Her insan kendi dilinde konuşur,
Ve hiç kimse anlamaz ne söylediğini kafasındaki ışığın.
Yukarıdaki iki dizeyle kendisini en kısa haliyle özetleyebileceğim bir filmden söz etmek istiyorum bu ay size. Başka Dilde Aşk, senaryosunu Mert Fırat ve İlksen Başarır'ın birlikte yazdığı ve yönetmenliğini İlksen Başarır'ın yaptığı bir film. Mert Fırat, Saadet Işıl Aksoy, Lale Mansur, Emre Karayel, Şebnem Köstem, Tuğrul Tülek, Ayten Uncuoğlu filmde rol alan oyunculardan bazıları. Yapımcılar ise Murat Şenöy ve Burhan Bengi. Filmin görüntü yönetmenliğini Hayk Kirakosyan yaparken sanat yönetmenliğini de Hakan Yarkın üstlenmiş. Kurgulayan Arzu Volkan olarak bildiriliyor Vikipedia'da. 2009 yapımı olan film dram ve romantik türünde gösteriliyor.
Filmde, işi ve ailesiyle sorunlar yaşayan Zeynep ile işitme engelli Onur'un aşkları anlatılmakta. Onur ile Zeynep, Onur'un kürek takımından arkadaşlarının doğum gününde kalabalık ve gürültülü bir bar ortamında tanışırlar. Zeynep tüm gece Onur'un sağır olduğunu fark etmez, gecenin sonunda bir olay üzerine öğrenir. Zeynep ve Onur birbirlerinden etkilenmiştir. Genç kadın, tüm çevresinin karşı çıkmasına aldırmadan Onur'u tanımaya ve onunla olan güzel ilişkisini sürdürmeye kararlıdır. Aynı zamanda Zeynep, bir çağrı merkezinde çalışmaktadır ve işinde çalışma koşulları nedeniyle mutlu değildir. O günlerde gündemde olan bu konuya da parmak basılmış filmde. Daha iyi yaşam koşulları için Zeynep ve arkadaşlarının verdiği mücadeleye de tanıklık ediyoruz film boyunca.
Küçücük bir şey sormak için aradığımız ve sistem tarafından saatlerce bekletildiğimiz, beklerken sinir krizleri geçirip tüm sorumluları onlarmış gibi telefonu açtıklarında kendilerine köpürdüğümüz insanların aslında ne koşullarda çalıştıklarını görüyoruz filmde. Çemkirdiğiniz kişinin kendisi de gerçekte mevcut çarkın yediği mağdurlardan biri, belkide en fazla mağdur olanı. Daha başka bir ifade ile sistemi yönetenlerle, sistemi yönetenlerin oltaya taktıkları balıklar arasında zorla oltaları elinde tutanlar ama oltaların sahibi değil onlar. Kendilerine emanet edileni hem koruyacak hem balıkları tutacak hem de en az maliyetle en çok iş çıkartacak. İşte bu filmde her birimizin bir şekilde muhatap olduğu bu insanların isyanlarına ortak oluyoruz. Önce, oturdukları yerden koyuyorlar tepkilerini. Sonuç alamayınca, bir aradalığın önemini kavrayıp omuz omuza veriyorlar. Çok olmalarının bedeli aralarından birkaç kişinin ayrıştırılıp çark dışına atılmasıyla ödettirilmeye çalışılıyor. Bu durumda ise daha çok kenetlenmenin gerekliliğini görüyorlar ve gösteriyorlar.
