekli ceza mahkemelerinde dosyalarımın olması nedeniyle başkan beni çok iyi tanıyor ve görmediğimi de biliyordu. Sonra bana dönerek;
“Avukat hanım, siz de tercihinizi hemen yapın. Ya raporu savcı beyle birlikte inceleyin. Yani raporu o size okusun ya da başka çözümünüzü yaratın.” dedi. O an ben yapabileceklerimi hızlıca düşünmeye başladım. Çözüme yönelik üç seçeneğim vardı. Bunlar:
1.    Hukuk biriminde takip görevlisi olarak çalışan ve sürekli adliyede bulunan kurum personeli mesai arkadaşımı hemen yanıma çağırabilir, ondan alçak sesle raporu bana okumasını isteyebilirdim.
2.    Başkan beyin önerisini kabul edebilir yanımda kürsüde oturan savcının bana raporu okumasını rica edebilirdim.
3.    Yanımda bilgisayarım ve taşınabilir belleğim bulunuyordu. Bunları kullanarak bağımsız bir şekilde kimseye ihtiyaç duymadan kendim raporu rahat rahat inceleyebilir, hatta önemsediğim yerlerin üzerinden istediğim kadar tekrar geçebilirdim.
Hızlıca düşündüm. Çünkü en doğru olanı yapmak istiyordum. Sonra başkana döndüm ve taşınabilir belleğimi ona uzatıp ondan raporu belleğime attırmasını rica ettim. Kâtip hanım bilgisayarda da kayıtlı olan raporu belleğime atarak bana getirdi. Ben de tıpkı diğer avukatlar gibi raporu inceleyerek görüşlerimi sözlü olarak ifade ettim. Kuşkusuz bu seçeneği tercih etmemin nedeni, engellilerin önüne engel olarak koyulan nedenlerin ortadan kalkması halinde onların da aynı başarılı çalışmaları tıpkı engelli olmayan bireyler gibi yapabileceklerini orada olanlara göstermekti. Zaten bunu başarmıştım da. Ama sonra derin derin düşünmeye başladım. Aslında bazı haklara, engelli olan hukukçuların ve adalete bir şekilde ihtiyaç duyan engelli bireylerin de adalet hizmetlerine erişimi kolay bir şekilde sağlanabilecekken neden hala bu alanlarda ciddi bir çalışma yapılmıyordu?
Bu duruma örnek verecek olursam; çoğu mahkeme salonlarında artık duruşmalar bilgisayar üzerinde yapılıyor. Dava taraflarının oturma yerlerinde de bir bilgisayar bulunuyor. Siz oradan duruşma anında yazılanları, yapılanları takip edebiliyorsunuz. Bir yanlışlık ve eksiklik bulunduğunda hemen duruma müdahale edebiliyorsunuz. Aslında bu bilgisayarlara ekran okuyucu programlar yüklenmesiyle görme engelli olan tarafların da adalete herkesle eşit olarak erişmesi gerekirken henüz böyle bir çalışma yapılmamıştır.
Öte yandan yaşanan bir başka sorun ise; dosyalarla ilgili duruşma saati, dava hakkında genel bilgiler gibi ayrıntılar listelenerek duruşma anında duruşma salonunun dışına asılıyor. Avukatlar veya taraflar bu listelerden duruşma sıralarını takip edebiliyorlar. Yani benim gibi mübaşire sormak zorunda kalmıyorlar. Aslında bunu çözmek de çok zor olmamalı diye düşünüyorum. Zira artık akıllı telefonlara yüklenen kimi programlarla bu aşılabiliyor. Duruşma listesinin telefonla fotoğrafını çekerek daha sonra da bu belgeyi okutabiliyorsunuz. Ama bu programlara ve programların yüklenebildiği akıllı telefonlara bütün görme engelliler henüz sahip değildir.
Yine bir diğer açıdan Adalet Bakanlığı’nın kullanmış olduğu UYAP sistemine ihtiyaç duyan bütün görmeyenler erişebiliyor mu acaba? Ne yazık ki bu programlarda da sık sık erişim sorunları yaşanabiliyor.
