Toplam Okunma 0

Sayı 35, Ocak 2017

 

İnsan kendini nerede arar diye soruyordu, bu korkunç yere geldiğinde. Meydanın güvenli olduğunu düşündüğü bir noktasında durdu, hangi yöne bakacağını bilemeden, çevresini izlemeye başladı, meydana biçimsizce yayılmış otobüs durakları arasında canavarca homurtular çıkararak ilerlemeye çalışan bir sürü motorlu araç, az ilerde akbil ve turnike seslerinin hiç kesilmediği tramvay durağı, şoförünün elini çekmeksizin kornasına asıldığı bir araç, kesik sinyal sesleriyle geri geri manevra yapmaya çalışan bir başka araç, daha uzaklardan gelen bir siren sesi, mekanik bir kararlılıkta bir oraya bir buraya hareket eden insanlar, çalan cep telefonları ve giderek tüm algıları bastıran, gözleri yaşartan, genizleri yakan egzoz dumanı arasında, müthiş denebilecek bir hızla yanından geçen o otobüs, koluna ve çantasına sürtünmese, tüm saçlarını havaya kaldıracak bir rüzgâr oluşturmasa, daha ne olduğunu anlamadan, nereden çıktığı belli olmayan bir başka kontrolsüz canavarı tam karşısında bulmasa, orada öylece durup düşünmeye devam edecekti.

İnsanlık onurundan bahsetmenin bile gülünç kaçacağı, eşitsizliğin, haksızlığın, sömürünün ele geçirdiği, ahlaksızlıkla cahilliğin kol kola gezdiği, masumiyetle sorumluluğun birbirine karıştığı ve giderek nefes alıyor olmanın bile şans sayıldığı bu her bakımdan zehirli yerde, her yana devasa harflerle yazılmış olduğu için, okuyabildiği tek yazı olan, şu ironik uyarıyı okudu : “NO SMOKING”

Akıl dışı bu yerde daha fazla kaybolmadan, uzaklaşmalıydı, on dakika yürüdükten sonra daha sakin ve güvenli görünen tarihi meydana geldi, böyle soğuk havalarda pek kimse dolaşmazdı buralarda, gruplar halinde dolaşan ve her gördüğü şeye hayretle bakan yabancı turistler olurdu sadece; boş bir bank buldu, oturdu. Çok geçmeden üç dört kişilik bir turist grubu abartılı hayret nidalarıyla ona doğru yaklaşmaya başladı, hemen arka çaprazındaki ağaca bakıyor ve fotoğraflarını çekiyorlardı, gerçekten ağaca mı bakıyorlardı diye düşündü, burada buralara özgü bir ağaç türü yoktu, olsaydı bilirdi, turistlerin bu denli şaşırmalarına şaşırarak onlara bakmaya başladı ve turistler de kendilerine hayretle bakan bu kişiye hayretle bakmaya başladı, şimdi de kendisine şaşırılıyor olmasına şaşırarak bakıyordu turist grubuna, ve döngü sonsuza dek böyle gidecekken bir boyacı çocuk geldi yanına, evet boyacı çocuk, asıl hayret edilecek olan omzunda boya sandığıyla dolaşan bu çelimsiz çocuktu, bu, çocuk üzerinden fark etmemiz gereken çocuk işçilerdi, çocuk “boyayayım mı abla?” derken, turistler de kendilerine şaşıracak başka şey bulmuş uzaklaşıyordu, “hayır boyama” dedi, bu kuru havada bile pek çok su birikintisi bulup girdiğinden ayakkabıları çamur içindeydi, bunun da etkisiyle olacak çocuk ısrar etti, sandığını indirdi, ne dese gitmezdi de şimdi, aklından geçeni sordu çocuğa, “insan kendini nerede bulur?” Çocuk, zor ama net bir cevabı olan bir bilmecenin yanıtını arar gibi düşünmeye başladı, birden heyecanla atıldı sonra : “aynada!” , “bildim mi?” der gibi baktı tüm ciddiyetiyle, ne denirdi şimdi bu cevaba, “ya ayna bir şey göstermiyorsa” dedi, bu soru biraz fazlaydı, çocuk da ümidini kesti, yerden sandığını aldı, işi gücü vardı olgunlukla uzaklaşırken, çocuk gibi değil de küçük bir adam gibiydi, onu da bulmak lazımdı… ama önce bir ayna bulmalıydı.

En iyi bildiği yerde arayacaktı aynasını, kütüphaneye ulaştığında, en eski ifadelerden biriyle başlamaya karar vermişti bile. Tam iki saat on bir dakika ve kırk dört saniye boyunca baktı Kral Oidipus’a.

Önümüzdeki sayı için okuma önerisi: http://www.getem.boun.edu.tr/?q=node/3736


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.