Toplam Okunma 0

En çok kalabalıklarda yalnızdır insan. Kalabalıklarda bulur kendini, kalabalıklarda kaybeder. En çok da kalabalıklarda yalnızlaşır. Çünkü karşısında tepeden tırnağa aynılaşmış bir insan yığını vardır. Kendi benliğini savunmadan kocaman geleneklerin ardına sığınan bir topluluk, kocaman bir güruhun tek tipleşmesinden   başka bir şey değildir. İşte böyle bir kitle karşısında tamamen yalnızsındır. Sen ve o. Bir üçüncü yok.

Yüz yıllar öncesinin şartlarında oluşturulmuş ne varsa, bu gün hiçbir anlam ifade etmediği halde onun yılmaz savaşçısı olurlar. Kendi köklerini bürüyen ayrık otlarına sıkı sıkı sarılırlar. Kendilerini çürüteceğinin farkına bile varmadan. Her şeyi kurallar içinde yaparlar. Başkaları gibi yaşar, başkaları gibi yer içer, başkaları gibi sevişirler. Ve zamanla çürümeye başlarlar. İçlerindeki taze fidan başkaldırdıkça ayrık otlarıyla baskılarlar onu. Korkarlar içlerinden doğan kendilerinin kalabalıklarca kabul edilmiş kendilerini yok edeceğinden. Korktukça sarılırlar zararlı otlara ve artık kendileri değildirler. Heyecanları sahtedir. Aşkları, gülüşleri.. Onlar için çizilmiş bir çerçevenin içerisinde nitelikli ağacı oynarlar. Meyve verirler. Sürekli başkalarının midesini besleyen meyveleriyle övünürler. Oysa kendi özsuyuyla yetişmemiş o meyvelerin tadı en çok kendilerinin midesini bulandırır. Ömürleri gizliden gizliye yaşadıkları hayata küfretmekle geçer ama dışarıda o hayatın yılmaz savunucusudurlar. Yanlış köklere tutundukları için çelişkiler arasında yıpranıp dururlar.

Evet, yine anlatmak istediğim şeyden önce sağlam bir iç dökme faslı yaptım biliyorum. Aslında anlatmak istediğim tam da yukarıda yazdıklarım ama böyle gönderirsem yazı kurulu, “Bunun engellilikle ne alakası var” diye beni şutlar. O zaman bir demet alaka verelim size.

Neden farklılıklarımızla eşit bir yaşam istememiz, aynı farklılıkları paylaştığımız insanların tepkisini çekiyor? Yüzyıllar boyu bilinçsizce dilden dile taşınan ayrımcı ifadelere karşı çıktığımızda ilk tepki verenler niye bizim içimizden çıkıyor? Tam da burada gördüğümüz ayrık otlarının sahiplenilme durumu. Yıllarca ayrık otları köklerimizde durmuş, zarar vermiş ama onları temizlemek kimsenin aklına gelmemiş. Bunu ilk akıl eden de kendi türünün gazabına uğramış. Çünkü yararlı bir şey bile olsa rutinin dışına çıkılmış. Çünkü bunun doğruluğunu kabul etse bile yalnızlaşmaktan, konfor alanını terk etmekten korkuyor. Çünkü zararlı da olsa ayrık otları o anlık gövdesini ısıtıyor. İşte bütün mesele bu.

Bugünün geçici konforu için sağlıklı ve özgür bir yaşamı reddetmek. Ağaçken ayrık otuna boyun eğmek. Kendi varoluşunu yok sayıp ayrık otu gibi yaşamaya çalışmak. Kendisine ayrık otunun zarar verdiği farklı türdeki çiçekleri değil ayrık otunu savunmak. Bir kerecik ayrık otları üzerine kafa yorsak, birkaçını koparıp sonucunu görsek, kendi içimizdeki fidanın yeşermesine katkıda bulunsak, onu kendi istediğimiz şekilde sulasak, istediği gibi yetiştirsek olmaz mı?  Şöyle kendimizi içinde yalnız hissetmediğimiz, farklılıklarımızla bir arada olduğumuz büyük bir orman yaratsak. Denemekten ne çıkar? Belki o zaman mesafeyi daha çok kısaltmış oluruz büyük hasretimizle. O zaman tanıdık ve güzel dizelerle veda edeyim.

Bildiklerinizi yüzleştirin hayatla

İşte o zaman anlarsınız…

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.