Sabah televizyon karşısında kahvaltınızı yapıyorsunuz. Haberleri, gazete başlıklarını okuyan sunucu görme engelli olsa ne düşünürdünüz? Peki, çok heyecanlı bir aksiyon filminin başkarakterini seslendiren dublaj sanatçısı veyahut da ana haber bültenini sunan anchorman kör olsa?
Çok mu uçuyorum, çok mu hayal kuruyorum, haddimizi ve sınırlarımızı bilmek mi lazım? Eğer böyle düşünüyorsanız, yazının kalanını okumayın zaten. Size söyleyecek bir sözüm yok. Ama kişiyi sınırlayan tek şeyin düşüncelerinin ufuk çizgisi olduğuna inanıyorsanız, gelin bir hasbıhal edelim sizlerle.
Engelliler adına, engelliler olmadan bir şeyler yapan kurumlar, dernekler, tırnak içinde hayırseverler vs, sıkça aynı klişe projeyi tekrarlarlar: Engellilerin yapabileceği meslekleri belirlemek. Öyle ya, engellilerin doğaları gereği bazı meslekleri yapmaları uygun, bazılarını yapabilmeleri ise mümkün değildir onlara göre. Bu yapılar o kadar ciddiye alınır ki, ÖSYM gibi bir kurum, görme engellilerin sözel meslekleri tercih etmesi gerektiğini yazmaya dahi cüret edebilir. İŞKUR, meslekler sözlüğü diye bir zırvalığı ortaya çıkarabilir. Ne yazık ki, bu tür düşüncelere birçok engelli de yürekten destek verir. Aksi için uğraşmak komplekstir onlar için ve hatta ihanet, gaflet ve dalalet. Onlar kendileriyle barışıktır, diğerleri durumunu kabullenememiş sorunlu tipler.
Nedense, bu tür düşüncelere sahip olanlar, şu basit gerçeği pek dillendirmezler: Engellilerin yapabileceği meslekleri belirlemek, aslında engelleri nedeniyle yapamayacakları meslekleri de ortaya koymak anlamı taşır. Yani kişinin engeli hangi meslekleri yapıp yapamayacağını belirler, ilgi, yetenek ve birikimler değil. Mesela bir kör santral operatörlüğü yapabilir, ama bir bankanın çağrı merkezinde çalışamaz. Çünkü oradaki işlemler çok risklidir.
Bir başkası, çok iyi enstrüman çalabilir, ama müzik profesörü olamaz veya orkestra şefliği yapamaz, çünkü öyle büyük bir orkestrayı idare etmek için, ille görsel temas kurma, ille görsel nota okuma gereklidir.
Bir diğeri çalıştığı kurumdaki tüm yazışmaları yapıp tüm işi uzman derecesinde bilebilir, ama asla orada şef olamaz ve aynı yere üç gün önce başlamış birine hesap vermek zorunda bırakılabilir. Ne de olsa körlük, doğası gereği yöneticilik yapmaya uygun değildir.
Öğretmenlik yapmak belki eh iştedir, ama okul müdürü olmak akıldan bile geçmemelidir.
Yani kafalardaki kalın çizgiler, sizi, bizi, tuzaklarla dolu, garip bir alana hapseder. Bu alanı belirlediği öne sürülen engelin doğası nasıl bir şeyse, kimse tam olarak ne olduğunu anlayamaz. Anladığını iddia eden, alanı daralttıkça daraltır ve her nedense, hep eksi yönleri ön plana çıkartır.
Haber spikerliği, dublaj sanatçılığıyla başladım, yine nerelere geldim değil mi? Bazen yazıya da alan çizmek çok zor oluyor bilir misiniz? Kalıpları kırmaya çalışırken bir kalıp içinde yazmak garip bir çelişki oluveriyor. Dedim ya engelin doğası diye tutturanlar hep bir dezavantajı ima eder diye, engelin getirebileceği kazanımları görmezler bile. Onlara göre körlüğe rağmen başarılıdır bir kişi, kör olduğu için değil.
Gelin biraz kendimize bakalım. Ortalama bir görme engelli, engelli kurum veya örgütlerinden haberdarsa, okuduğu kitap sayısı oldukça yüksek olabilir. Bu aralar tez çalışmam için görüştüğüm katılımcıların söylediklerini analiz ediyorum ve orada kişilerin fırsat buldukça ne kadar çok kitap okuduklarına bizzat tanık olma şansı buldum. GETEM tarzı kütüphanelerden sesli kitap indirip okuyan kişi sayısı oldukça fazla.
Farklı bir alana göz atalım şimdi de. Televizyon ve bilgisayarlarında film, tiyatro, arkası yarın, radyo tiyatrosu tarzı yapımları izleyen görme engelli oranı oldukça yüksek. Bir kör izleyici için oyunculukları belirleyen en temel değer, seslerdeki eğilimler, değişmeler ve duygu durumları. Bir dizideki temel karakterin sesinin değişmesi, en çok bir görmeyeni rahatsız ediyor.
