Toplam Okunma 0

Merhaba değerli okurlar.

Bu ay sizinle erken çocukluk döneminden itibaren başlayan koruyucu aile tutumlarının görme engelli çocukların gelişiminde ne gibi etkileri olduğu üzerine deneyimlerimi paylaşmak istedim. Özel eğitim alanında uzun yıllardır çalışan bir eğitimci olarak birçok ebeveyn ile birebir iletişim kurma ve ebeveynlerin çocuklarıyla olan iletişimlerini gözlemleme fırsatı buldum.

 

Bilindiği üzere her anne-baba sağlıklı bir bebek dünyaya getirmenin hayalini kurar, bizim kültürümüzde hep bir çocuğun dünyaya gelmesi evresinde “Eli, ayağı düzgün olsun, sağlıklı olsun da kız-erkek fark etmez” şeklinde dualar edilir veya dileklerde bulunulur. Aslında bunların hepsi gayet doğal isteklerdir. Ancak durum beklenen ve arzulanan şekilde gerçekleşmediğinde anne-babaların sağlamcılık üzerine kurduğu tüm hayaller yıkılır, umutlar kırılır. Ebeveynlerin psikolojik süreçlerinde değişik evrelerden geçtikleri görülür. Kimi uzun süren bir şok dönemi yaşarken, kimi reddetme, kimi de derin bir suçluluk duygusu yaşayabilir. Tüm bu süreçlerin atlatılması hiç de kolay olmaz. Tabii bir de çevre faktörü var ki aileleri sıkıntılı dönemlerinde yaşadığı güçlüklerle baş başa bırakırken, olmadık zamanlarda yerli yersiz konuşmalar yaparak onları daha da zorlu bir süreç içine sokabilir. İşte saydığım tüm bu nedenler ve sayamadığım daha birçok sebeple anne-baba, görme engelli çocuğuna karşı aşırı koruyucu bir tutum izleyebilir.

 

Erken çocukluk dediğimiz 0-3 yaş, bir bebeğin gelişimi için en kritik dönem olarak kabul edilir. Gören bebeklerin görerek ve çevreyi taklit ederek tüm öğrenmelerini gerçekleştirdiği bu dönemde, görme engelli bebek daima korunur. Çünkü birçok anne-babaya göre, onların çocuğu görmüyordur ve bunun sebebi anne-babanın kendisidir. Erken dönemde ebeveynleri destekleyecek, yönlendirecek, danışmanlık hizmeti verecek erken müdahale programlarının ülkemizde yeterince bulunmaması ve uygulanmaması sebebiyle ebeveynler, kendi çözümlerini kendileri çoğunlukla el yordamıyla bulmaya çalışırlar. Birçok anne-babaya göre çocuklarının güvenliği her şeyden önemlidir. Çocuklarının başına olumsuz bir durum gelmesin, bir de bu olumsuzluğa sebep olmasınlar diye aşırı koruyucu bir tutum sergilerler. Çocuklarının, dökerek de olsa yemek yemelerine fırsat vermezler, çarpmasınlar diye her türlü engeli ortadan kaldırırlar, kıyafetlerini giyinip çıkarmalarına destek olmak yerine tamamen kendileri yaparlar. Daha bunun gibi birçok örnek sıralamak mümkün. Bu örnekleri çeşitlendirmek hiç de zor değil. Ancak ben bu yazımda anne-babaların ne gibi yanlış tutumları olduğunu sıralamaktan ziyade, bu tutumların görme engelli çocukların gelişimine ne gibi etkileri olduğu üzerine bir şeyler söylemek istiyorum.

 

Erken çocukluktan itibaren her şeyi elinin altında bulan görme engelli bir bebek, görsel uyaranlardan yeterince yararlanamadığı için keşfetmeyi öğrenemez. Aslında keşifler planlı olmaz, birdenbire denemeler esnasında gerçekleşir. Ancak görme engelli bir bebeğe her şeyi olduğu gibi keşfetmeyi de öğretmek gerekir. Nesnelerden ses çıkararak çocuğun dikkati çekilebileceği gibi; nesneleri hareket ettirerek de çocuğun farklı yönlere yönelmesini sağlamak, onun bebeklik döneminde büyük kas gelişimine katkı sağlarken, yetişkinlik döneminde bağımsız hareket becerilerinin gelişmesini doğrudan olumlu yönde etkileyecektir.  Görmeyen çocuklarda merak uyandırmak, yönelim becerilerini arttırmak, onların beden kontrolünü sağlamalarına, yön duygularının gelişmesine, farklı doku, ses, koku gibi duyularını daha fazla kullanmalarına ve görme duyusunun eksikliğini diğer duyularıyla erken yaşlardan itibaren tamamlamalarına büyük katkılar sağlayacaktır.

 

Merak ve keşfetme duygusu gelişen çocuğun tüm gelişim alanları bundan doğrudan etkilenecektir. Çünkü gelişim alanları birbiriyle etkileşim halindedir; Hem birbirini etkiler hem de birbirinden etkilenir. Örneğin, 1 yaşındaki görme engelli bir bebek, bir nesneye doğru hareket ettiğinde, büyük kaslarının yanı sıra küçük kas gelişimi de olumlu etkilenir. Çünkü o nesnenin yanına ulaştığında, onu eline alıp inceleyecektir, bunun için de el ve parmak kaslarını kullanacaktır. Yavaş yavaş konuşmaya başladığında, o nesnenin adını soracak, adını söyleyemese bile adını öğrendiğinde alıcı dil becerileri gelişecek, zamanı geldiğinde de ifade edici dil becerilerini kullanarak kendini ifade edebilecektir. Aynı zamanda ne kadar çok uyaran alırsa, o kadar çok iletişimi gelişecek, sosyal becerileri olumlu yönde artacaktır.