Genel itibariyle film hakkında birkaç şey söylemek isterim. Engelli biri olarak filmin başrolünde konu edilen işitme engelli Onur bence çok gerçekçi yansıtılmış. Hayatın içinden, öylesine, abartısız, ajitasyonsuz bir film olmuş. Bu anlamda çok mutlu olduğumu öncelikle belirtmeliyim. Ayrıca oyuncular, özellikle Saadet Işıl Aksoy ve Mert Fırat, hele hele Mert Fırat rollerini çok güzel oynamışlar. Görsel olarak değerlendirme şansım yok mimikleri ve beden dili hareketlerini evet ama seslerinden anladığım özellikle yüz hareketleri çok doğaldı. Gerçi bu ifade biraz komik kaçtı. Zira film boyunca Mert Fırat'ın sesi neredeyse hiç çıkmıyor. En azından konuşma anlamında çıkmıyor. Ancak sağır bir insanın tepkilerini ve çıkardığı sesleri o kadar güzel yansıtmış ki izleyiciye, acaba film çekimlerinde kulaklarını tıkamış mıdır diye düşündüm açıkçası. O kadar başarılı rol sergilemesi için kulak tıkamanın yeterli olduğunu da sanmıyorum.
Birçok kimsede benim gibi düşünmüş ki pek çok yerden ödüller almış film ve oyuncuları. Örneğin; 21. Ankara Film Festivali’nde en iyi kadın oyuncu ödülünü Saadet Işıl Aksoy alırken en iyi erkek oyuncu ödülüne de Mert Fırat layık görülmüş. İnternette film üzerine yaptığım küçük araştırmada Sabah Gazetesi'nde Ekim 2010 tarihinde yayımlanan bir haber dikkatimi çekti. Haberden Başka Dilde Aşk filminin pek çok uluslararası festivale katıldığını ve ödüllerle döndüğünü öğreniyoruz. Bunlardan biri de Güney Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nde düzenlenen 5. Uluslararası Film Festivalinden alınan dört ödül. Festival yetkilileri filmin başvurusunu kabul ederken tereddüt etmişler ama filmi görünce doğacak tepkileri göze almışlar ve filmi kabul etmişler. Nitekim tereddütlerinde haklı olduklarını bir Türk yapımının aday olduğunu öğrenen kimi basın mensuplarının festival gecesine katılmayarak tepkilerini göstermeleriyle görmüşler ne yazık ki. Sonuçta film aday olduğu altı daldan dördünde aldığı ödülün yanı sıra Altın Afrodit ödülüne de layık bulunmuş.
Tüm bunları öğrendikten sonra ve bir de birkaç ay önce Benim Dünyam filmi üzerine tartışmaları hatırlayınca bu filmin gösterimi sırasında hiç değilse işitme engellilerin ne kadar dikkate alındığını merak ettim. İşitme Engelliler Federasyonu'nun iletişim adresine iletyle sordum. İşitme Engelliler Federasyonu Ankara Şube Başkanı ve Genel Başkan Yardımcısı Pelin Hanım sağ olsun bana döndü. O da tıpkı benim gibi filmi çok beğenmiş. Sorumu tam anlamamış olacak ki direk yanıtını alamadım. Ancak satır aralarından anladığıma göre tam da tahmin ettiğim gibi, işaret dili ile konuşulmayan bölümler onların anlayabileceği şekilde uyarlanmamış. Zira kendisi geçen sene Engelsiz Bilişim Sempozyum'u jüri üyesiymiş ve bu etkinlik sırasında filmin yönetmeni ile tanışma fırsatı bulmuş. İlksen Başarır'a filmdeki işaret dili ile konuşulan bölümlerin azlığından ve de diğer bölümlerin işitme engelli arkadaşlarımızın anlaması için tercüman aracılığıyla anlatılmayışından kaynaklanan şikayetlerini dillendirmiş. Sesli Betimleme Derneği'nin WEB sitesinden anladığım kadarıyla söz konusu filmin yapımcı firma tarafından işitme engelliler için alt yazılı formatla DVD'si piyasaya sürülmüş. Ancak sinema gösterimindeki durumdan emin değilim.
Genel olarak engellileri düşünecek olursak, son derece güzel bir yapımda engelli birinin yaşamı oldukça gerçekçi bir şekilde ele alınmış ama engelliler görmezden gelinerek, diyemeyeceğim. Hele hele Benim Dünyam ile karşılaştırıldığında böyle bir söylem filme haksızlık olacak. Engellileri dikkate almaya çalışmış yapımcı firma ama görünen o ki yetersiz kalmış.