Peki, seslere ve onlardaki değişmelere bu kadar maruz kalan bir kitle içinden neden seslendirme sanatçıları, spikerler çıkmıyor dersiniz? Bu soru bizi körlerin okuma yazma yöntemlerine götürüyor. Braille alfabesi kullandığımız en temel kaynak. Ama ülkemizde ders kitapları dışında o kadar az okunabilecek Braille materyal var ki, bırakın akıcı okuyabilmeyi Braille alfabesiyle yazılmış bir metinle karşılaşma oranı bile çok düşük. Kör olmayan biri, cadde, sokak, market, televizyon, gazete, dergi, kitap, her yerde okuyabileceği bir yazıya maruz kalırken kör birinin günümüz şartlarında böyle bir şansı yok denecek kadar az. Haliyle yazıyla az karşılaşmak, çok hızlı ve akıcı bir okumaya engel olabiliyor. Braille materyal ve donanım oranının bizden çok daha yüksek olduğu ABD’de yaşayan körlerle ilgili durum da bu gerçeği gösteriyor. Oradaki körler Braille alfabesini günlük hayatlarında daha yoğun kullandıkları için okuma akıcılıkları ve hızları çok daha yüksek.
Hatta belki oralarda bu tarz haber spikerleri ve dublaj sanatçılarına bile rastlanıyordur. Elif, Deniz ve Zeynep belki bizi daha çok aydınlatırlar ileriki sayılarda.
Ama gelin şeytanın avukatlığını yapalım: Bizim gibi Braille alfabesine az maruz kalanlar, belirli bir yaşa kadar Braille öğrenme şansı olmayanlar, görmelerini sonradan kaybedenler mevcut seslendirme potansiyellerini kullanamazlar mı dersiniz?
Kişi arayışa girmeye görsün, meseleler doğa değil yöntem sorunu haline geliveriyor. Bizler de bir yıldır böyle bir yöntemi test ediyoruz. Bilgisayardan dinleyerek seslendirme yapmak. Kısaca bilgisayardaki ekran okuyucu size metni okurken, siz de yüksek sesle bunu başka bir yere aktarıyorsunuz.
Anlatması kadar basit değil elbet. Yüksek konsantrasyon ve dikkat istiyor. Ama sanıldığı kadar da zor değil. Zaten körlük nedeniyle, yaşanmışlıkların getirdiği seslere karşı duyarlılığımız ve kısa dönem hafızayı kullanma olasılığımız fazla. Bilgisayarla çalışmaya alışıksanız, önce sentezleyici hızınızı yüzde 15 - 20 civarına, ya da dakikada 165 - 185 kelime okuyabilecek hıza getiriyorsunuz. Ardından kulaklığınızı takıp metni okutmaya başlıyorsunuz, cümledeki ilk noktalama işaretinin olduğu duraklamaya geldiğinizde okunanı yüksek sesle seslendirmeye başlıyorsunuz. Tabii seslendirirken, sentezleyici de okumaya devam ediyor ve siz bir duraklama geriden gelerek sentezleyiciyi takip ediyorsunuz. İlk etapta bunu daha düşük bir okuma hızında yapmanız takip etme pratiğinizi ve vurguları doğru ayarlama becerinizi güçlendiriyor. Sonrasında egzersizlerle kendi okuma hızınızı yakalıyorsunuz.
Bu yöntemde dikkat edilmesi gerekli iki temel unsur var: Birincisi, kısa dönem hafıza. Daha doğru bir okuma için az önce de bahsettiğim gibi bir duraklama geriden gelmenizi öneriyoruz. Böylece doğru vurgulamayı ve ses tonunu ayarlayabilir, bütünsel bir okuma elde edebilirsiniz. Ama bunun için, sentezleyici tarafından okunan metni hafızanızda tutup akıcı bir biçimde tekrarlamanız gerekli.
İkinci unsur ise konuşurken dinleyebilme yetisi. Bunu iki elle müzik yapmak gibi düşünün. Bir el nota çalarken, diğer el akor tutar. Aynı biçimde sizin de beyninizi ikiye bölmeniz ve metni tekrarlarken, sonra tekrar edeceğiniz bölümü dinlemeniz burada anlattığımdan daha kolay olabiliyor. Ve tabii ki egzersizlerle, artık bu işi motor bir kazanım halinde gerçekleştiriyorsunuz ve her geçen gün çok daha nitelikli, akıcı ve rahat bir seslendirme yapmaya başlıyorsunuz.
