Toplam Okunma 0

Beni bir süredir, belki bir-iki yıldır görmemiş biriyle şu an karşılaşsam, daha doğrusu o kişi evime misafirliğe gelse veya insanların önünde konuştuğum bir etkinliğe katılsa, bana mutlaka şu an o zamankinden farklı davrandığımı söyleyecektir, söylemese de hissedecektir. Bunun en önemli sebebi, bir süre önce çok yoğun ve yıpratıcı bir tükenmişlik dönemine girip otistik olmamın beni nasıl etkilediğini, tam olarak ne anlama geldiğini ve hayatımda, benliğimde nasıl bir yer tuttuğunu uzun uzun düşünmek, anlamak zorunda kalmış olmam. Sonuç olarak, şu an ihtiyaçlarımın ve özelliklerimin çok daha farkındayım; bunların beni sadece şu an değil, bebekken, büyürken, gelişirken de nasıl etkilemiş olduğunu anlayabiliyorum. Bu süreçte aslında göz teması kurmanın beni rahatsız ettiğini, ellerimle veya bedenimle stim yapmanın bastırdığım bir ihtiyaç olduğunu, hayatımı şekillendirmiş olan anlayamama, uyum sağlayamama ve dışlanma deneyiminin daha geniş bir çerçeveye oturduğunu fark ettim. Şu an “daha otistik”, veya ortalama bir insanın bakış açısıyla daha tuhaf davranıyor olabilirim ama aynı zamanda çok daha mutlu ve rahat hissediyorum, daha az kaygı ve panik yaşıyorum, bedenim ve zihnim gerçekten benimmiş gibi geliyor. Bedenimde, zihnimde, kişiliğimde, günlük hayatımda başkasını oynarken misafir gibi hissetmiyorum. Bunu ben en azından kendi adıma bir “nörolojik özgürleşme” olarak tanımlıyorum.

 

Benim için nörolojik özgürleşme birkaç şey ifade ediyor. Bunların ilki ve en basiti, belki de bu süreçte attığım ilk adım, diğer insanların beni nasıl algıladığını umursamamak oldu. Bu “normal davranış” kalıbının dışına çıkma bağlamında bir özgürleşmeydi. Hiçbir zaman “normal” biri olamamış, hep “tuhaf” diye yaftalanmış ve bunu çocuk yaşta bir savunma mekanizması olarak kendime bir kimlik olarak seçtiysem de bu genelde ilgi alanlarım, kılık kıyafetim ve dış görünüşüm, zevklerim, biraz da sosyal ilişkilerimi kurma biçimlerim ile sınırlıydı. Şu an bunun içine ellerimi, kollarımı sallayarak konuşma, göz teması kurmama, öne arkaya sallanma, “toplum içinde” - ki anlamlı bulduğum bir tabir olmadı hiçbir zaman - özgürlüğü de dahil. Bunlar sadece birkaç örnek, ama bedenimin benim için en rahat, hatta en fazla mutluluk veren halinde bulunmasına izin verebilmek çok büyük bir adımdı. 

 

Bu özgürleşmenin diğer adımı çok daha karmaşık, çünkü çocukluğundan beri hem LGBT+ hem de “tuhaf” biri olarak ve bunları benimseyerek, bunlardan gurur duyarak yaşayan biri için zaten işin “El alem ne der?” kısmını aşmak çok da zor olmayabiliyor. Burada beni asıl zorlayan şey, saydığım şeylerin ve diğerlerinin benim için birer ihtiyaç ve doğal varoluş halim olduğunu anlamak ve kabul etmekti, doğduğum andan beri “normal” davranışa zorlanmış biri olarak neredeyse beni neyin iyi hissettirdiğini yirmili yaşlarımın başında deneyerek bulmam gerekti. Sonuçta fark ettim ki daha açık ve görünür stimler, göz teması kurmamak ya da az kurmak, öne arkaya sallanarak oturmak ve benzeri birçok şey varmış, artık eskisi gibi yaşadığımı hayal bile edemiyorum. Bunun düşüncesi bana çok yorucu geliyor, bunu yirmi küsur sene tam da beceremeden yapmak sanki tüm enerjimi tüketmiş.

 

İşte bu tükenmişlik işin diğer yanını açıklamamda çok önemli: Kendinizi bildiğiniz andan beri yetkin, akademik ve profesyonel anlamda başarılı, kendi alanında her şeyi yapabilen biri olarak tanındığınızı, kendinizi ve özellikle kendinize verdiğiniz değeri “yapabilmek” üzerinden kurduğunuzu, sonra yirmili yaşlarınızın başında aslında engelli olduğunuzu, bugüne kadar görmezden geldiğiniz veya görmezden gelinen, mecburen ertelediğiniz sınırlarınız olduğunu fark ettiğinizi hayal edin. Burada birçok yapı var - öncelikle hem toplumsal olan hem de kendi içselleştirdiğim sağlamcılık, ve dolayısıyla sadece “otistik olduğum için bazı şeylere hassas, azıcık “tuhaf” olmanın yanı sıra engelli olduğumu kabullenmede yaşadığım güçlük, bunun yanında da aslında tüm sağlamcılıkların temelini oluşturan, sağlamcılıktan bahsederken gözardı edemeyeceğimiz kapitalizm - ve bir insanın hayatta kalmak, onurlu bir hayat yaşamak için belli bir üretkenlik sağlamasını, emeğini belli şekillerde satmasını zorunlu kılan ekonomik, siyasi ve sosyal sistemler. Hep (anlamsız, sağlamcı ve bu bahsettiğim sistemlerden ayrıştırılamayacak, benim yıllardır asla katılmadığım ve onaylamadığım bir şekilde “zeki” olarak tanımlanmış, hatta otistik davranışları ve ihtiyaçları “Fazla akıllı, ondan öyle” diye meşrulaştırılırken gözardı edilmiş biri, “iyi okullarda” okumuş, akademik başarısıyla var olmuş, hatta zaten uyum sağlayamayan, norm dışı kalan varlığını bu olumsuzlukları yetkinliğiyle dengeleyerek kabul ettirmiş biri olarak tüm bunların yanında (ve altında) engelli olduğumu anlamak ve kabul etmek karmaşık ve zor bir süreçti.

