Bol demli bir gecenin sabahı… Şiir ve şarkıların tanıklığında kendimi aramaya çıkmış, bilmediğim yollara sapıp kaybolmuşum yine. Kendimi bulduğumu sandığım yere geldiğimde gün ışımaya başlamış, ben de kendi içimdeki savaşımı uyku moduna almaya karar vermiştim. Doğan yeni günün hatırına kendimi dinlendirme, o gün için ciddi hiçbir şeyle ilgilenmeme kararı almıştım. Uzun zaman sonra bir Pazar günü kaçta uyanılıyorsa o saatte uyanmıştım ve uyumadan önce aldığım kararı uygulayacağımı düşünüyordum; uzun bir süre de uyguladım. Ancaaaak şu teknoloji belası yok mu? İlle de insanı gerçek hayata dahil edecek. İnsanın başına ne geliyorsa bu teknoloji denen şeyden geliyor hakim bey. Güzel güzel çayımı içip yayılırken elim hafifçe telefonun ekranına kaydı. Haydi bu kadar temas etmişken saate bakayım dedim. Bakmaz olaydım. Elli dokuz okunmamış mesaj diyor. Bahar, Beyza ve Meral şu kadar mesaj gönderdi diyor. Yine zihnim yorulacak. Zaten kendime zor yeten bir aklım var. Arkadaşım başka işiniz mi yok diyorum ve telefonu bırakmaya hazırlanıyorum, kararlıyım, bugün ciddi bir şey yapmayacağım, düşünmeyeceğim. Ama bir el telefonu bırakmamı engelliyor resmen. Merak denen korkunç tuzağa düşüyorum ve mesajı açıyorum. Bir şarkıcı engelli bir kızı mutlu etmek adına sahte düğün töreni düzenlemiş. Ama kararlıyım üzerine kafa yormayacağım. Kendi üslubumca, ya o herif zaten öyledir diyor ve geri çekilmeye hazırlanıyorum. Ama yok, ille de bir şey çekiyor. Tüm mesajları okuyorum. Yetmiyor, adamın tweetinin altındaki yorumları da okuyorum. Artık geri dönülmez noktadayım. Bu yapılan iyilik midir? İyilik buysa benim anladığım şey nedir? İyilik nedir. Bizi başkalarından ayıran hiçbir fark yok mudur? Varsa yorumların ezici bir kısmı neden aynı? Yoksa, tweetin altına farklı yorum yazan sevgili dostlarım ve ben ne olacağız? Ya o kız ne olacak? Herkesin vicdan mastürbasyonu bitip köşeye çekildiğinde ne hissedecek? Yoksul bir insan, fiziksel yeti sorunu yaşayan bir insan başkalarının reklam panosu mudur? Nedenleri değiştirmeden sonuç değişir mi? Bu gösteriye ister istemez malzeme olan insanlar bir rahatsızlık duymuyor mu? Kör bir kızla dans edip onu yüce gönüllülükle servis etmek, sosyal devletin sağlamakla yükümlü olduğu şeyleri ucuz kampanyalarla insanlara temin edip bu işi şova çevirmek kimin yararına? At gözlüğüyle bakmak isteyen herkesin yararına. Ya da burada edilgen taraf olan dışında herkesin yararına. Bir örnekle açıklamaya çalışayım. Ünlü bir şarkıcıyla kör bir kızın dans etmesi… Popüler kültür sanatçıyı çok üstün meziyetli ve ulaşılamaz gösterir. Ulaşılmazlık hissi aşırı hayranlığı tetikler. Burada kör kızın diğer insanlar gibi hayranı olduğu şarkıcıyla dans etmek istemesi gayet doğal. Doğal olmayan, şarkıcının ve diğer insanların olaya yaklaşımı. Vıcık vıcık bir duygusallık kaplar her yeri. Şarkıcı kutsal bir mertebeye erişir. Onu kutsamak için insanlar birikir çevresinde. Dünya tarihinin görebileceği en kaba, en onur kırıcı cümlelerle kutsarlar olayı. Hepsinin söylediği birbirinin aynısıdır ama yine de söylerler. Söylemek zorunda hissederler. Ortak aklın ürettiği kalıplarla kendilerini bir adım öne atmaya çalışırlar. Bu kısır döngü mutlu eder onları. Çok küçük bir çabayla yapılanın etik olmadığını. Ona etik deniyorsa etiğin iyi bir şey olmadığını anlayabilirler. Ama bu onları ürkütür. Bulundukları sığ birikintinin dışına çıkmak istemezler. Küçük Karabalık olma cesaretinden yoksundurlar. O nedenle birikintinin biraz üzerine çıkanı alta çekerler. Onun emek vererek ürettiği şeyleri kendi kalıplarıyla ezmeye çalışırlar. Ama küçük Karabalıklar yılmaz. Bir kere o suyun dışına çıkmışlardır. Acı çekerler. Ben kimim diyerek ilk neşteri zihinlerine vurmuşlardır ve artık geri dönüşü yoktur. Artık dün ya inanılmaz yaşanası, inanılmaz çekilmezdir onlar için. Yeniye ulaşmanın sancısından kurtulamayacaklardır ama acının paylaştıkça azalacağını bilirler. Bu nedenle sığ birikintide kalanlara öğretmeliler küçük karabalık olmayı. Mutlak öğretmeliler. Öğrenmeleri kaçınılmaz çünkü. Sığ sudaki yaşam tükenmeye mahkumdur ve hayatta kalma dürtüsü cesareti besler. Umutluyum. Küçük Karabalıklar çoğaldığında her şey değişecek. O dünyada ikiyüzlü etiğe, kangren olmuş yaraların uyuşturulmasına yer olmayacak. Kendisi olma özgüveniyle birbirlerinin tamamlayanı olacak insanlar. İyilik denen şeyin yerini dayanışmanın güzelliği alacak. Herkes kendi güzellikleriyle var olacak. Koşullar herkesin gereksinimine göre belirlenecek ve herkes hayata istediği gibi katılabilecek. Biliyorum bu ay çok sıktım. Hep bu EEEH Dergi ekibi yüzünden. Yine de siz sıkılmaya alışın. Beraber sıkılalım. Beraber arayalım doğru olanı.
İbrahim Karaca’nın çok sevdiğim dizeleriyle bitireceğim. Siz de sorun kendinize, ben kimim diye. Sizler de sevin dünyayı.
“Sordum bir gün kendime kimim ben?
Bu soruyla buldum kendimi,
Bu soruyla yitirdim.
Bu soruyla sevdim dünyayı,
Bu soruyla zindan oldu dünya bana