Toplam Okunma 0
Yüksek binaları ve gökyüzündeki bulutları gördüğümüz karikatürde arkası dönük, ellerini belinde kavuşturmuş ve kafasında huni olan bir adam,  arkasında ona doğru bakan ve kafasında huni olan diğer adama “Herkes bize farklıyız diye gülüyor. Ben de onlara gülüyorum” diyor.  Diğer adam “Neden?” diye soruyor. Arkası dönük adam cevaplıyor “Çünkü hepsi aynı”.

Türkiye’de “mahallenin delisi” diye bir deyim ve işaret ettiği bir olgu var. Kimilerinin hakaret olduğunu zannettiği bu ifade çok ciddi bir gerçekliğe işaret ediyor. O veya bu sebeple tedavi desteğinden yoksun kılınmış ve muhitin insafına bağlı koşullarda yaşayan psikososyal engelliler.

 

Eğer herhangi bir nöroçeşitlilik ya da bizatihi “deli” olduğunuz için mahallenizde, güvende olmanız gereken bölgede “deli” muamelesi gördüyseniz bu isimlendirme sizin için tetikleyici olabilir. Doğal olarak…

 

Ama mevzuya biraz soğukkanlıca ve belli bir mesafeden bakarsak bahsettiğimiz deneyimin insan haklarının neresine düştüğünü görmeye başlayabiliriz.

 

Tabii ancak “Bizde delileri severler, mesela köyün delisi…” palavrasına tutunma hevesimiz düşükse fark ederiz bazı tutarsızlıkları.

 

Zira mahallenin delisi olarak tanınan psikososyal engelli esnaf, komşu, akraba demeden bazı iyi insanların iyi niyetli destekleriyle hayatını sürdürür, dolayısıyla bu yerli ve milli yalanın tuzağına düşmek de olağandır.

 

Kimi gıda desteği sunar, kimi kıyafet verir o deliye. Bazısıysa desteğini onunla selamlaşarak, havadan sudan sohbet ederek gösterir. Yani muhitten herhangi bir insan yerine koyarak…

 

Gelgelelim mahallenin delisi aynı zamanda muhitin bir kısım zorbasının “Şuna bak!” diye işaret ettiği ve etrafını da onunla dalga geçmeye çağırdığı bir engellidir. Kiminin tikleri, diğerinin öfkelenmesi, berikinin takıntıları birileri için komiktir ve muhatap zaten tam insan olmadığı için kendisiyle gönlünce dalga geçilebileceğini zannedenler hep vardır.

 

Epigenetik, travmalar vs. derken bir tesadüf nöroçeşitli olarak doğmuş o kronik psikiyatri hastası, birileri için fena halde karikatürdür.

 

Haysiyeti olabileceği, etrafta ailesinin tanışlarının olabileceği akla gelmez, gülmek için vesile kılınacak bir nesnedir. Zaten bir kişiye “deli” dendiğinde insana dair birçok şey akla gelmez ve sağlamcı, damgacı yalanlar işlemeye başlar zihinlerde.

 

Akla gelmeyen sorulardan bir tanesi bu mahallenin delisinin neden bütün gün sokaklarda dolandığıdır. Belli saatlerde evine çekilebilen deli, mesela Belediyeci Hakan, ne hikmetse bütün gün sokakları tavaf ediyor olabilir.

 

Eğer durum böyle ise hemen şüphelenilmesi gereken şeylerden bir tanesi, onun barınmasını sağlayan ailenin onu evde istememe ihtimali.

 

Hakan Abi oradan buradan bulduğu eşyaları kapısını tıklattığı ve onu kovalamayan kişilere satarak, bazı kişilerin de çöplerini atarak ya da eşyasını taşıyarak para toparlamakla geçiriyor. Yaz kış demeden akşam dokuza ona kadar evine giremiyor. Kendi anahtarı yok.

 

Gün içinde bir yerlerde çorba içerse içer ama o para ona değil ablasına ve eşine ait. Tıpkı malulen emekli maaşına el konduğu gibi Hakan Abi’nin toparladığı paraya da el konuluyor evinde. Çarşıya yaklaştıkça dalga geçenlerin, suratına gülenlerin arttığı Hakan Abi, maddi istismar altında yaşayan bir psikososyal engelli.

