“Biliyor musun, çoğu zaman bir görme engelli olduğunu unutuyorum.”
“Vallahi sen bizi kandırıyorsun, kör falan değilsin.”
“Sen hiç kör gibi değilsin, her şeyi bizden bile daha iyi yapabiliyorsun.”
Bu ve benzer sözleri mutlaka duymuşsunuzdur çevrenizde. Kimi zaman iş arkadaşınız, kimi zaman okulunuzdaki sıra arkadaşınız, kimi zaman öğretmeniniz eder bu lafı. Birçoğu muzun da gururu okşanmaz desek yalan olur böyle sözler duyduğumuzda. Öyle ya aslında bir kabullenilmenin işaretidir bu çoğumuza göre. Öyle ya kör olmaktan bir an için kurtulduğumuzda, herkes gibi olmaya biraz daha yaklaşmış oluruz belki. Öyle ya, böylece normal oluveririz belki.
Alan razı satan razı bir kavramdan söz ediyoruz bu noktada. Kör gibi olmama kavramı görme yetisi olan biri için bazen bir övgü, bazen bir hayranlık cümlesi. Kör biri içinse, toplumda diğerlerine daha çok benzeyebilmenin bir başarı işareti. Her iki durumda da bir soru cevapsız kalıyor, peki kör gibi olmak ne demek?
Bu aralar uzun uzun bu kavramın farklı kişilerce ne anlama geldiğini tartıyorum zihnimde. Geçenlerde bir film yapımcı danışmanı aradı beni. Çekecekleri bir film için bir türlü istedikleri tipte bir görme engelli bulamadıklarından yakınıyordu. Nedenini sorduğumda aramızda şöyle ilginç bir konuşma geçti: “Mesela denediğimiz tüm görme engelli kişiler masaya çay bardağını koyduğunda hemen elini atıp o bardağı buluyor, görmeyen biri gibi yapamıyorlar”.
Birkaç yıl öncesinde başka bir arkadaşım benzer bir hadise anlatmıştı. Arkadaşımı bir dizinin bölümünde oynatacaklar. Çekimler çok uzun sürüyor. Çünkü yönetmenle arkadaş bir türlü uyuşamıyorlar. Yönetmen ısrarla bağırıyor arkadaşıma “Kör gibi yürü”. Yıllardır bastonuyla tek başına hareket eden arkadaşım soruyor “Nasıl yani”, yönetmen karşılık veriyor, “Kör gibi yani, yavaş yavaş yürüyeceksin, ellerini uzatacaksın”. Zar zor çekimi tamamlıyorlar, ama arkadaşım bir sinir harbi içinde anlatıyor bunları.
Benzer bir olayı başka bir kör arkadaşım anlatmıştı. Onlar da bir futbol çekimi yapıyorlar. Yönetmene uzun süredir futbol oynayan arkadaşım kendini beğendiremiyor bir türlü. Kör gibi koşup topa vuramıyormuş.
Anladığımız üzere insanların kafasında bir kör imgesi var. Yavaş hareket eden, her şeyi mutlaka ellerini uzatıp uzun uzun arayan, kararsız ve kendine güvensiz bir tipoloji. Aslına bakarsanız, bu biçimde yaşamını sürdüren görme engelli kişiler de yok değil. Özelikle görme yetisini yeni kaybetmiş veya körcül becerileri yeterince edinememiş bazı arkadaşlarımızda, bu tür davranışları gözlemliyoruz. Örneğin geçenlerde bir görmeyenin yakını aradı bizleri. Kendisi kör olduğu için telefonla bizi arayamadığından, bizim onu arayıp bilgi vermemizi istedi. Yine yakından tanıdığım bir arkadaş, halen bastonuyla iki bina arasında bile yürümekte güçlük çekiyor. Yani gözlerle birlikte diğer duyu, duyusal organ ve niteliklerinizi yeterince kullanmadığınızda, başınıza bu tür durumlar gelebiliyor. Fakat işin ilginci, toplumdaki imgeyi belirleyen, yaşamın her alanında gayet rahat hareket edebilen körler değil de, çay bardağını bile kendisi almaktan çekinen tipteki körler oluyor. Neden dersiniz?