 

Çocukluktan itibaren ebeveynler görme engelli çocuklarına ne kadar öğrenme fırsatı verirlerse, onların hareket etmelerini sağlarlarsa, onlarla iletişim halinde olup onların da kendi istek ve kararlarını dikkate alırlarsa, görme engelli çocukların da gelişimi o kadar olumlu olur. Ancak sürekli kısıtlayıcı ortam sunulduğunda, koruyucu tutumlar ağır bastığında, görme engelli çocuğun gelişimi olumsuz yönde etkilenir. Bu durum belki erken çocukluk, okul öncesi, ilkokul dönemlerinde o kadar dikkat çekmeyebilir. Çünkü biz toplum olarak koruyucu aile tutumlarını benimseyen bir toplumuz ve tüm çocukları olduğu gibi görme engelli çocuğun da hatta ziyadesiyle korunması gerektiğini düşünürüz. Fakat anne-baba olarak atlanan çok önemli bir detay var ki gören çocuklar birçok şeyi taklit yoluyla öğrenir. Kimse oturup da gören bir çocuğa kaşık tutmayı, yemek yemeyi bir ders gibi öğretmez. Gören bebekler de mama sandalyesinde masada ebeveynleriyle otururlar ve aslında çaktırmadan büyüklerini gözlemlerler, elleri kaşık tuttuğu ilk anda da döke saça da olsa yemeye başlarlar. Oysa görme engelli bebeklerde öğrenme çoğunlukla taklit yoluyla gerçekleşmez. İlk başta bir yetişkinin mutlaka bir beceriyi aşama aşama göstermesi, önce yanında durup çocuğun elinin üstünden tutarak, daha sonra da arkasına geçip yönlendirerek birebir öğretmesi gerekir. Bu, yeme-içme, giyinme-soyunma, kişisel temizlik ve bakım gibi birçok konuda geçerlidir. Erken çocukluk döneminden itibaren yaşı, gelişim durumu ve potansiyeli doğrultusunda görme engelli çocuklar da öğrenmeye teşvik edilmelidir, fiziksel uygunluğuna ve gelişim durumuna göre gerekli birçok beceride güçlendirilmeleri gerekir. “Sen yapma, ben yaparım; sen yeme, ben yediririm; sen giyme, ben giydiririm” gibi cümleler görme engelli çocuğun o an rahat etmesini sağlayabilir ancak ilerleyen dönemlerde tüm bunlar olumsuz bir alışkanlığa dönüşebilir ve değiştirmesi çok zor sonuçlar doğurabilir. Erken çocukluktan itibaren özellikle anne-baba tarafından sergilenen koruyucu tutumlar belki çocuğun o anını kurtarıyor gibi görünebilir ancak özellikle yetişkinlikten itibaren ciddi sıkıntılar yaşamasına sebep olabilir.

 

Yazımı küçük birkaç anekdotla sonlandırmak istiyorum. Bir gün belirlediğimiz bir öğrenciyi bir kampa göndermek istedik. Öğrencimiz 6. Sınıfa devam ediyordu ve akademik olarak gayet başarılı ve sosyal olarak da uyumlu bir öğrenciydi. Annesine kampın üç-dört günlük olduğunu söyleyip içeriği hakkında ayrıntılı bilgi verdim. Annesi, kampın içeriğini çok beğenmişti ancak bana çocuğunu bu kampa gönderemeyeceğini söyledi, nedenini sorduğumda, çocuğun kendi ihtiyaçlarını karşılamada sıkıntı yaşayabileceğini ekledi ve sonuç olarak çocuğunu bu kampa göndermedi. Oysa, çocuk12 yaşındaydı, potansiyel ve gelişim olarak da gayet uygundu ancak anne o kadar alışmış ki çocuğunun tüm öz bakımını gerçekleştirmeye ve çocuğu da o kadar alıştırmış ki bu rahatlığa, ne dediysem ikna edemedim. Bir başka anekdot daha paylaşmam gerekirse, bir gün bir öğrencim annesiyle birlikte derse gelmişti, kuruma girerken galoş giymesi gerekiyordu, bir baktım, çocuk oturmuş, ayağını kaldırmış öylece bekliyor, annesi galoşunu giydiriyor. Sorulduğunda ise “Acelemiz var, derse geç girmesin, bir kerelik giydirdim.” diyor. Oysa çocuk derse beş dakika geç girse ama kendi işini kendisi yapsa, bu akademik başarıdan daha önemli bir kazanım diye düşünüyorum. Çünkü akademik başarı belli bir çalışmanın ürünüdür ve istekli olunursa mutlaka elde edilir. Ancak bu tür günlük yaşam becerilerinin belli bir yaştan sonra kazanılması çok zordur, gelişim belli bir zamandan sonra yavaşlar ve bundan sonra yeni bir becerinin kazanılması erken çocukluktaki kadar kolay olmaz.

 

Kısacası anne-babalar çocuklarının o anını değil, hayatını kurtarmak istiyorlarsa, koruyucu tutumu bir kenara bırakmalı, onlara sorumluluk alma, karar verme ve kendini gerçekleştirme fırsatı vermelidirler.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.