 

Aslında Hakan Abi şanslılardan. Yazları da ailesinin yanında kalabiliyor. Yaşadığım semtte her yaz deli sayısında bir artış yaşanıyor. Evi barkı olduğunu bildiğimiz bazı deliler de aileleri tarafından “Nasılsa millet besliyor, yazın üşümez de” diyerek sokağa atılıveriyor.

 

Gerçi kendi semtinde olmak da avantaj sayılır hani. Çünkü her yaz çevre ilçelerden semtimize bırakılan yabancı deliler var bir de. Sonbaharın gelmesiyle aileleri gelip alıyorlar. Yaz boyunca esnaftan dayak mı yediler, uyumaya çalıştıkları yere polis mi çağrıldı, aç mı kaldılar?.. Dert değil.

 

Adını henüz öğrenemediğim bir genç var bir de semtimizde. Kırk yılda bir karşılaşıyoruz ve her sohbetimizde bir köpek seviliyor oluyor. Köpekle dolaşan ya da sokak köpeği seven herkesi sohbet arkadaşı ediyor kendine. Kendi köpeğinin nasıl kaçırıldığını anlatıyor her karşılaşmada. Üzüntüsünü, özlemini adını koyarak paylaşıyor. Aslında psikososyal engelli mi başka bir nöroçeşitliliği mi var, bilemediğim bu gence arkadaşımın verdiği tepki “Ya köpeğimi kaçırırsa, çok korkuyorum.”

 

Hayatın doğalında köpek sevgisini, üzüntüsünü, özlemini öyküleyen kimseden korkmayan arkadaşım, mahallenin bu delisinden korkuyor çünkü aklıevvelciliğin* birinci kuralı “Deliler tehlikeli” ön kabulünden vazgeçmemektir.

 

Mahallenin delilerinin sık karşılaştığı sorunlardan biri, farklı davranışları nedeniyle polisle muhatap edilmeleri. Ki bu denk geldiğiniz memura göre tehlikeli de olabilecek, şanslıysanız teskin edici de olabilecek bir deneyim. Ancak yeterince şanssızsa bir engelli, polisin onu zorla bakım evi veya bölgenin akıl hastanesine sevki de söz konusu olabilir. Zorla tedavinin hayırlı sonuçlara vesile olmadığı Dünya Sağlık Örgütü tarafından da kabul ediliyor olmasına rağmen bir komşu veya yabancı nedeniyle iyi-kötü düzeninden koparılmak ve zorla psikiyatrik tedaviye maruz kalmak iyileştirici değil, tıbben zararlı kabul ediliyor bir süredir.

 

Geçenlerde bana dokuz metre mesafede oturan ve esnafça zararlı kabul edilen bir başka deli için polis çağrıldı. Polisi çağıranlar onun evinin bir sokak ötesindeki marketin çalışanları. Yani onun kimin nesi olduğunu da huyunu suyunu da bilen kişiler. Sebep, marketin dört metre ötesinde bağırarak küfrediyormuş. Tabii ki hoş değil, değil de hepimiz biliyoruz ki Umut genelde sinirli dolanır. Bir kısım halüsinasyonla sıkı bir kavgaya tutuşmuş halde yürür ve arada küfürlü de konuşur. Tam yanından geçerken azıcık duyarsınız o diyalogları.

 

Belli ki bu sefer çok dolmuş ve her zamanki kavga repliklerini kendi kendine anlatacağına haykırmak istemiş. İzini sürdüğüm, hikayelerini dinlediğim 12 senede Umut’un kimseye vurduğu, saldırdığı ya da bağırdığı kimse yok. Gene de ona polis çağırıldı. Çünkü Umut, mahallenin “zararlı” olarak işaret ettiği delilerden.

 

Umut, %60 engelli annesi ve zihinsel engelli kardeşiyle birlikte sefalete terk edilmiş bir evde yaşıyor. Annesi zamanında bu evde fuhuş ile geçindirmiş oğullarını. Benim tanıklığım döneminde fuhuş artık bitmiş, onun yerine hurdacılık başlamıştı. Oradan buradan çaldıkları veya buldukları demir parçaları almaya bir kamyon geliyor belli aralıklarla. Umut bu eve bazı insanlardan aldığı sütü, yoğurdu, suyu taşıyor sıklıkla.