Kanaatimce bunun en temel sebebi, karşı tarafla doğrudan iletişim kurmak yerine kafamızdaki kalıp ve hazır düşünceleri değerlendirmek. Bu düşünceler doğuştan çevreden duyduklarımızdan ve kendi çaresiz kaldığımız anlardan geliyor. Zaten yıllardır süregelmiş bir sakat algısı toplumda yerleşmiş genlerimize. Ya bir köşede oturup dilenen insanlar ya da Allah’ın cezalandırdığı tipler. Veya bakıp halimize şükretmemiz için etrafta bulunan motivasyon nesneleri. İnsanlara sorsanız, “Yok canım olur mu öyle şey” diyecekler size, ama işin derinine bir inin, benzer düşüncelerin karşılıklarını bulmakta zorlanmayacaksınız. “Görünmez Körlerin Kaderle İmtihanı” yazı dizisinin ikincisindeki önyargı meselesini hatırlayın. Zihinsel tembelliğimiz çoğu zaman kalıp ve hazır düşünceleri de çok kullanmamıza neden oluyor.
Bir de işin başka bir boyutu var, sosyal sorumluluk adı altında yapılan göz bağlama etkinlikleri. İnsanlar elektrikler kesildiğinde veya bir an gözlerini kapadıkları anlarda yaşadıklarını körlük sanıyorlar. Bireysel bu deneyimlerin yanında üstüne üstelik bir de körleri daha iyi anlayacağız diye koca koca adamlar oturup bunları planlıyor, etkinlik adı altında her 3 Aralık ve benzeri zamanlarda karşımıza çıkarıp duruyor. Hatta günümüzde bu iş daha da kurumsallaştı ülkemizde ve dünyada. Karanlıkta Diyalog diye bir şey var. Ciddi bir sektör haline geldi ve kişiler buralara gidip körlüğü anlayabildikleri tatminini yaşıyorlar. Peki, gerçekten öyle basit mi bu iş?
Ben size başka bir şey sorayım: Hiç eğitiminiz olmadığı halde sizi uçağın kokpit bölümüne oturtup “Hadi bakalım kullan bunu” deseler ne yapardınız? Ya da cerrah olmayan birine neşteri verip hastayı ameliyat etmesini isteseler ne olurdu? Körlük de böyle bir şey. Onunla yaşamayı öğrenmek için zamana ve deneyime ihtiyaç var. Bir ya da birkaç saatlik deneyimler asla karşılamıyor bu tecrübeyi. Ne sağlıyor öyleyse çok övülen küçük göz bağlama, karanlıkta bırakma illüzyonları? Bireyin korkularıyla yüzleşmesini sağlıyor örneğin. Ne kadar zor durumda olduğumuzu duyumsayıp hayranlık ve acıma duyguları katlanıyor. Kendi haline şükredip beterin beteri varmış inancı güçleniyor. Ne büyük zorluklarla baş ettiğimiz sonucu çıkarılıp kimilerinde duyarlılık artıyor. Kafalardaki kalıp düşünceler ve hazır inançlar doğrulanıyor: “Körlük hakikaten zor bir şey. Allah kimsenin başına vermesin.”
Benzer göz bağlama, karanlıkta bırakma tipi etkinliklerin sağlamadığı tek bir şey var: körlüğün gerçekten anlaşılması. Bırakın anlaşılmasını, bir acizlik durumu olarak körlük inancı daha de pekişiyor. Çünkü toplumun körlük algısında çok temel bir hata var: karanlık. İnsanlar körlüğün bir karanlıkta kalma durumu olduğuna inanıyor. Sevgili Emin Demirci Abi buna “Homeros’tan Aşık Veysel’e Toplum Yaşamında Körler” kitabında çok güzel bir yanıt veriyor. Diyor ki, görme engelli olmayan biri nasılsa, karanlıkta kaldığı zaman, yalnızlık, korku ve tedirginlik yaşayıp bundan bir an önce kurtulmak istiyorsa, körlerin de hep böyle bir ortamda yaşadıkları düşüncesi içinde oluyor (Demirci, 2005). Emin abi, yapılan araştırmaların sonuçlarını özetleyerek, belirli bir ışığın olmadığı ortamların bir süre sonra karanlık olma özelliğini yitirdiğini, gri bir ortama dönüştüğünü ortaya koyuyor. Yani doğuştan kör olan veya uzun süre kör kalan biri için yalnızlık, korku ve tedirginlik gibi bir an için karanlıkta kalan birinin duyguları asla söz konusu olmuyor.
Bunun yanı sıra, doğuştan kör olan veya uzun süre kör kalan birisi, gözlerini kullanmadan farklı yöntemler kullanarak hayatını nasıl sürdürebileceğini öğreniyor. Bunu bazen diğer duyu organları, bazen yardımcı teknolojiler, bazen minik destekler alarak yapıyor. Süreci doğru tamamlayabilen bir kişi için körlük bir eksiklik değil farklılık haline geliyor.
