Elimi uzattığım yerde taş gibi bir kuruluk. Hissiz, soğuk yaşam belirtisi görünmeyen bir kuruluk. Okşuyorum kuruluğu. Kuraklıklar içerisinden damıttığım bir tutam yaşam sevincini, bir şişe suyla gönderiyorum köklerine. Kuruluk çoğalıyor. Dilime ve kulaklarıma yayılıyor. Kulaklarım her gün neşeyle içimi titreten seslerden birisini algılamıyor. Yıllardır bana yoldaşlık eden ve tüy mevsimine girdiği için halsizleşen kanaryama can yoldaşı olsun diye edindiğim kuş, kafesinde cansız yatıyor. İçim eziliyor. Fiziksel sağlık bir yana, moral durumlarına bile dikkat ettiğim kuşlardan birisini yaşatamamanın acısı kavuruyor içimi.
Sonra zihnimden dökülenlerle dilim yerinde duramıyor ve sevgili dostlarımın bana olan öfkelerine güzel bir bahane oluyor. Heyecanla beklediğim bir işin dışına düşürüyor beni. Sonra da yaramaz bir çocuk gibi kupkuru duruyor ağzımın içinde. Ellerim kuru dallar üzerinde. Her gün aşkla suladığım, bir tek kuşların didiklemesine izin verdiğim fesleğenim hissiz bir şekilde duruyor karşımda. Yüreğimi kurutan şeyleri burada anlatmaya gerek yok sanırım. Zira her sayıda anlatmaya çalışıyorum. Hiçbir tedbir alınmadan çalıştırılan işçiler, yaşatmak için ölen sağlıkçılar, istismarlar ve tonlarca saçmalık. Yalnızlaşıyorum. Yalnızlığımdan çoğalıyorum ve Can Yücel’i sevgiyle anıyorum. “Yalnızlığım benim çoğul türkülerim” Arıyorum mutluluğu. Biliyorum o bende, benim içimde. Sonra Russell ve Schopenhauer’ın mutlu olma sanatı başlığı altındaki beylik öğütleri geliyor aklıma. Schopenhauer insanın yeteneklerini bilmesi gerektiği, başaramayacağı şeyleri denemesinin onu mutsuz edeceği gibi bir şeyler söylüyor. Yani mutlu olmak istiyorsan haddini bil diyor benim mütevazı zihnimin algıladığı kadarıyla. Peki bir alanda yetenekli olup olmadığını nasıl tespit edecek kişi? Birkaç kez başarısız olmak yeteneksizliğin göstergesi mi? Yanlış eğitim, yeterince çalışamama ve ilgili alandaki materyallerdeki erişilebilirlik sorunları ne olacak? Sorun yeteneksizlikte mi? Hayallerin sınırsızlığında mı? Yoksa o çok dillendirilmek istenmeyen toplumsal sistem ve koşullarda mı? Mesela en az sekiz saat çalışan ve en temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanan insanlar, hangi konuda yeteneğini sınayabilir?
Asgari ücretle geçinen bir insan bilmem kaç lira resim kursuna ödeyebilir mi? Ya da bin lirayı gözden çıkarıp kendisini idare edebilecek bir gitar edinebilir mi? Tekerlekli sandalyeli bir insana, asansörü bile olmayan bir binanın dördüncü katını sınav yeri olarak verdiklerinde, çıkmakta zorlanması ya da sınavının olumsuz etkilenmesi onun yeteneksizliği mi? Tam tersi başarısının önüne konmuş bir engel. Hatta en temel haklardan birisinin gasp edilmesi. Yetenek sınavlarını birincilikle kazanan körlerin konservatuar kapılarından çevrilmesi hangi yeteneksizliğin sonucu? Kapsayıcı bir eğitim sistemi yaratamayanların olabilir. O zaman başkasının yeteneksizliği de mi bizim mutsuzluğumuza kaynak olmak zorunda? Kocaman fakültelerin web sayfalarında iri iri puntolarla “Görme engelli almıyoruz” yazması da mı körün yeteneksizliğinden kaynaklanıyor? Hayır. İnsanlar boylarını aşan işlerde yenilmekten ziyade hayal ettikleri şeylere yeltenememekten mutsuz. İnsanı mutlu kılan yeniyi düşünmek, yeni başlangıçlar yapmaktır. Aşık olma hissinin, yeni bir şeyler üretme hissinin, bilme hissinin verdiği mutluluğu ne verebilir? Sonu hüsran bile olsa denemenin mutluğuna değmez mi? Kaldı ki herkes kendisini söz konusu fikre göre şekillendirmiş olsaydı insanlık bugünün teknik ve zihinsel gelişimini nasıl yaratacaktı? Aşktan, şiirden ve gelecek kavgasından uzak insan yaşıyor sayılır mı? Kaldı ki mutlulukla hüzün iç içe değil midir? Diyalektik yasaları bu kadar belirginken yaşamdan uzak şeylerin böyle savunulmasını anlayamıyorum. Neyse Schopenhauer’ı entelektüel lafazanların meze tabağına pay edip devam edeyim. Kurumalarına inat fesleğenlerimi sulamaya devam ettim ve bir kısmı yeşerdi. Zihnimden dilime düşen yeni yeni fikirler dilimi yine ıslatmaya devam ediyor ve benim en büyük mutluluk kaynağım bu. Yeni şeylerin peşinden gitmek. Kanaryam tüy dökümünü atlattı ve sağılığına kavuştu sayılır. İşçi ve emekçiler her yerde her koşulda haklarını aramanın bir yolunu buluyorlar yüreğim yeşeriyor. Yani umut mutluluğu doğuruyor. O zaman şairin o muhteşem umudundan bir tutam çalarak bitireyim. “Bir selamımız var bugünün yarınına”