 

Polisin müdahale ettiği günden beri Umut ortalarda yok. Muhtemelen bir bakım evine tıkalandı. Açıkçası Umut zorla evinden, ailesinden alınıp bir yerlere kapatılmaktan, saçının kazınmasından pek hoşlanmıyor. Çünkü Umut ne zaman bir yerlere kapatılıp sonra saçları kazınmış geri dönse hiç yapmadığı bir şey yapıyor. Sokağa işiyor. Sadece birer kere, bakım evi ya da hastanede tedavi sonrasında.

 

Zaman zaman acı dolu çığlıkların da geldiği bu aile evinin etrafındaki esnaf ve komşular ne Umut ile ne annesi ya da kardeşi ile selamlaşıyor. Bugüne kadar kuru ekmek vermişlikleri yok o evdeki üç engelliye. Turizm sahnesini bozan bu evin bir an önce boşaltılmasını istiyorlar sadece. Artık bu üç engelli nereye giderse gitsin.

 

Bu arada sizce ben Umut’un, annesinin ve kardeşinin engellilik oranlarını niye biliyorum yahu? Aslında ben Umut’un kullanmadığı ilaçlarının adını, yaşını, soyadını da biliyorum. CİMER sağ olsun… Bir dönem bir arkadaşla oturduk CİMER’e yazdık. Bu evde maddi istismar ve şiddetten şüpheleniliyor diye. Bize cevaben “Onu tespit edemedik, bunu tespit edemedik” diyen ve tüm mahrem bilgilerini ortaya döken bir cevap geldi. İster mahallenin ister kendinizin delisi olun, devletin hasta/engelli mahremiyetiyle ilgili durum bu.

 

Sağlık ve engellilik durumları, ekonomik koşulları ilçe sosyal hizmet uzmanlarınca da belediyece de bilinen bu üç kişilik aile, kaderleri içinde debeleniyor ve hijyen yokluğu, açlık, zaman zaman da şiddet yaşamaları kimsenin umurunda değil. Yazlar hariç… Turizm sahnesini bozmaları istenmediği için devlet sadece yazları bakıma ya da tedaviye götürüyor iki kardeşi. Niyeyse bugüne kadar kışın tedaviye gönderilmişlikleri yok.

 

Gördüğünüz gibi buralarda çok fazla “mahallenin delisi” var… Maddi istismar, cinsel istismar, şiddet, mobbinge varan itibar linci gibi şahane deneyimlerden birine denk gelmeleri oldukça olası ve “Bizde delileri severler” yalanının üstünü örttüğü gerçekler ne yazık ki bu derece çirkin.

 

Hemen her sene iki üç tanesi anaakım medyaya düşen “köyün delisi” durumları var bir de. Köyde yaşayan zihinsel veya psikososyal engelli genç kadın ya da erkeğin topluca, senelerce köyün cinsel ihtiyaçları giderme nesnesi ilan edilmesi...

 

Anlattığım hikayelerin detaylarını öğrenmek için kasabanın yerlilerine sorular sorduğumda en çok karşılaştığım cümle, “Bu yeni bir şey değil ki!” Mide bulandırıcı bir sürü detaylarla bezeli bu insan hikayelerinin en acı yanı bu benim için.

 

“Mahallenin, köyün vs. delisi” diye anılan psikososyal engelliler çeşit çeşit ihmal, hak ihlaliyle yaşarken onlara yapılan her muamelenin doğal ve olağan olması. Detaylardan haberi olan devlette görevli veya değil onlarca, yüzlerce insanın umursamadığı bir şiddet sarmalında yaşayan psikososyal engelliler hiç kimsenin “engelli kardeşi” dahi değil. Onlar Türkiye’nin sevdiğini iddia ettiği bir avuç “deli.”

 

 

Dipnot:

 

Aklıevvelcilik (Sanism), kendini “normal” addeden kişi, kurum ve toplumların lehine işleyecek şekilde nöroçeşitli, psikososyal ve zihinsel engelli veya psikiyatrik süreçler yaşayan yurttaşlara yönelik bilinçli ya da bilinçsizce uygulanan önyargılara dayalı sistematik ayrımcılık türüdür.

 

Aklıevvelcilik; mantıksız mitler, klişeler, hurafeler, kalıp yargılar, sözel ve davranışsal mikro saldırganlıklar aracılığıyla sosyal, ekonomik, eğitim, sağlık gibi alanlarda eşitsizlik, hak ihlalleri ve adaletsizlik üretir.

 

Damgalama (Stigma) ve kişiyi kontrolünde olmayan belirtiler üzerinden etiketlemek aklıevvelciliğe hizmet eden önemli bir araçtır.

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.