Bu genel bakıştan sonra adalete erişim hakkını ihtiyaç duyanlar açısından iki çerçevede ele alarak incelemek sanırım daha doğru bir yaklaşım olur.
Bunların ilki; bizzat yargı erkinin içinde görevleri gereği yer alan engellilerin erişim hakkı. İkincisi ise adalete bir şekilde ihtiyaç duyan engellilerin adalete erişim hakkı.
Burada engelliler açısından hiç kuşkusuz doğrudan ayrımcılık içeren bir yasal düzenlemeden de söz etmeden geçemeyeceğim. Bilindiği gibi hâkimlik ve savcılık yasasına göre herhangi bir engeli olan bireyler engelli olmayan bireylerle aynı fakültelerden mezun olsalar hatta o fakülteleri dereceyle bitirseler bile engelliler hâkim savcı olamıyorlar. Bunun gerekçesini tahmin etmek hiç de zor değildir. Zira hâkimler, savcılar iktidar, güç sahibidir. Karar veren mercidedir. Oysa engelliler; önyargılı, ayrımcılık içeren inanışlara göre güçsüz, korunmaya, yardıma muhtaç bireylerdir. Evrensel insan hakları sözleşmelerine göre apaçık doğrudan ayrımcı bir uygulama olan bu düzenlemenin en kısa sürede değiştirilmesi gerekmektedir.
Bireyleri toplumsal yaşamın bir parçası haline getirmek, hepimizin bildiği gibi dışlamanın ve ötekileştirmenin aksi bir kavramı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu ötekileştirmenin önüne geçmek için de, yani biz ve diğerleri şeklindeki ayrımı engellemek için de yapmamız gereken en önemli şey toplumsal yaşamın her alanında insan hakları yaklaşımını merkeze almak ve her alanda insan odaklı bakış açısını geliştirmek olmalıdır. Bunun için en başta hukuk sistemini insan hakları odaklı hale getirmek gerekir.
Dolayısıyla aslında engelli bireylerin adalet hakkına erişim engelinin bulunmasının temel nedeni, hukuk sisteminde insan hakları odaklı düzenlemelerin ihmal edilmesidir. İşte bu noktada engelli bireyler açısından bazı adaletsizliklerin ortaya çıkması kuşkusuz bir tesadüf değildir. Bunların başında da ülkemizde anayasanın 10. maddesinde düzenlenen eşitlik ilkesinin kanun önünde eşitlik ötesinde, sadece şekilsel eşitlik dışında bir eşitlik uygulamasının bulunmaması gelmektedir. Oysa ülkemizde engelliler ya da engelsizler açısından gerçek eşitliğin sağlanabilmesi için şekilsel değil esas, anlamlı eşitlik ve ayrımcılık yasağı ilkelerinin tam olarak uygulanmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bu nedenle burada şunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim ki; adalete erişim hakkı ayrımcılık yasağıyla, hak arama özgürlüğüyle, adil yargılanma hakkıyla, bilgi edinme hakkıyla birebir örtüşmese de birbiriyle çok yakından ilgili hak kategorisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Adalete erişim hakkı nasıl hukuk literatürüne girmiştir derseniz özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra insan haklarının önem kazanmasıyla beraber adil yargılanma hakkı ve onunla bağlantılı diğer hakların tanımlanması, korunması çabalarıyla ortaya çıkmıştır. Adalete erişim hakkı, sadece usul ve teknik hukuk kurallarının düzgün uygulanmasını aşmaktadır. Ve onun sosyolojik gerçekliklerle beraber değerlendirilmesini zorunlu hale getirmektedir.