Hal böyleyken, körcül becerilerini çok iyi kullandığı için başkalarının aciz kör kalıbından çıkan birey, kendisine “kör gibi değilsin hiç” denilmesinden mutluluk duyuyor. İşte buna içselleştirilmiş sağlamcılık deniyor literatürde. Yani İngilizce terimiyle internalized ableism. Campbell (2009) kitabında sağlamcılığın ve türlerinin ne olduğunu ve nelere sebep olduğunu çok detaylı biçimde açıklıyor. Sağlamcılık anlayışı bir mükemmel beden imgesi yaratıp, bundan sapan kişilerin mutlaka, eksik, olmamış, tamamlanmamış bireyler olduğu inancına göre hareket ediyor. İşte kör veya başka bir sakat birey bu inancı içselleştirdiğinde, içselleştirilmiş sağlamcılık tuzağına düşmüş oluyor. Ona körlüğünün hediye ettiği bağımsız yaşam becerilerinin kör gibi olmama sonucunu doğurduğunu düşünüyor.
Kennet Jernigan bir konuşmasında durumu çok güzel bir biçimde tartışıyor. Şunları söylüyor.
Diyelim, bir Amerikalı Fransa'ya gitsin ve orada biri ona şöyle desin: "Her şeyi o kadar iyi yapıyorsun ki Amerikalı olduğunu unutuyorum senin. Herkes gibi olduğunu düşünüyorum." Bu bir iltifat olur muydu? (Jernigan, 1983).
Aynen Jernigan’ın dediği gibi, yaşamını kör olarak sürdüren biri için kör gibi olmamak, aslında bir övgüden çok bir sövgüdür. Çünkü bugüne kadar yaşadıklarına ve kör olarak yaptıklarına haksızlıktır. Ama bunu her şeyden önce bizzat farklılıkları olanların kabullenmesi ve içselleştirmesi gerek. Sizi ve bizi biz yapan körlüğümüz gibi farklılıklarımız, onları yok saymak değil. Çağrı Doğan çok çok güzel bir blog açmış bugünlerde, adı Sakat Tavır. Adresi:
http://sakattavir.blogspot.com.tr
Bu adresi mutlaka ziyaret edip müthiş yazılarını okumanızı öneriyorum. Oradaki son yazısında şunu söylüyor Çağrı: “"Oysa engelli ifadesiyle işaret edilen kişiler, hiç sahip olmadıkları ya da sonradan yitirmiş oldukları yetilere dayanarak değil, söz konusu yeti olmaksızın, sahip oldukları başka yetilere dayanarak yaşamak durumunda olan insanlar. Bir kişiyi, sahip olmadığı bir yetiyi öne çıkararak tanıtmanın, iyi bir müzisyeni tanıtırken onun resim yapamadığını söylemekten, iyi bir romancıdan bahsederken onun müzikten hiç anlamadığını dile getirmekten ne farkı var peki?" (Dogan, 24 Kasım 2015).
Çağrı yazısında topluma sesleniyor. Ben hem topluma, hem körlere sesleniyorum. Körlük bir görmeme durumu değildir. Hayatı farklı yetilerle yaşama durumudur. Bunu da yapmanın en iyi yolu, gören birine yüksünmek değil, kör gibi yaşamayı öğrenmektir. Biri size “Hiç kör gibi değilsin” derse, ona “Hayır tam da kör gibi olduğum için böyleyim” karşılığını verin.
Bir de tüm topluma sesleniyorum. Kafanızda başkalarıyla ilgili kanaatlerinizi, hazır inanç ve tutumlarınıza göre değil, onlarla birlikte paylaştığınız deneyimlere göre belirleyin.
Kaynakça
Campbell, F. (2009). Contours of ableism: the production of disability and abledness. London and New York: Palgrave Macmillan.
Demirci, E. (2005). Homeros’tan Aşık Veysel’e: Tarihte ve toplum yaşamında körler (bilgelik mi, çaresizlik mi?). İstanbul: Boğaziçi Üniversitesi Yayınevi.
Doğan, Ç. (2015, Kasım 24). Bir Yanlış Soru Tüm Doğru Cevapları Götürür. Aralık 9, 2015 tarihinde Sakat Tavır: http://sakattavir.blogspot.com.tr/2015/11/bir-yanls-soru-tum-dogru-cevaplar.html adresinden alındı
Jernigan, K. (1983, Temmuz/Ağustos). Blindness: Handicap or Characteristic. Ekim 30, 2015 tarihinde NFB: https://nfb.org/images/nfb/publications/fr/fr02/issue4/f020401.html adresinden alındı