Toplam Okunma 0

Eski Yunan’lı bilgin Aristoteles, duyuları görme, işitme, koklama, tatma ve dokunma olmak üzere beşe sınıflandırmıştı. Bu sınıflandırma bugün de vardır. Ancak; dokunma duyusunun, duygusunun bugün eskiden sanıldığı kadar basit olmadığı anlaşılmıştır.

Birbirinden çok farklı anlamları, çeşitleri olan dokunma duyusu oldukça zengin bir anlatı özelliğine sahip olan Türkçemizde de çok farklı anlamlarda, tanımlamalarda kullanılmaktadır. Fakat ben burada dokunma eyleminin sadece gerçek, asıl anlamından ve istem dışı, kötü dokunma çeşidinden söz etmek istiyorum. 

Kuşkusuz istem dışı, kötü dokunmanın mağduru olanların başında çocuklar gelmektedir. Fakat bu durum çocuğun aldığı eğitimle, bilinçlenmeyle de bağlantılıdır. Burada iş yaşamımda çocuk yuvasında yaşadığım bir olayı örnek vermek istiyorum.

Alman bir çift ülkelerinde boşanırlar. 3 yaşındaki müşterek kızlarının velayetini mahkeme anneye verir. Bir gün baba kızını alıp Türkiye’ye kaçırır ve Türkiye’de yaşamaya başlarlar. 4 yıl böyle geçer. Bu arada küçük kız bir Türk çocuğu kadar iyi Türkçe öğrenir. Ve ilkokul 1. sınıfı okumaya başlar. Fakat bir gün anne izlerini bulur.  Mahkemeden kızının kendine teslimi için karar alır. Kararı infaz için Türkiye’ye gönderir. Türk mahkemesi de babasının yanındaki kızı alarak tedbir kararıyla çocuk yuvasına yerleştirir. Burada konumuzun dışında olduğu için küçük kızın olağanüstü başarılarından, yuvadaki uyumundan söz etmek istemiyorum. Ama 7 yaşında olan bir çocuğun İstiklal Marşı’nın on kıtasını da ezbere hem de bütün kurallara uyarak okuduğunu söylemeden geçemeyeceğim. İki ülke görevlileri de küçük hanımın annesinin yanına güven içinde götürülmesi için görev başına geçer. Bunu istemeyen sadece küçük kızla babasıdır.

Küçük kızın Alman görevlilere tesliminde ben de yer aldım. Küçük kız bir Türk çocuğu kadar kendini Türkiye’ye ait görüyor, Alman görevlilerin yüzüne bile bakmıyordu. En sonunda büyük çabalarla Almanya’ya gitmeye onu ikna ettik. Havaalanına gitmek üzere Alman bir meslek elemanı küçük kızı elinden tutmak için elini ona uzattı. Bu hareket üzerine küçük hanım kendini yere atarak hem Almanca hem de Türkçe bağırmaya başladı.

-  “Sen benim bedenime benim iznim olmadan dokunamazsın. Derhal bedenimden elini çek. Bana dokunman için sana izin vermiyorum.”dedi.

Yaşananlar karşısında herkes şaşırdı. Fakat küçük kız doğru söylüyordu. Bedenimiz sadece bize aittir. Ve iznimiz olmadan kimse dokunamaz.

Sonuç olarak küçük hanım Almanya’ya gitti. Ama söyledikleri gerçekten çok önemli ve üzerinde düşünmemiz gereken şeylerdir. Evet, bedenimiz sadece bize aittir. Ama küçüklüğümüzden beri her önüne gelen rızamızı almadan başta yanağımıza ve bedenimizin çeşitli yerlerine dokunur hatta bedenimizi sıkar.

Öte yandan dokunmak görme engelliler için oldukça önemli bir eylemdir. Bilindiği gibi; görme engelli bireyler parmak uçlarıyla dokunarak oldukça fazla algılama ve öğrenme işlemini gerçekleştirirler.  Sanırım rızası dışında bedenine en çok dokunulan bireylerin başında çocukların yanında bir de kadınlar, engelliler, özellikle de görme engelliler geliyor.

Hiç düşündünüz mü yolda sokakta okulda işte her yerde insanlar neden gerekli gereksiz hep görmeyen birine rahatça dokunurlar? Yardıma ihtiyaç duymadan; rahat rahat yolda, sokakta yürüdüğü halde neden aniden ortaya çıkarak anlamsız ısrarla, yardım etme düşüncesiyle koluna omzuna ve daha birçok yerine hiç çekinmeden dokunurlar? Müdahale etme hakkını kendilerinde görürler? Bu soruların yanıtını onların sadece iyi niyetli olduklarıyla açıklayamayız.  Hem Karl Marx “Cehenneme giden yollar iyi niyet taşlarıyla döşelidir.” dememiş midir?

Hele bir de bu kişi görme engelli bir kadınsa örneklemeler daha da çeşitlenir. Dokunulan, tutulan beden noktaları değişir. Ve dokunma sayısı artar. Örneğin karşı cinsten sözüm ona yardım eden kişi birden elinizi sıkı sıkı tutabilir. Hatta rahat rahat kolunu getirip tam göğsünüze dayayabilir. Ama beni en çok şaşırtan bir anımı da burada anlatmak istiyorum.

Bir defasında caddeden karşıdan karşıya geçerken yanıma bir bey geldi. Ve karşıya beraber geçiyorduk. Birden yürürken birinin saçımı çektiğini hissettim. Ne oluyor diye kafamı arkaya çevirdim ve boşta olan elimi arkaya belime uzattım. Bir de ne göreyim; yanımdaki koluna girdiğim bey diğer elini arkamdan saçlarımın içine geçirmiş ve saçlarımı parmaklarına dolamış avcuna almış sıkıyordu. Ne tepki vereceğimi şaşırdım. Hemen uzaklaştım. Ama bu kadarı da olamazdı?

Yine görme engelli bir arkadaşım; yolda, her yerde insanlar tarafından sürekli sıvazlandığını anlatmıştı. “En sonunda baktım işi çözemeyeceğim beni sıvazlayanı ben de sıvazlıyorum artık.” dedi.

Vallahi durumumuza gülelim mi ağlayalım mı bilemedim.

Ama sanırım güzeller güzeli Türkiye sevdalısı Alman küçük kızı biraz örnek almamız gerekir. Ne dersiniz?


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.