Toplam Okunma 0
Arkası dönük, mavi kasketli, kırmızı sırt çantalı, tekerlekli sandalyede oturan bir erkek çocuğun, üzerine büyük bir kilit takılmış olan iki kanatlı turuncu okul kapısının önünde durduğu bir çizim.

Merhaba sevgili dostlar, şimdi başlığa bakıp “Herhalde yanlış yazdı” diyeceksiniz. Ama yanlış yazmadım. Son bir aydır uğraştığım vakalar sorduruyor bana bu soruyu. Çünkü öyle farklı yöntemlerini gördüm ki “Pes” diyeceğim neredeyse.

 

Bilenler bilir, bu dönem Denizli Barosu Engelli Hakları İzleme ve Değerlendirme Komisyonu’nun başkanlığını yürütüyorum. Önümden o kadar çok ayrımcılık vakası geçiyor ki en acısı da elinin kolunun bağlı olması. Çünkü Türk Ceza Kanunu’nun ayrımcılığı düzenleyen maddesine eklenen nefret saikı şartı, insan duygusunu ispat yükümlülüğü ile karşı karşıya bırakıyor sizi. Bunca yıllık hukukçuyum, nefret saikı nasıl ispat edilir bilmiyorum. Her olay kendi içinde üzücü ama en çok vaktimizi alan ve henüz net bir çözüm bulamadığımız iki olaydan söz etmek istiyorum size. Çünkü bu olayda mağdur olanlar iki öğrenci ve mağdur edenler de sözüm ona eğitimci.

 

İlkokul 3. sınıfa giden otistik bir öğrenci var. Asperger Sendromu tanısı var ve ülkemizin saçma eğitim sisteminde kaynaştırma öğrencisi. Geçen yıl bu öğrenci ile ilgili çok farklı bir sorundan dolayı yine komisyonumuzun girişimleriyle okul değişikliği yapmıştık. O dönem şans olarak gördüğümüz, Denizli’nin sayılı okullarından birine kaydını aldırdık. Tabii ki ilk kayıt yapılan ve adına öğretmen denilen şahıs, “Sınıfımda otistik öğrenci istemem” diyerek çocuğun sınıfını değiştirtmiş. Öğrencinin gönderildiği ikinci sınıf öğretmeni şiddete dayalı eğitimi benimseyen, öğrencilere bağırıp çağıran ve hatta soruları doğru cevaplayamadıkları zaman cetvelle vuran bir eğitimci. Sizler de takdir edersiniz ki otistik bir öğrencinin böyle bir öğretmenle bağ kurması ve derse adapte olabilmesi mümkün değil. Öğrencinin eğitim sürecinde annesi de gölge öğretmen ya da kolaylaştırıcı olarak çocukla birlikte okulda kalıyor. Her teneffüs saatinde sınıf öğretmeni, anneye “Sizin çocuğunuz sınıfta sürekli bağırıyor. Dersi sabote ediyor. Söylediğim şeyleri yapmıyor” mealinde şikâyette bulunuyor. Anne, öğretmene “Hocam, bağırırsanız tepki gösterir. Ona sakin yaklaşmanız lazım. Emrederek değil, ‘’Yapabilirsin’’ şeklinde söylemeniz lazım. Yüksek sesten çok fazla etkileniyor” şeklinde uyarılarda bulunsa da “Beğenirse kalır, beğenmezse gider; bu saatten sonra eğitim tarzımı değiştiremeyeceğim” cevabını alıyor. Anne, okulun rehberlik servisi ile sürekli görüşüyor ve öğrencinin sınıfta bağ kuramadığını, sorun yaşadığını anlatıyor. Üstelik rehberlik servisinden durumun farkında olduklarını, sınıf öğretmeninin de aynı konulardan bahsettiğini söylüyorlar.

 

Bahsi geçen öğrenci, teneffüs saatlerinde kendi sınıfının karşısındaki sınıfta 3. sınıfları okutan bir öğretmenle çok güzel bir bağ kuruyor. Onunla sohbet ediyor, derslerinden ve öğretmeninden bahsediyor; okulda yapılan etkinliklerde o öğretmenle dans ediyor. Anne durumu gözledikten sonra söz konusu öğretmenle konuşarak çocuğunu onun sınıfına almak istediğini çünkü çocuğunun kendisi ile bağ kurduğunu ve bunun çok önemli olduğunu, kabul ederse çok sevineceğini söylüyor. Öğretmen, “Memnuniyetle kabul ederim. Hem ben onu çok seviyorum. Diğer çocuklarımla birlikte harika bir uyum yakalarız. Sınıfımda olmasını gerçekten çok isterim” diye cevap veriyor. Elbette anne havalara uçuyor ve soluğu okul müdür yardımcısının yanında alıyor. Durumu anlattığı müdür yardımcısı, “Hangi sınıfı istersen olur. Ama o sınıf olmaz. Çünkü o sınıfta benim kızım var ve otistik bir çocukla kızımın aynı sınıfta olmasını istemiyorum” deyip kestirip atıyor. Anne yaşadığı şokla bu kez okul müdürünün odasına atıyor kendini. Okul müdürü olayı dinledikten sonra, “Sen merak etme, ben halledeceğim. Şimdi çocuğu al, evine git ve benden haber bekle” diyor. Birinci dönemin son günlerine rastlayan bu olaydan sonra anne, çocuğunu alıp gidiyor ve haber beklemeye başlıyor.

