Sayı 35, Ocak 2017
Merhaba sevgili okurlar, geçen ay size Engin Yılmaz ders anlatırken kullandığı teknoloji ve yöntemleri anlatan bir yazı yazdı. Bu sayımızda ben de benzer bir yazı kaleme alıyorum. Penn State’de doktoramın üçüncü döneminde, bir hocayla beraber yüksek lisans derslerinden birini anlattım. Bu bizim programın bir gerekliliği, deneyimli biriyle ders anlatarak ders anlatma, not verme, öğrencilere geribildirim verme ve sınıf yönetimi hakkında deneyim kazanmanız amaçlanıyor. Bu ders anlatımı kolay geçti, çünkü sürekli dersin hocasıyla paslaşıyordum ve gerekli hallerde o bana destek oluyordu. Geçtiğimiz dönem rehabilitasyon lisans bölümünün giriş derslerinden (Engellilik Kültürüne Giriş) bir şubesini ben verdim. Ders, rehabilitasyon ana ya da yan dalında olan tüm öğrencilere zorunlu, ama diğer öğrencilere de açık. Geçen dönem mühendislikten iletişim bilimlerine kadar farklı bölümlerden 37 öğrencim vardı derste. Bu ders benim için farklı bir deneyimdi, yüksek lisans dersine göre daha kalabalıktı, lisans öğrencilerinden oluşuyordu ve dersi kimsenin desteği olmadan verecektim.
Ders daha önce gitmediğim bir binadaydı, bu nedenle dersler başlamadan önce binaya ulaşmayı ve sınıfın yerini öğrendim. Sınıfı bulduktan sonra, sınıftaki masaların konumunu, kürsünün ve projektörün nerede olduğunu öğrendim. Projektör dokunmatik bir ekranla çalışıyordu ve bu bir engel oluşturdu benim için. İlk dersime erken gidip yan binadan teknik elemanları buldum ve projektörü kurmak için yardım istedim. Birkaç hafta boyunca bu projektör konusu sorun oldu, sonra teknik masadakiler, aslında bir düğmeye uzun basılırsa projektörün bağlı olduğu dokunmatik ünitenin konuştuğunu keşfettiler. Bu özellik ekran okuyucu değildi, sadece projektörün hazır olduğunu ve masaüstü ya da dizüstü seçeneklerinden hangisinin seçili olduğunu söylüyordu ama işe yaradı. Dönem içinde başka teknik problemler de yaşadım, bunlar ilk başta sinirlerimi bozdu, ama sonra bunu gözlemlemenin de öğrencilerimin erişilebilirliği öğrenmesi için bir fırsat olduğunu fark ettim ve onlara işlerin neden yolunda gitmediğini anlattım.
Dönelim ilk derse, ben her zaman nasıl göründüğüme özen gösteririm, görünüm insanların ilk izlenimlerini etkiliyor ve engelli olma hali malumunuz güç dengelerini bozabiliyor. Burada hocalar derslere şort tişört giyerek bile gidebiliyor. Ben bütün derslerime giderken profesyonel görünen kıyafetler seçtim. Burada derslere giderken takım elbise giymek de biraz kültür normunun dışında kaldığından, kendime orta bir yol buldum.
İlk derste söze başlarken kendimi tanıttım, doktora yaptığımı, bölümümü, Türkiyeli olduğumdan aksanımın farklı olduğunu ve bastonumdan da belli olduğu üzere kör olduğumu söyledim. Soruları varsa sormaları için yüreklendirdim. Birisi hiç görüp görmediğimi sordu, diğeri doğuştan olup olmadığını. Bunlara cevap verdim. İlk ders için hazırladığım sunuma “Kör bir hocayla nasıl çalışılır” diye bir yansı ekledim. Yansıda nasıl söz alacaklarından bahsettim. Ben Engin’in kullandığı yöntemden farklı bir yöntem denedim. Onlardan konuşmak istediklerinde parmak kaldırmak yerine adlarını söylemelerini istedim. Ben ders anlatırken mizah kullanmayı seviyorum. Öğrencilerime: “Parmak kaldırmanız teknik olarak sorun değil ama bir işe yaramayacak, egzersiz yapmak ya da biraz esnemek istiyorsanız parmak kaldırın tabii, ama ben sizi fark etmeyeceğim” dedim. İlk baslarda isimlerini söylemeyi unuttukları oldu ama ben onlara kim olduklarını sordum. Ve onları seslerinden tanımamın zaman alacağını hatta çoğunu seslerinden hiç ayırt edemeyeceğimi söyledim. Benimle birebir konuştuklarında da kendilerini tanıtmalarını istedim.
Bir diğer yöntem de oylama yöntemi. Sınıfta hepsine bir şey sorduğumda, katılıyorlarsa “I” “ben” demelerini istedim. Sonra da kim katılmıyor diye sorduğumda da katılmayanların “ben” demesini istedim. O anda da bir deneme yaptım, Bunu anlayanlar “ben” desin dedim, sonra da anlamayanların “ben” demesini istedim. Bu yöntem National Federation of The Blind tarafından oylamalarda kullanılan bir yöntem. Eğer sesler birbirine yakınsa, parmak kaldırmalarını ve sınıftan da birinin parmak kaldıranları saymasını istedim.
İlk derste kendilerini tanıttılar. Ben Engin’in kullandığı yöntemi kullanmadım. Onlara bir ödev verdim. Yazılı olarak teslim edecekleri bu ödevde kendilerini tanıtmalarını ve engelliliği ilk nasıl öğrendiklerini anlatmalarını istedim. Böylece elimde kendilerini tanıtan yazılı birer not oldu.