Engellilik çerçevesinden bakıldığında gerçekten filmde her şey çok olduğu gibi. Mesela Zeynep'in arkadaşları Onur ile olan ilişkisi konusunda onu sıkıştırdıkları sahnede, toplumun engelliye bakış açısı abartısız yansıtılmış. Örneğin; arkadaşlarından biri Zeynep'e "sağır olmasaymış yakışıklı çocukmuş" diyor. Birçok insanın gözünde böyledir bu. Geçen sayıda Elif'in yazısında vurguladığı gibi engelli bir kimsenin, kadın ya da erkek, yakışıklı ya da güzel veya çirkin olmasından çok önce engeline saplanır herkes. Herhangi bir insanı görünce önce kadın ya da erkek oluşuna sonrasında ise saçına, gözüne, kaşına, vücuduna, bacağına, bunlardan daha da önce giyim kuşamına bakan insanoğlu, söz konusu engelli olunca önce engelli uzvuna dikkat eder. Geri kalan hiçbir şeyin önemi yoktur onun için. Ancak engeliyle ilgili ayrıntıları çözdükten sonra biraz merhamet biraz kusur arayan bir gözle süzer karşıdakini. Eğer engelli kimse dış görünüşü dikkate değer ve bakımlı biriyse abartılı bir hayranlık girer işin içine. Engellinin kendine bakması, dış görünüşüne önem vermesi olağanüstü bir şeymiş gibi. İnceleyen kişi bir süre sonra da kalbindeki fesatlığa teslim olursada, "evet ama"! İle başlayan cümleler sıralanır önce kafasında sonra dilinde.
Onur ile Zeynep'in, bir çift olarak ilk kez birlikte bara gittikleri sahnede ki barmen Onur'un sağır olduğunu anlamaz, karşısındaki insanın engelli biri olduğunu öğrenen kimsenin tepkisini barmen çok gerçekçi yansıtmış gene. Zira önce duyar duymaz önce sustu, şaşkın ve utanmış bir fırsat yaratıp ortamı terk etti. Bir anda ayıklaşmış bir şekilde Zeynep de aslında şaşkınlaştı. Günlük hayat için her birimizin yeni tanıştığımız tüm insanlarla yaşadığımız bir şaşkınlıktır bu. Karşımızdaki kişi, uzaydan gelmişiz gibi bakar bir an için bize ve ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemez bir halde kalır. Bu durumda iş gene biz engellilere düşer. Ortamı yumuşatmak, karşımızdakini rahatlatmak, anormal bir durum olmadığını, bizimde sonuçta bir insan olduğumuzu ispatlamak biz engellilere düşer. Filmde bu tüm sadeliğiyle de verilmiş izleyiciye.
Filmdeki iki sahne misilleme gibi. İkinci sahnenin sonunda kendini gülmekten alamıyor insan. En azından ben izlediğim her seferinde aynı hisse kapıldım. Sahnelerin ilkinde, Zeynep'in arkadaşlarıyla Onur'un iletişim kopukluğu vardı. Onur, kalabalık içinde hiç yoktu sanki hiçe sayılmıştı. Konuşulanları anlamaya çalışıyor ama başaramıyordu. Bi süre sonraki ikinci sahnede, bu sefer Onur'un işitme engelli arkadaşlarıyla Zeynep bir aradaydı. Zeynep Bu kez dışarıda kalan olmuştu. Ancak bu ikinci sahnede Zeynep dışarıda kalıyor ama hiçe sayılmıyordu.
Onur ile yelken kulübünde arkadaş olan, Zeynep'le tanışmalarına aracılık eden ve filmin geneli göz önüne alındığında Onur'un sağır olmasıyla insan olması arasındaki bağıntıyla bir sıkıntısı olmayan Vedat'ın dahi Zeynep ve Onur ilişkisine ne kadar imkânsızı başarmışlar edasıyla yaklaşması bile gösteriyor toplum gözünde aşkın sokulduğu dar kalıpları.