Eyer bunu bir örnekle açıklamamız gerekirse; adalete erişim hakkıyla burada asıl anlatılmak istenen engelli bir bireyin, dava açmak için sadece evinden çıkıp adliye binasına gidebilmesi, adliye sarayının fiziksel açıdan engellilerin erişimine uygun olması yeterli görülmemektedir. Bunun ötesinde adalete erişim hakkıyla anlatılmak istenen engelli bireyin adalet sarayına gidebilecek, dava açabilecek, dava harcını verebilecek maddi manevi imkânı var mıdır? Ya da o engelli birey tek başına evinden çıkabiliyor mu? Yakınlarından veya başkalarından engeli nedeniyle fiziksel ya da duygusal olarak şiddet görüyor mu? Sonuç olarak engelli bireyin evinden çıkmasına engel olan herhangi bir engeli var mı? İşte engellilerin adalete erişim hakkı, bu sorunların çözümüne yönelik olarak da karşımıza çıkan bir haktır.
Adalet Bakanlığı’nın 2010-2014 dönemi içinde uyguladığı bir stratejik plan raporu bulunmaktadır. Bu stratejik plan raporunda adalete erişim imkânlarının sağlanması bizim hukuk sistemimizin zayıf yönü olarak belirlenmiş ve buna ilişkin iyileştirmeler yapılması öngörülmüştür.
Adalete erişim hakkının her ne kadar belirttiğimiz şekilde genişleyen bir anlamı olsa da Adalet Bakanlığının kendi stratejik planında dört kalemde adalete erişim hakkının sağlanacağına ilişkin önlemler alınacağından söz edilmektedir. Bu önlemler:
1.    Adli yargının etkinleştirilmesi,
2.    Adli süreçlere ilişkin bilgiye erişimin kolaylaştırılması,
3.    Mahkemelerdeki tercüme hizmetlerinin geliştirilmesi,
4.    Elektronik ortamda davacının çalışmalarının tamamlanmasıdır.
Evet, bunlar gerçekten adalete erişim hakkında çok önemli dört başlıktır. Bunların sağlanması ve adalet bakanlığınca bunlara öncelik verilmesi de çok önemlidir. Fakat bunlar sadece adalet hizmetlerine erişimi geleneksel açılardan sağlamayı hedeflemektedir. Oysa toplumsal imkânların eşit şekilde dağıtılmamasından kaynaklı bir takım adalete erişim imkânlarının sınırlanması söz konusudur. Toplumsal imkânların eşit şekilde dağıtılması da ancak ana yasanın 2. maddesinde yer alan sosyal devlet ilkesinin tam anlamıyla uygulanmasıyla mümkün olabilir. Engellilerin haklarına ilişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nde buna "Makul Uyumlaştırma” ya da "Makul Düzenleme” denilmektedir.
Şimdi burada konumuzla ilgili bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararını sizlerle beraber incelemek istiyorum. Bu, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Z.H’nin Macaristan’a karşı davasıdır.
Bu olayda Macaristan güvenlik güçleri tarafından Z.H. birtakım hukuka aykırı eylemleri nedeniyle, hırsızlık gibi, tutuklanmaktadır. Fakat Z.H.’nin özel bir durumu vardır. Z.H. hem işitme hem görme engelli ve hem de orta derecede zihinsel engelli birisidir. Z. H. aynı zamanda okuma yazma da bilmemektedir. Dolayısıyla tutuklanmasına rağmen polisle iletişime geçememektedir. Bu durumda polis ona işaret dili bilen bir resmi görevli atamıştır. Fakat biliyoruz ki bu tür engelleri olan bir bireyin resmi işaret dilini bilmesi beklenmemelidir. Zaten o birey de resmi işaret dilini bilmemektedir. Gerçekten kendini doğru olarak ifade edebildiği ve anlatabildiği tek insan da annesidir. Fakat bu yargılamada birden fazla engeli olan birey soruşturulurken onun annesine hiçbir şekilde başvurulmamıştır.