Dersin değerlendirmesinde 4 tane sınav (quiz), yazılı ödevler ve bir de büyük sunum ödevi vardı. Bunların yanı sıra, derse katılıma da 100 üzerinden 10 puan ayırdım. Böylece yoklama sorununa bir çözüm bulmam gerekti. Yoklama için görenlerin kullandığı yöntem, sınıfta bir kâğıt dolandırıp öğrencilerin imzalarını toplamak. Bana dersi vermede hiç kimse yardımcı olmayacağı için bu yöntem benim için mantıklı bir yöntem değildi. Tek tek isimleri okuyup yoklama almak da zaman kaybı oluyordu. Okul CANVAS adında bir online ders yönetim sistemi kullanıyor. Bu sistemi ödev vermek, çevrimiçi sınav yapmak, ödevleri teslim almak, tüm öğrencilere aynı anda mesaj göndermek, ödevleri değerlendirmek ve çevrimiçi tartışma sistemi oluşturmak gibi şeyler için kullanabiliyorsunuz. Ben de CANVAS’daki tartışma sistemini hem sınıf içi etkinlik yapmak hem de yoklama almak için kullandım. Öğrencilere derslerde bir tartışma konusu verdim ve gruplar halinde tartıştıkları şeyleri ders saati bitmeden CANVAS’a yüklemelerini istedim. Tartışma konusunu dersten önce hazırlayıp kaydettim ama ders esnasında yayımladım. Böylece hem tüm grupların konuyla ilgili ne düşündüklerini okuyabildim hem de derse katılanlara puan verebildim. Sınavları da çevrimiçi yaptım. Sınavlar çoktan seçmeliydi ve CANVAS sınavları otomatik değerlendirip sınav istatistiklerini de size sunuyor. Aynı şekilde yazılı ödevleri de CANVAS üzerinden verdim. Böylece teslim edilecek ödevin dosya uzantısına kadar belirleyebildim ve çevrimiçi sistem üzerinden öğrencilerime geribildirim de verdim. Derste izlettiğim videolar eğer Youtube videosuysa, başka bir site üzerinden dosyaları indirip derste çaldım ve videoyu kontrol etmem daha kolay oldu.
Ders anlatırken kendi dizüstü bilgisayarımı kullandım. Dersi anlatırken sınıf içinde geziyorum, böylece monoton bir şekilde sabit bir noktadan konuşmamış oluyorum. Bilgisayarım kürsünün üzerinde durdu ve kulaklık kullanmadım. Ekran okuyucumun sesinin derste öğrencilerimi rahatsız edeceği fikrini bıraktım. Yansılarda okuduğum şeyler zaten çok uzun değil ve sürekli kulaklık takıp çıkartmak istemedim. Halen kablosuz bağlanan teknolojilere de terfi etmedim.
Derste öğrencilere soru sorduğumda, genelde konuşan bir iki öğrenciden başkası konuşmuyordu. İsimlerin hepsini de hatırlayamadığım için bir yöntem bulmak istedim. Sınıf listesinin kabartma çıktısını aldım. İsimleri kesip küçük bir torbaya topladım ve derste rastgele içinden isim çektim. Böylece konuşmayan öğrencilerimi de konuşturmuş oldum. Ama tabii hep “konuşmak ister misin” ve ya “konuyla ilgili bir fikrin var mı” diye sordum ve konuşmak istemeyene de hiçbir yaptırım uygulamadım. Sınıf içi tartışmalar yaparlarken de sıraların arasında dolaştım, grupta kimlerin olduğunu ve ne aşamada olduklarını sordum.
İşte bunlar benim ders öğretirken kullandığım yöntemler. Bu yöntemleri imkânlarım, mesela CANVAS gibi ve deneyimlerimle kendim geliştirdim. Aralık 2016 sayımızda da gördüğünüz gibi sevgili Engin Yılmaz’la kesişen yöntemler kullanmakla beraber, kendi kişisel tercihlerim ve yöntemlerim de var. İsterseniz bizimle engelli bir birey olarak ortaöğretim ya da yükseköğretimde öğretici olarak kullandığınız yöntemleri paylaşabilirsiniz. Böylece yeni öğretmenler için kaynak oluşturmuş oluruz. Bu ay sizlere öğrencilerimden aldığım geribildirimlerin bir kaçıyla veda ediyorum.
“Hiç kimse engellilikten muzdarip değil, engelli olmak sadece kişinin hayatının bir parçası.”
“Bu derste öğrendiğim en değerli şey, engelli insanların da en az engelsizler kadar yeterli bireyler olduğu ve herkes gibi muamele görmek istediği.”
“Bu derste engelli bireylerin bizden hiç de farklı olmadığını öğrendim, bizim yaptığımız her şeyi onlar da yapabiliyor, sadece farklı yöntemler kullanıyorlar.”
“Daha önce engelli insanlara karşı acıma duygusu hissedip onlara hep yardım etmeye çalışırdım, bu derste bunun doğru olmadığını ve her zaman yardıma ihtiyaç duymadıklarını öğrendim.”
“Dersteki benim için en anlamlı şey sizin dersi öğretiyor olmanızdı. Siz benim tanıdığım ilk körsünüz ve bence bu fark yarattı. Derslerde kör olmanın nasıl bir şey olduğunu ilk elden gözlemleme fırsatım oldu. Teşekkürler .”
“Daha önce karşılaştığım engelli insanlar için hep üzgün hissederdim, ama şimdi onların benim onlar için üzgün hissetmemi takdir etmeyeceklerini biliyorum. Üzgün hissetmektense, onlara engelleriyle birlikte başarılı olmalarında yardım edebileceğim bir alana yönelmeye karar verdim.”