Yukarıda anlattığım yöntemimizin kesin bir adı var mı bilmiyorum ama dilerseniz dinleyerek yineleme yöntemi diyebiliriz. Bu sistemi ilk olarak sesli betimleme çalışmaları için kullandık. Biraz mecburiyet bizi buraya getirdi. Bir görme engellinin seslendirme yapması ve betimleme metinlerini seslendirmesi, her şeyden önce bizim görevimizdir diye düşünüyordum. Bu sırada Sevda Kasımda Aşk Başkadır filmini seslendirsin diye konuşmuştuk. Sevda iyi bir Braille okuyucusudur, ama cümleleri daha hızlı, akıcı ve bütünsel okumak noktasında yeterli hıza bir türlü ulaşamadığımızı fark ettik. Çoğu zaman Braille baskı bulmakta yaşayabileceğimiz güçlüğü de düşünerek, başlangıçta cümle cümle bilgisayardan dinleyip sonra tekrar etme yoluna gittik. Ancak bu yöntem de dilediğimiz sonucu pek veremedi. Çünkü özellikle uzun bir cümlede tekrar edilecek şeyin unutulması olayı bizi verimli bir okumanın dışına itiyordu. Daha akıcı, sürekliliği olan ve metnin sürekli aktığı bir yöntem olmalıydı. İşte bu aşamada, okumayı baştan başlatıp hiç durdurmadan okumanın aslında mümkün olabileceğini keşfettik. İlk etapta burada yaşanan sorun ise, vurguların biraz sentezleyici vurgusuna yaklaşması oldu. O nedenle süreci motor olacak noktaya getirmek çok önemli. Çünkü böyle olduğunda kişi artık kendi ruhunu ve duygularını metne daha fazla yedirebiliyor.
Sevda, Berlin Kaplanı’nı ve Kelebeğin Rüyası filmlerini bu biçimde dinleyerek yineleme yöntemiyle seslendirdi. Özellikle Kelebeğin Rüyası’nı dinlemenizi tavsiye ediyorum. Gerçekten istediğimize en çok yaklaşan seslendirmeyi burada elde ettik çünkü. Sesli Betimlemede bir görme engelliye film seslendirtme süreci devam ediyor. Yakında tanıdık ve yeni sürpriz sesleri duyarsanız şaşırmayın.
Sesli Betimleme, sonuçta parça parça olan bir seslendirmeydi. Eğer bir büyük metni veya pasajı seslendirmek istersek bu yöntem çalışabilir miydi? İşte EEEH Dergi tam bu soruların kafamda uçuştuğu sıralarda ikinci sayısını yayınlamaya hazırlanıyordu. Süreci kendim denemeye karar verdim ve o sayı için hazırladığım “Braille Bir Yaşam Tarzı” yazısını dinleyerek yineleme yöntemiyle seslendirdim. Şimdi dönüp bakıyorum da berbat bir seslendirme olmuş. Bolca dil sürçmeli, oldukça çekingen bir seslendirme. Ama o seslendirme bir eşik oldu. Aslında bu işin bir biçimde yapılabileceğini gösterdi hepimize. Sağ olsun diğer arkadaşlarım da katıldılar ve o gün bugündür EEEH dergi yazılarını bizzat biz hazırlayanlar seslendiriyoruz. Gamze, Elif gayet profesyonel. Benden çok daha iyi biçimde dinleyerek yineleme yöntemini kullanarak yapıyorlar bu işi. Zeynep, Eylem ve Bahar gibi arkadaşlar da Braille ile seslendiriyorlar yazıları. Sonuçta hangisiyle yapıldığının önemi yok. Burada bir eşiği göstermeye çalıştık. Körlerin seslendirme yapabilmelerinin ve bunu çok da iyi başarmalarının önündeki inanç engelini aştığımızı düşünüyorum. Ayrıca yaptıkça ileriye giden bir süreç var. İlk seslendirdiğim Braille yazıyla dokuzuncu sayıdaki yazılara baktığımda aradaki farkı çok rahat görebiliyorum. Eminim başkaları daha da ileri götürecekler bunu.
Sonrası? Sonrasını sizler, bizler, hayallerini, vizyonlarını başkalarının çizdikleri alanlara hapsetmeyenler yazacak. Birileri bu bayrağı çok daha ilerilere taşıyıp belki spiker, belki dublaj sanatçısı olacak. Bazıları bambaşka kullanım alanlarını keşfedecek. Sonuçta ekranda anlık akan bir metni eş zamanlı biçimde okumanın, bir görme engelli olarak aslında mümkün olabileceğini anlayan kimileri, hayal edemediğimiz çok farklı girişimlerde bulunacak. Belki de boş bir çaba olarak kalacak tüm bunlar. Ama neyi yapıp neyi yapamayacaklarını fiziksel farklılıklara ve sözde bunların doğalarına bağlayanlara inat, sakatlıklarına rağmen değil sakatlıklarıyla var olmaya devam edenler, her zaman ve her yerde bu satırlardan sıcacık selamlanacaklar.