Engelli anne babası olmak bir sürü başka şeyin yanında gereğinden fazla tedirginlik ve koruma içgüdüsü getiriyor kendi anne ve babamdan da gördüğüm kadarıyla. Zira Onur'un annesini canlandıran Lale Mansur da çok güzel yansıtmış filmde bu duyguları. Filmi daha önce izlemiş olan gören bir arkadaşımla da konuştuğumda, Lale Mansur'un hem oyunculuğuyla hem işaret dilini kullanmasıyla hem de engelli annesi olmasıyla Mert Fırat'tan daha iyi oyunculuk sergilemiş olduğunu söyledi. Mert Fırat'tan daha iyi olmasına bir şey dememekle birlikte onu çok başarılı bulduğumu ben de belirtmek isterim. Annesi ve Onur arasında geçen diyaloglarda Lale Mansur sahnelere çok hakim ve biz, en azından benim gibi görme engelli bir izleyici Onur'un söylemlerini çok net anlıyor,
Annesi, oğlunun engelli olmayan biriyle bir ilişki yaşamasına olan temkinli ve tedirgin yaklaşımını, onu koruma dürtüsünü ve bunu yansıtma şeklini tıpkı bizim annelerimiz gibi vermiş. Sorulan ilk soru, "anne babası biliyor mu"? Toplumdaki yargı malum; "kör baklanın kör alıcısı olur". Aslında hiç kimse sizinle konuştuğunda illa bir kör bir körle evlenmek zorunda değil, der ama kendi evladı kör bir kimseyi onu seviyorum diye karşısına getirmeye kalksa; "Allah korusun"! diye yaklaşır. Ne dersiniz, Allah'ın koruyacağı çok daha ciddi konular yok mudur sizce de.
Birçok engelli anne babası, yaşamını en azından ekonomik anlamda sürdürebilmesi adına çocuğunun iş bulmasından endişelidir. Engelli çocuğu olan aileler, iş bulsa bile çocuklarının gözlerinin önünde olmasını ister. Zira diğer insanlarla olan iletişim kopukluklarına derhal müdahale edebilir ve böylece evlatlarının ezilmesine karşı koyabilirler kendilerince. Lale Mansur'un oğlu için açtığı çay bahçesi de bunu gösteriyor filmde. Gerçi günümüzde aileler en azından bu konuda biraz daha mı bilinçli, yoksa mevcut ekonomik durum nedeniyle iş kurmak ve piyasada tutunmak daha zor olduğundan mıdır nedir, daha çok iş bulabilmek konusunda evlatlarının arkasında durabiliyorlar. Hiç değilse benim tanıklıklarım genelde bu doğrultuda.
Filmin son sahnelerinin birinde karakolda Zeynep'in anne babasıyla ilk karşılaşma anında ailenin tepkisi de kayda değer doğrusu. Ailesi Zeynep'in bir eylemin içinde olmasından, polisle karşı karşıya gelmesinden çok engelli biriyle beraber olmasına tepki gösteriyor. Çok ilginç değil mi sizce de?
Filmin Sesli Betimlemesinin Değerlendirmesi.
Sesli betimleme kurgusu Togay Şenalp tarafından yapılmış. Metin yazarı ve seslendiren Emine Kolivar olarak belirtiliyor Sesli Betimleme Derneği'nin sitesinde. Ancak bu durum filmin MP3 dosyasında söylenmemiş, bence söylenmeli. Sonuçta bu insanlar bu iş için emek ve zaman harcıyorlar ve adlarının bilinmesi gerekiyor. Yukarıda da ifade ettiğim gibi filmin orijinal DVD'sinde alt yazılı hali firma tarafından yapılmış ama işaret dili tercümesi ne yazıkki yok.