Macaristan devleti, mahkemede verdiği savunmaya göre engelli bireye resmi işaret dili bilen birini atadıklarını, onun yargılama esnasında ne demek istediğini anladıklarını, suçlu olduğunu düşündüklerini, iddianameyi buna göre hazırladıklarını, sonra engelli bireyi mahkeme önüne çıkardıklarını ve yargıladıklarını ifade etmiştir. Nisan - Temmuz 2011 aylarında engelli birey cezaevinde tutuklu kalmıştır. Nihai karar 2013 yılının Şubat ayında verilmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi engelli birey hakkında verdiği bu yerel kararla engellilerin adalete erişim hakkının ihlal edildiğini,  tutukluluğu sırasında hapishane koşullarının bir engellinin yaşamasına uygun olmadığını, hatta cezaevinde cinsel tacize uğradığını da ifade etmiştir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kararında birden fazla engeli olan bireyi haklı görmüş ve Macaristan devletinin tazminat ödemesine hükmetmiştir. Fakat bu kararda bizim için en az karar kadar önemli olan bir başka durum daha bulunmaktadır. O da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bu davayı incelerken insan hakları açısından nasıl bir akıl yürütmüştür? Ve bu davayla ilgili kararını verirken hangi evrensel hukuk düzenlemelerinden yararlanmıştır? İsterseniz gelin bunları da kısaca birlikte ele alalım.
Öncelikle ifade etmek isterim ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, bu davada sadece Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine bağımlı kalmamıştır. Bu sözleşmenin yanında uluslararası insan hakları sözleşmelerinden ve uygulamalarından da yararlanmıştır. İnsan hakları mahkemesi, kararında işkence yasağının, kişi özgürlüğü ve güvenliğinin ihlal edildiğine hükmetmiştir. Yine bu kararda engelli birey bakımından adalete erişim hakkının da ihlaline vurgu yapılmıştır. Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nin düzenlemelerine atıfta bulunulmuş, bunun yanı sıra hem de Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’nin bir sorusu üzerine Birleşmiş Milletler 63. Genel Oturumu’nda gündeme gelen engellilerin adalete erişim hakkına ilişkin düzenlenen rapora atıfta bulunulmuştur.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına göre engelli bir birey de suç işlemiş olabilir. Eğer siz, onun işlediği suça karşılık olarak ona bir ceza verdiyseniz ve onun cezasının infazı bir hapis şeklinde olacaksa hapishane koşulları diğer normal olarak tanımlanan bireylerin sahip olduğu koşullarla eşit olmalıdır. Eğer siz bu koşulları eşitlemezseniz bu bireyin insan onuruna yaraşır bir ortam sağlayamamış olursunuz ve onun insan onuru başta olmak üzere temel hak ve özgürlüklerini ihlal etmiş olursunuz.
Kanımca bu olayımızdaki temel sorunlarının birincisi, engelli bireyle gerekli iletişim kanalları resmi bir işaret dili bilen görevli atansa bile sağlanmamasıdır. İkincisi hapishane koşullarının engelli bireylerin erişimine uygun şekilde düzenlenmemiş olmasıdır. Ayrıca bu karar başka olaylara emsal niteliği taşıdığı için önemlidir.
Sonuç olarak, engellilerin adalete herkesle eşit olarak erişmesi en temel insan haklarındandır. Bu çerçevede de adalete erişim hakkının hukuksal temeli başta Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi’nde ve yasal düzenlemelerde yer almaktadır. Yani adalete erişim hakkı dava açılarak talep edilebilecek bir hak konumundadır. Zira Türk mahkemelerinin engellilerin adalete erişim hakkında olumsuz karar vermesi halinde uluslararası hukuk yollarının da denenmesi gerekmektedir. Kuşkusuz bunu gerçekleştirebilmek için daha güçlü, bilinçli, eşitlikçi, mücadelesini sadece insan hakları bakışıyla temellendiren bir yapılanmayla örgütlenmek gerekmektedir. Unutmayalım, insanca, eşit, onurlu, başı dik bir şekilde yaşamak umutla, bilinçle, yaratıcı düşler kurarak, inançla, inatla mücadele etmektir…
Sevgiyle kalın…


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.