Toplam Okunma 0

Geçenlerde TV kanalları arasında zaping yaparken, 1998 yapımı Derin Darbe (Deep Impact) filmine rastladım bir kez daha. İzlediyseniz hatırlarsınız, Film dünyaya çarpacağı keşfedilen bir kuyruklu yıldızı yok etme çabalarını konu alıyor. Kuyruklu yıldızı yok etmesi için gönderilen mesih gemisi başarılı olamayınca ve dünyadaki canlı neslinin tükenme tehlikesi netleşince, B planına geçiliyor. Buna göre Amerika’da 1 milyon kişilik sığınaklar inşa ediliyor. Bu sığınaklara girecek kişilerin 800 bin kadarı ise kura ile belirleniyor. Ama kuraya katılma hakkı olmayanlar da var: 50 yaş ve üzerindekiler. Sonrası klasik Hollywood hikayesi. Kurtarma gemisindekiler büyük bir kahramanlık gösterip kendilerini feda ederek yıldızı parçalıyorlar vs. Dikkatimi çeken kısım 50 yaş ve üzerindekilerin böyle bir durum karşısında ilk gözden çıkarılan kişiler olması. Benzer bir kararı alanlar sakatlarla ilgili nasıl bir tasarrufta bulunurlardı dersiniz?

EEE bu yalnızca film diye mi düşünüyoruz? Gerçekte insanlar daha mı iyiler acaba? Garip bir tesadüf filmin hemen öncesinde bir haber düşüyor mail kutuma. Kısa mesafe gerekçesiyle koltuk değnekli birini taksiye almama olayı.

Bu haberin bağlantısını ararken, Google’da benzer içerikli o kadar çok bağlantı çıkıyor ki karşıma, meselenin ne kadar sıradan bir durum olduğunu ele veriyor adeta. İstanbul’da yaşayıp Taksilerle sorun yaşamayan bir sakat var mı çok merak ediyorum. Sakat olmayanlar için de durum pek farklı değil aslında. Hoş bu taksi şoförü yakalanmış habere göre ama anlatmak istediğim şey başka.

Uçaklarda her zaman uygulanmasa da var olduğunu bildiğimiz kuralı da hatırlamanın tam yeri burası. Eğer herhangi bir sakatlığınız varsa, esasında cam kenarında oturmanız gerekiyor. Nedenini gayet dürüstçe açıklıyorlar: Uçağın tahliyesi esnasında diğer yolcuları yavaşlatmamak. Üstelik bu kuralların yalnızca bize özgü olmadığı, genel sivil havacılık prensipleri olduğu iddia ediliyor.

Amacım biz ve diğer ülkeler kıyası değil zaten. Ülkemizde ve ABD’de yaşanan ırkçı söylemlerdeki yükseliş de bize özgü değil çünkü. 2010 sonrası dünyaya bir bakalım. Irkçı ve göçmen karşıtı partilerin ya iktidar olduklarına ya da oy oranlarını büyük ölçüde arttırdıklarına şahit olacağız. Şöyle basit bir internet taraması yaptığımızda 2014’ten bu yana yapılan hemen her seçimde aşırı ırkçı görüşleri olan partilerin başarıları açıkça hissediliyor. 2014’te Macaristan ve İsveç, 2015 yılında Yunanistan ve Polonya, 2016’da Avusturya, 2017’de Hollanda, Fransa ve Almanya, 2018’de de İtalya ve Brezilya’da yapılan seçimlerin ortak noktası ırkçı partilerin oy oranlarındaki ciddi yükseliş oldu.

Bu yazının derdi siyasi bir analiz de değil, fakat şu gerçeğin altını çizmek: 2010 sonrası dünyada yaşanan göç dalgaları ve ekonomik durgunluk, insanların tehdit hissetmesine sebep oluyor ve bu da farklılıklara daha az tahammül etmeleri hatta bunlara düşmanlık beslemelerine dek uzanan tepkiler göstermeleri sonucunu doğuruyor.

Son bir örnek daha vereyim. 2001’deki meşhur ekonomik krizimizi hatırlayalım. Yine yoğun bir döviz yükselişi, birçok insanın işini kaybetmesi, batan bankalar ve daha neler neler… Bu süreçte alınan ilk tedbirlerden biri ne olmuştu biliyor musunuz? Yapılan tüm indirimler ve sosyal harcamaların iptal edilmesi. Hatta beklendik biçimde sakatların en yoğun katılım gösterdikleri bir eyleme şahitlik ettik o yıllarda ve İstanbul’daki bedelsiz seyahat ayrıcalığı geri alındı.

Bir filmden nerelere geldik diye mi düşünüyorsunuz? Taksilerin engellileri almaması, uçaktaki oturma düzeni, dünyadaki seçim sonuçları ve 2001 ekonomik krizi. Bir alaka kuramadınız mı? Öyleyse arkamıza yaslanıp biraz daha derin düşünelim. Zihnimde tüm bu paragraflar neden serbest çağrışımla peş peşe dizilmiş olabilir? Anahtar kelimem maskeler. Toplumda herkes sosyal devlet, sosyal sorumluluk, yardım severlik, topluma hizmet adı altında saatlerce konuşuyor, yazıyor, kamu spotları çekiyor, güya farkındalık yaratıyor. Ama iş ciddiye binince ne yapıyor? Mesele yaşam hakkı, ekonomik refah, rekabet olduğunda nasıl bir eğilim gösteriyor? Yukarıdaki örneklere bu perspektiften bakmanızı öneriyorum.