 

Tabii ki bir insan engelli olup, otistik olup tüm bunları yapabilir. Ancak benim kendi hayatıma devam edebilmem, tükenmişlik halinden çıkmaya başlayabilmem, kendimi olduğum gibi kabul edebilmem ve içinden çıkılmaz bir bunalıma sürüklenmemem için tüm bunları yapsam da yapmasam da, hatta yapamasam da değerli olduğumu, yaşamımı sürdürebileceğimi kabul etmem gerekiyordu. Birdenbire bana normalde kolay gelen hiçbir şeyi yapamadığım, günlük hayatımı idame ettirirken ve kendime bakarken normalden çok daha fazla zorlandığım ve standartlarımı neredeyse sıfıra indirmek zorunda kaldığım, tüm enerjimin en basit anlamda hayatta kalmaya harcandığı bu süreçten daha çıkabilmiş değilim ancak şu an yarı zamanlı çalışabilmemin, önem verdiğim şeylerle uğraşabilmemin sebebi kesinlikle kendimi bu “verimsiz”, üretken olmayan, akademik başarı timsali olmaktan çok uzak, “parlak” bir kariyerin başında asla olmayan ve olmak istemeyen, sadece yaşayan ve elinden geleni yapan, bazen onu da yapmayan halimle kabul etmeyi öğrenmemdi. Şanslıyım ki bir şekilde yarı zamanlı çalışarak hayatımı sürdürebiliyorum, çevremde beni olduğum gibi kabul eden, seven (ve çoğu kendi de nöroçeşitli olan) arkadaşlarım var, sürekli bir şeyler diyen el aleme laf yetiştirme veya denenleri umursamama konusunda da antrenmanlıyım. Beni lisede, üniversitede tanımış insanların ne düşüneceği kaygısı kafamda neredeyse hiç yer kaplamıyor.

 

Konunun bir de “bağımsızlık” kavramının yüceltilmesi, bir ideal olarak sunulması yanı var - hiçbirimiz bağımsız değilken, böyle bir şey mümkün veya üstün değilken (sosyal ihtiyaçlarımızı geçtim, yediğim meyve sebzeyi ben yetiştirmedim, mobilyalarımı ben yapmadım, bir yerden bir yere başkasının sürdüğü otobüsle gidiyorum sonuçta) engelli insanların ihtiyaçları norm dışı bırakıldığı için ve hayatlarımıza bu yüceltilmiş, inşa edilmiş ama aslında anlamlı olmayan bağımsızlık ideali merceğinden bakılıyor; destek almak, desteğe ihtiyacı olmak, doğal bir şey değil de düzeltilmesi gereken, acınası, utanılacak bir şey olarak görülüyor. İhtiyaçlarımızı, engelimizi, farklılıklarımızı, her şeyi kabul ederken bir yandan da bu bağımsızlık idealini reddetmek, daha doğrusu ne mümkün ne de anlamlı bir ideal olmadığını anlamak ve birbirimizle kurduğumuz ilişkilere odaklanmak gerekiyor sanki. 

 

Tüm bunlardan dolayı, “nörolojik özgürleşme” dediğim şey, özellikle kendi deneyimim bağlamında, sadece yargılanma korkusundan, beklentilerden özgürleşme değil, içine doğduğumuz ve bizi şekillendiren ekonomik düzene karşı eleştirel olma, hatta alternatifler tahayyül etme zorunluluğu. İnternette çocukluğumdan beri vakit geçirdiğim uluslararası çevrelerde hep engelli, LGBT,+ işsiz, yoksul insanların birbirine ellerinden geldiğince destek olarak, dayanışma içinde hayatta kaldığını gördüm. Yetişkin hayatımda da çevremdekilerle bu şekilde ilişkiler kuruyorum. Bu yüzden hayattayım ve olabildiğine, kısmen iyiyim. Konu sadece otizm de değil, bunun içine akıl hastalıkları da giriyor; “delilik”, benim her şeyin yanında politik bir kimlik olarak benimsediğim bir kavram. Konu doğal olarak yalnızca bireysel olamaz; içinde bulunduğumuz, hayatta kalmaya çalıştığımız, insana ve özellikle bizim gibi insanlara ama tüm insanlığa ve ekolojiye düşman olan sistemi bireysel özgürleşmelerimizle yıkamayız. Buna rağmen, elimden geldiğince nörolojik özgürleşmemi yaşamış olmak, kendimi engelli, tuhaf, üret(e)meyen, çalış(a)mayan halimle kabul etmek hem benim hayatta kalmamı hem de başkalarının hayatta kalmasına yardım etmemi daha mümkün kıldı. Ben normal davranamayan, maskeleyemeyen, sağlam bir insan kadar çalışamayan, üretemeyen halimle de değerliyim, bundan daha önemlisi, mutluyum.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.