Filmin başlangıcında film emekçilerinin seslendirildiği bölümde, bir yandan aralardaki görüntüler sesli betimlenirken bir yandan tek tek isimler sayılıyor ve bence son derece doğal bir akışla ekranı görüyormuş gibi oluyorsunuz.
Başlangıçtaki sahnelerin birinde, sporcuların antrenman yaparken gösterildiği ilk sahnede, arkadaşlarından biri muhtemelen Onur'a, yani filmin başrol erkek oyuncusuna bir gece önceyi soruyor ama bu sesli betimlemede söylenmeyince gerçekten Onur olup olmadığı anlaşılmıyor. Filmin birkaç sahnesinde sesli betimlemeler konuşmaların üstüne montajlanmış ama birinde aksi mümkün değil. Çünkü hemen o anda betimlenmesi gerekir görüntünün. Diğeri ise çok kayda değer bir konuşmanın geçtiği bir bölüm değil.
Zeynep'in yani filmin kadın kahramanının Onur'un evine ilk geldiği zaman aralarında geçen konuşmanın sonunda bir nokta belirsiz kalmış.
Zeynep “bu arada nereye gidiyordun?” diye soruyor. Sonra "pardon" diyor ve biri kalemle kağıtla bir şeyler yazıyor. Kim yazıyor, ne yazıyor belirsiz. Sonra başka bir sahneye geçiliyor. Dolayısıyla o bölüm havada kalmış.
Yine Zeynep ve Onur'un beraber olduğu kahvaltı sahnesinin sonunda işe geç kaldığı gerekçesiyle Zeynep hızla dışarı çıkarken pardon deyip geri döndü ve gene kağıda bir şeyler yazdı birisi. Kağıda bir şeyler yazan kimdi ve ne yazdı. Ben Zeynep'in telefon numarasını yazdığını tahmin ettim ama sadece tahmin, bir görene sormadan emin olamam.
Sahneleri tek tek yazıyorum ki ne demek istediğim daha iyi anlaşılsın. Onur ve Zeynep'in Onur'un annesinin evine gittikleri sahnede Onur, annesini Zeynep’in duyabildiğine dair uyarıyor. Bu sesli betimlemede belirtilmiş ancak anlaşılamayan bir sebeple annesi bir süre sonra “pardon! Ben şey sandım,” diye biraz çekingen, biraz şaşkın itirafta bulunup ortamı terk etmeye davranıyor ama niye pardon dediği netleşmemiş. Ben Zeynep’i de sağır sanıp işaret diliyle konuştuğunu düşündüm ama Onur, dediğim gibi annesini onun sağır olmadığı yönünde uyarıyordu. Sesli betimlemenin erken ya da geç montajlanmasıyla alakalı olabilir diye düşündüm ama ucu açık kaldığını ifade etmek zorundayım. Gene aynı sahnede Zeynep bir fotoğrafta Onur'un kaç yaşında olduğunu soruyor. Konuşma ile ifade edilen bir yaş olmadığından Onur'un parmaklarıyla gösterdiğini sanıyorum. Ancak buna dair bir bildirim yok sesli betimlemede. Bu soru yanıtsız kalmış görme engelli izleyicinin kafasında.
Onur ile Zeynep'in Onur'un annesinin işyerine gittiğinde de bir süre diyaloglardan cafe, lokanta ya da çay bahçesi gibi bir yerde oldukları kanısına varıyoruz. Betimlemede bu ilk başta mesela "birlikte bir çay bahçesinde oturuyorlar" gibi bildirilmiyor. Örneğin birkaç sahne sonrasında, çağrı merkezindeki Eylem adlı oyuncunun tepki gösterdiği sahnenin hemen ardında oyuncuların servis otobüsündeki bölüm, serviste diye belirtiliyor. Dikkatimden kaçmadıysa eğer annenin mekânı dışındaki sahnelerin çoğunda da öyle. Mekânlar bana göre de olması gerektiği gibi ifade edilmiş.