Yazının açılışında paylaştığım şey yalnızca bir film senaryosu mu? Gerçekten dünya böyle bir tehlikeyle karşı karşıya kalsa sizce karar vericiler bizi nereye koyacak? İşte tartışmak istediğim bu. Taksi haberinde olayın geçtiği yer 4. Levent. Birçok insanın taksi beklediği bir mevkii. Taksi şoförü günlük yevmiyesini çıkarmak derdinde, sakat birinin gideceği kısa mesafeyi beğenmiyor. Nasılsa bekleyen çok elbet hava alanına giden birini bulur ne de olsa. Ama aynı kişi belki de bir hafta öncesinde bir başka sakatın eline para sıkıştırdı, birilerine sadaka verdi ve vicdanını rahatlattı dimi?

Hava yollarına ne demeli? Çoğu sakatlara karşı yaptıkları indirimleri, bastıkları Braille broşürleri ballandıra ballandıra anlatıyor. Fakat yaşamı tehdit eden bir kaza olursa? O zaman durum başka tabi. Kimin yaşama hakkı daha önemli? Ya bir sakat yüzünden sağlam biri hayatını kaybederse?

Peki demokrasi ve medeniyetin en ileri düzeyde olduğunu düşündüğümüz Avrupa’da niye ardı ardına farklılıkları istemeyen, göçmenleri evine göndermek isteyen partiler yükseliyor? Nerede kaldı hoşgörü, düşünce özgürlüğü, farklılıkların eşit yaşam hakları?

Kendi hatalarını yaptıkları yardım gösterileri ve abartılı sosyal şovlarıyla kapamaya çalışan politikacıları nereye koyacağız? 2001’de yaşanan sosyal haklardaki gerilemenin tekrarlamayacağını nasıl garanti edeceğiz?

Üzgünüm ama insanlığın taktığı bu maskeden nasıl kurtulabileceğimize ilişkin bir çözümleme yapmak elimden gelmeyecek asla. Tek yapabileceğim bu tabloya bir daha bakmamızı ve bir daha düşünmemizi tavsiye edebilmek. Sakatların, farklılıkları bulunanların, kısaca ezilen kitlenin kendisine dönüp yeniden ve yeniden bakması çok elzem. Neyi hak olarak görüyoruz? Neden sakatlarla ilgili mevzuatın çoğu indirim, kontenjan, muafiyet, refakat, yardım kelimeleriyle dolu. Niye sakatlığa ilişkin açılan ve kazanılan ayrımcılık davaları bir elin parmaklarını geçemiyor? Niçin siyasi partilerdeki sakat kitle temsili laf olsun düzeyinde kalıyor? Binlerce görme engellinin çalıştığı bir bakanlığın açtığı görevde yükselme sınavı kitaplarının neden hiç birisi erişilebilir değil? Ve nihayetinde tüm bunları eleştiren az sayıda insan, bizzat ezilen kitle tarafından niçin kadir kıymet bilmemek, haline şükretmemek, kendisine uzatılan yardıma nankörlük etmekle suçlanıyor?

Maalesef bu soruların da yanıtları yok bende. Ama şunu biliyorum: çoğumuz bugünkü rutin pozisyonlarımızı tehlikeye düşürecek adımları atmaktan korkuyoruz. Beterin beteri diye düşündüklerimizden ya uzak duruyoruz ya da onlara verdiğimiz sadakayla vicdanımızı rahatlatıyoruz. Birileri yaşam alanımızı tehdit edinceye dek iyi insan maskeleri takıyoruz. Ama damarımıza basıldığı an gerçek yüzümüzü gösteriyoruz. Bunlar nasıl değişir gerçekten bilmek imkânsız. Ama şunu söyleyerek bitirebilirim bu yazıyı: gerçek kurtuluş, kendisini üstün sananların diğerlerine verdikleri sadakalarla ve merhamet duygularıyla, veya eksik olduğunu kanıksamışların üstünlerden yardım ve lütuf dilenmesiyle sağlanamayacak. Gerçek kurtuluş tüm insanlığın kendisini diğeriyle kıyaslamadan birbirleriyle dayanışabilmesiyle mümkün olacak.

Kaynaklar

Almanya'da Merkel 4. kez genel seçimi kazandı, AfD yüzde 13 oyla Meclis'e girdi:

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-41380859

Avrupa'da faşizm iktidarda:

https://www.sabah.com.tr/gundem/2017/09/30/avrupada-fasizm-iktidarda

Brezilya Devlet Başkanı seçimlerini aşırı sağcı Jair Bolsonaro kazandı:

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-45758359

İtalya seçimlerine aşırı sağ ve popülistlerin yükselişi damga vurdu:

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-43285240

Kısa mesafe' gerekçesiyle yolcu almadığı iddia edilen taksi trafikten men edildi:

http://www.hurriyet.com.tr/yerel-haberler/istanbul/merkez/kisa-mesafe-gerekcesiyle-yolcu-almadigi-iddia-41007552


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.