Toplam Okunma 0

Tam bir yıl önce, size yaz şarkıları hediye etmek isterdim diye başlamıştım söze. Özlemlerimi ve yaşamak zorunda kaldıklarımızı sıralamıştım sonra. Bir yıl sulara karışmış. Bir yıl daha tüketmişiz ömrümüzden. Hayat akıp gitmiş.  Akmaya devam ediyor. Önüne gelen her şeyi sürükleyerek yolunda ilerliyor. Özlemlerimiz bile değişiyor, farklılaşıyor. Bizim mücadele etmek zorunda kaldığımız belli saçmalıklar değişmiyor. Hayatın bütün devinimine inat yerinde saymaya devam ediyor. Bütün yaratıcılığımıza, yaşam motivasyonumuza saldırıyor. “Geriye dönmeyi sevmem.” diyor Nazım. Ben de sevmem ama sürekli aynı şeyleri anlatmak zorunda kalıyorum. Yaşam kalitemizi düşüren şeyler, yazın kalitemizi de düşürüyor. Sürekli belli konuları işlemek zorunda kalıyoruz ve ne kadar uğraşırsak uğraşalım bir yerde tekrara düşüyoruz. Oysa “Hayaller, yaklaşmakta olan gerçeklerin gölgeleridir.” diye yola çıktık ve dün hayal olan birçok şeyin bugün gerçek olmasına muktedir olduk.

Yolumuzda sağlam adımlarla yürürken, kendi dar dünyalarından çıkamayanların tarih öncesi kalıntıları yollarımıza fırlatması küçük duraksamalara, moral bozukluklarına yol açıyor. Mecburen bunları dile getiriyoruz. O nedenle, sayfalarımıza damlayan öfkenin dozu artıyor. Öfke, rüzgâr gibidir. Sarsar, diri tutar. Kalıplara girmemizin önündeki en büyük engeldir. O nedenle, öfkemi yatıştırmayı fazla sevmem ve gündelik hayatta bize yaşatılanların çözümünde en büyük etkenlerden birisi olduğunu düşünürüm. Evet, öfkeliyim ve öfkem dinmiyor. En sıradan işimizi halletmek için bile saatlerce uğraştırılmaktan, zaman kaybetmekten, öfkelenmekten ve en vasıfsız insanın bile kısa sürede halledebildiği işleri halledememekten sıkıldım. Bu cümleyi okuyan çok duyarlı arkadaşlardan bazıları, körlüğüme isyan ettiğimi sanar. Oysa direk onların önüme döşemiş olduğu bariyerlere isyan ediyorum. Bir yıl önce yazdığım şeyleri bugün yaşamak zorunda kalmaktan, 33 yıldır aynı aptallıkları yaşıyor olmaktan çok sıkıldım.

Herkesin yaptığı gibi bir mağazaya gidiyorum. Almak istediğim ürünü seçiyor ve ödeme yapmak için kasaya yöneliyorum. On metre öteden kasaya yaklaşan zararlı cismi gören görevli panter gibi atılıyor. “Şahidiniz var mı?” “Hayır.” diyorum. “Şahitle işlem yapmak istemiyorum.” “Kurallarımız böyle.” diyor. “Kurallarınız beni ilgilendirmiyor.” diyorum. “Çok üzgünüm. Mağaza müdürüne gidin.” diyor. Ben de üzülmesine gerek olmadığını, onun herhangi bir suçu olmadığını söylüyorum. Emri altında çalışanlara saçma sapan davranmaktan başka bir vasfı olmayan müdüre hanım, muzaffer bir edayla konuşuyor. “Kurallarımızı esnetemiyoruz.” Borçlar kanununa kadar anlatıyorum. “Öyle bir şey mi var?” diyor. Öfkem tavan yapıyor. “Açın, internetten bakın.” diyorum. “Beceremiyorsanız, ben açayım.” diyorum. Seslerimiz yükseliyor. “Birbirimize olan saygımızı yitirmeyelim.” diyor. Bana saygısızlık yapıldığını, kişisel haklarımı korumaya çalıştığımı söylüyorum. Bana ürün satmayacağını söylüyor. Ben de almayacağımı söylüyorum ve “Hasiktir” deyip çıkıyorum. Yoldan geçen herhangi bir insanın beş dakika içerisinde çözebileceği bir olayı, saatlerce uğraşıp çözememiş oluyorum. Kısa süre sonra telefon almak için bir mağazaya giriyorum. Benden vasi soruyor. İki saate yakın uğraştırıyor. Sonra işlemi tamamlamayı beceremiyor ve vasisini çağırıp işlemi sonlandırmasını söyleyerek mağazayı terk ediyorum. Başka bir mağazada on dakika içerisinde telefonumu alıyorum. Aynı günün akşamı sosyal medyadan Şeyma Büyükurvay’ın başına gelen olayları okuyorum. Tüm yaşadığım öfkenin bin katını yaşıyorum. Başım dönüyor, ellerim titriyor. Aracına binen yolcu görmüyor diye onun adına karar verip alakasız bir durağa götürmek, “Ben, sana iyilik yapıyorum.” demek ve yolcuyu yolun ortasında araçtan indirmek. Şerefsizlik dalındaki Nobel ödülüne aday gösterilebilir kendisi. Bir de “Ben, seni bedava taşıyorum.” demiş. Hayatında bir haksızlığa sesini çıkarabilmiş mi acaba? Kendisinden güçlü gördüğüne karşı hakkını savunabilecek kadar cesaretli olmuş mu? Yabancılaşmanın canlı örneği olarak gösterilebilir şoför abimiz. Ne yazık ki toplum onun gibilerle dolu. Çürüme, en hassas damarlarımıza kadar işlemiş.

Durumun ne kadar vahim olduğunu son süreçte yaşananlar da gösterdi. Sonuç olarak biz büyük hedeflerimize yürürken, bir saniye durur yolumuz üzerindeki engelleri yana çekip hızımızı kesmeden devam ederiz. Kendi kalıplarında yaşayanlar da oldukları yerde çabalamakla yetinirler. Yolumuz uzun. Böyle saçmalıklara ayıracak zamanımız yok. O zaman yürüyelim. Bir Nazım şiiriyle bitireyim yine. Mücadele ve aşkla kalın.

 

Yürümek

 

Yürümek yürümek; yürümeyenleri

Arkasında boş sokaklar gibi bırakarak,

Havaları boydan boya yarıp ikiye

Karanlığın gözüne bakarak yürümek...

Yürümek; dost omuz başlarını

Omuzlarının yanında duyup, kelleni orta yere

Yüreğini yumruklarının içine koyup

Yürümek... Yürümek;

Yolunda pusuya yattıklarını,

Arkadan çelme attıklarını bilerek

Yürümek... Yürümek; yürekten

Gülerekten yürümek...


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.