 

Uzatılmış ara tatili bittikten ve dönem başlayıp üç hafta kadar zaman geçtikten sonra okuldan hala hiçbir ses çıkmayınca anne, Denizli Barosu Engelli Hakları İzleme ve Değerlendirme Komisyonu’na başvuru yapıyor. Biz başvuruyu değerlendirdikten sonra İl Milli Eğitim Özel Eğitim Şube Müdürü, İlçe Milli Eğitim Özel Eğitim Şube Müdürü ve okul müdürüyle görüşmeler yapıyoruz. Bu arada, “Ben bu öğrencimizi çok seviyorum. Sınıfımda olmasından çok mutlu olurum” diyen öğretmen, artık kimin etkisiyle olduğu bilinse de bilinmez, “Ben size öyle bir şey söylemedim. Ben o çocuğu sınıfımda istemiyorum” şeklinde bir telefon görüşmesi yapıyor anneyle. En sonunda okul müdürü tarafından baro temsilcisi olarak bizzat benim de bulunduğum bir toplantıda, çocuğun sınıfının değiştirildiği beyan ediliyor ve hemen ertesi gün okula gelip yeni sınıfında eğitime başlamasını söylüyor. Bu toplantı saat 15:30 sularında oluyor. Bizler bir ayrımcılığı daha çözümlemenin mutluluğuyla ertesi günü beklerken akşam saat 16:30 suları okul müdürü tarafından anne aranıyor ve “Ben öğretmen arkadaşı bir hazırlayayım. Siz yarın gelmeyin. Benden haber bekleyin” tarzı bir konuşma yapılıyor. Bir öğretmen, sınıfına gelecek bir öğrenci için neden hazırlanır, okul müdürü, öğretmeni öğrenci için nasıl hazırlar, anlayan varsa bana da anlatsın.

 

Toplantının yapıldığı çarşamba gününü izleyen cuma günü anneye sınıfın değişmediği ve çocuğun eski sınıfında devam etmesi gerektiği, okul rehberlik servisi ile yapılan görüşmede böyle bir gereksinim olmadığı, öğrencinin sınıfıyla hiçbir sorun yaşamadığı, öğretmeniyle de çok uyumlu olduğu bildiriliyor. Eh bu bildirimin sebebi de bilinse de bilinmez.

 

Bir başka olayda ise hem otistik hem de tekerlekli sandalye kullanan 7. sınıf öğrencisi babasıyla birlikte okula gelip gidiyor. Babası da öğrencinin eğitim aldığı okulda çalışıyor. Her şey yolunda. Ancak bu güzide okulumuza güzide bir müdür atanıyor. Devletine o denli bağlı, devlet malını o denli korumaya ant içmiş ki öğrencinin akülü tekerlekli sandalyesini okulun elektriğinden şarj edemeyeceğini, o elektriğin devletin elektriği olduğunu ve kişisel ihtiyaçlar için kullanılamayacağını ileri sürüyor.

 

İşte size iki olay. Neresinden tutup nasıl değerlendireceğiniz size kalmış. Hani bu ülkede eşitlik tamtamları çalınıyor ya, hani eğitimi 8 yıl zorunlu yaptılar ya, hani liseler 4 yıla çıktı ya, hani “eğitimde fırsat eşitliği” diyorlar ya, adına eğitimci denilen varlıkların, ki bu varlıklar bu sistemin ürünü, yarattıkları ayrımcılığın çözümü için bir parmak kıpırdamıyorsa küçücük çocuklar sadece yeti farkları var diye aylarca okul hayatından uzaklaştırılıyorsa devletin malini su gibi içip ekmek gibi yiyenler bir akülü sandalye şarjı için aslan kesiliyorsa “Hay sizin eğitiminize de sisteminize de zihniyetinize de” deyip susmak istiyorum. Devam edersem dergimizin akıbeti açısından iyi olmayacak. Ama eminim, bir gün gelecek ve bunların hepsinin hesabı sorulacak.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.