Zeynep’in sokakta Onur’u yalnız beklediği esnada onu camdan fark eden Kamuran’ın geçirdiği sinir krizi sonrasında, koşarak gelen Onur’u kolundan eve çekmesi betimleniyor ama Kamuran Onur’’u hırpalarken ki Onur’un tepkisi bildirilmiyor. Onur’un şaşakaldığı tahminle anlaşılabilir ama sesle bir bildirim olmadığından netleşmiyor sahne tam anlamıyla.
Sesli betimlemede dikkatimi çeken bir nokta da Onur'un ifadeleri genelde havada kalıyor. Biz Onur'un ne dediğini karşısındakinin söylemlerinden anlıyoruz. Bu filmin orijinal halinde de mi böyle? bilmiyorum. Ancak filmi izlediğim iki seferinde de ilgimi çekti bu durum.
Örneğin, Onur'un annesiyle yalnız olduğu sahnede bu olay çok belirgin bir şekilde görülüyor.
Tabiki Onur işaret diliyle konuşmakta ama herhalde onun ne dediği izleyiciye bir şekilde tercüme edilmiştir diye düşünüyorum. En azından alt yazı geçmiştir işitme engelli Onur’un işaret dili konuşmaları. Veyahut Zeynep hava durumu bilgilerini şaret diliyle Onur’a anlattıktan sonra, “öğretmenim sağ olsun, Cihan öğretti,” der ve sorar; “kızdın mı?” Onur’un bu soruya verdiği cevap yok filmde. Daha doğrusu filmde mutlak vardır da ben anlayamıyorum betimlemeyle ayrıca bildirilmediği için.
Onur'un eve gelipte Zeynep'i dans ederken gördüğü sahnede, Zeynep, müziğin çok güzel olduğunu söylüyor ve Onur, insanlarla iletişim kurmak için yazı yazdığı tahtaya "buna kimse cesaret edememişti" yazıyor. Birkaç saniye sonra Zeynep, "babanın mı?" diye bi soru soruyor ama soruyu niçin sorduğu belirsiz. Ben müzikçalar için olduğunu sanıyorum. Ancak dediğim gibi sanıyorum. Emin olmak için bir görene sormak gerek.
En son sahnede ise Zeynep geliyor kapıda, “ceketimi burada unutmuş olabilir miyim?” diyor. Peki! Onur ne yapıyor? Film burada bitiyor ama Onur’un tepkisi ne? Sevindi mi mesela? Bence şaşırmış ve çok mutlu olmuştur ve bu durum onun suratından anlaşılıyordur ama dedim ya bence?
Ve bir yapımın en vazgeçilmezi o işi ortaya koyan herkesin gösterildiği bölümler. Filmin hem başında hem sonunda, sonundaki bölümde oyuncular filmdeki rollerine göre tek tek ifade edilerek okunmuş. Sesli betimlemelerin en sevdiğim tarafı gerçekten bu diyebilirim. Diğer türlüsünde asla bilemiyorsunuz. Tesadüfen bir TV programında merak ettiğiniz dizi ya da filmdeki oyuncuyu veya yönetmeni veyahut senaristi öğrenemediyseniz eğer bilemiyorsunuz. Artık internet var, diyebilir kimileri. Evet doğru, kolayca bilgiye ulaşılabiliyor bu şekilde ama filmi izlediğin esnada öğrenmek bambaşka bir duygu.
Genel anlamda toparlamak gerekirse, Emine Kolivar'ın sesine bu film çok yakışmış. Ondan filmi dinlemek çok hoş. Betimlenen bölümler genelde oldukça açık ve net. Yukarıda da ayrıntılarıyla ifade ettiğim gibi küçük bir iki montaj sıkıntısı ve havada kalan betimlemesiz noktalar dışında kusursuz bir iş olmuş. Emeği geçen herkesin eline sağlık.
Bahsettiğimiz filmin sesli betimlemeli haline Sesli Betimleme Derneği’nden ve GETEM’den ulaşabilirsiniz. Aynı zamanda filmin orijinal DVD’sinde de sesli betimlemeli versiyonunu bulabilirsiniz.