Toplam Okunma 0

Bir işin dönüm noktalarına varmak kıymetli ve anlamlıdır. Şöyle bir durup geriye dönüp bakma ve yeniden gözden geçirme için bir soluk alma fırsatı verir size. Bir işe verdiğiniz emeği, kat ettiğiniz mesafeyi, ne süredir o yolculukta olduğunuzu gösterir. Derginin 100. sayı dönümünde ben de engellilik alanındaki kilometre taşlarımı düşündüm. Başlangıç hikâyemi derginin Şubat 2015'teki on ikinci sayısında “Benim Hikâyem” başlıklı yazıda anlatmıştım.  Engellilik çalışmaları ile ilgili esas dönüşümüm ise dergiyi takip etmeye ve sonrasında dergide yazmaya başladığım döneme denk geliyor.

 

Dergideki değerli arkadaşlarım, her ay yayına hazırlanma sürecindeki tüm o tartışmalar, okuduğum yazılar, yazılara verilen geribildirimler, oralardan varılan başka okuma ve düşünme pratikleri derken şimdi ayakları daha yere basan ve hak temelli yaklaşımı içselleştirme yolunda bir Pınar var.

 

Bu süreçteki yolculuğumu somutlaştırmak ve kendime de not düşmek için örneklendirmek isterim. Hatırlıyorum yıllar önce kör bir arkadaşımla karşılaşıp sohbete başladığımızda ve bana nişanlandığını söylediğinde, ilk sorum şu olmuştu: “Nişanlın da kör mü?” Bugün geldiğim noktada ise benzer bir sohbette bunu merak etmeyeceğimi biliyorum. Çünkü tanıdığım insanlar, dinlediğim hikâyeler ve paylaşılan günlük yaşam pratikleri, kişinin kendisini engelinin önüne koyabildiğim bir bakış açısını kazandırdı.

 

Eskiden “kör mimar” gibi birbiriyle çelişik görünen iki kavramı yan yana duysam “Ama körler nasıl mimarlık yapabilir ki?” diye düşünürdüm. Şu an benzer bir ifade de ilk aklıma gelenin “Acaba nasıl bir düzenleme ile ya da hangi destek teknolojisi ile bu işi yapabilir?” olduğunu fark ediyorum. Çünkü farklı yöntemlerle nelerin nasıl yapılabildiğini ilk ağızdan pek çok kere dinledim.

 

Kuzey İrlanda’da bulunduğum dönem Kraliyet Ulusal Körler Akademisi’nde (RNIB) yetişkin kör gruba sanat ve spor etkinliklerinde gönüllü destek vermek için çalışmaya başlamadan önce zorunlu olarak engellilik farkındalığı eğitimini almıştık. Bu eğitimdeki uygulamalardan biri de görüş gücümüzü çeşitli derecelerde etkileyen gözlükleri takıp para sayma, gazete okuma gibi farklı görevleri yerine getirmekti. Türkiye'ye dönünce, arkadaşım Engin Yılmaz'la buluştuğumuzda bu eğitimi burada geliştirip yapmayı teklif ettiğimde ve Engin, “Pınar yani bunun ne katkısı olacak?” dediğinde bu müthiş fikre neden karşı çıktığına şaşırmıştım. Şimdi ise engelliler haftasında yapılan göz bağlama ya da tekerlekli sandalyeye oturup bir yerden bir yere gitme etkinliklerinin ciddi bir vakit kaybı ve emek israfı olduğuna inanıyorum. Çünkü haklar yasalarla güvence altına alınır ve böyle bir sistem kurulduğunda kimsenin kişisel takdirine, anlayışına ya da empatisine zaten gerek kalmayacaktır.  Dolayısıyla mücadele ve kazanım, hak temelli söylem ve pratiklerle sağlanmalıdır.

 

İşte tüm bunları düşündüğümde tanışıklığın, bir arada olmanın, paylaşımın; bir başka deyişle karşılaşmaların engellilik alanındaki düşüncelerimin şekillenmesinde ne kadar önemli olduğunu fark ettim. Yakınlık ve temas mesafeleri azaltıyor, bazen anlamayı kolaylaştırıyor, bazen sıradanlaştırmamıza yardımcı oluyor. O büyük boşluklar, korkular ya da hayret etmeler uçup gidiveriyor ve insana ait her türlü hal doğallaşıyor. Ve kendi adıma en büyük kazanımım, vardığım bu noktanın bana yalnızca engellilik alanında değil hayatın tüm diğer alanlarında da daha geniş bakabilme becerisi kazandırması oldu.

 

Son olarak “Nice yüzüncü sayılara” derken EEEH Dergi’ye ve tüm arkadaşlarıma bir kez daha teşekkür ediyorum.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.