Yüksek müsadelerinizle öfkeliyim dostlar. Diyeceksiniz ki "Niye?" Bir grup da diyecek ki: "Yine mi?"
Konu da bu zaten; karşılaştığımız ayrımcı veya mikrosaldırgan davranışlar karşısında nasıl bir tavır takınmalıyız?
Ödül almak üzere sahneye çıkıyorum; birincilikle birlikte en yüksek derecedeki özel ödülü alacağım ve ödül töreninin son konuşmasını yapacağım. Benden hemen önce konuşan kişi mikrofonu bana uzatırken: "Kızımızı da tebrik ediyorum" diyor. Son derece şık bir konuşma hazırlamışken, mikrofonu elime alıp: "Beyefendi 'kızımız' dedi ama 36 yaşındayım, felsefe öğretmeniyim..." diye başlıyorum konuşmaya, ve ortamın bir anda buz kesmesine sebep oluyorum.
Neyin yanlış olduğunu, ne orada ne burada ne de başka bir yerde anlatmak istiyorum artık. İnanmayacaksınız ama ben de sıkıldım. Hep aynı şeyler, hep aynı anlatma çabaları... O kişiye "Kızımız" dedirten tek şeyin karşısındakinin engelli oluşu olması... Ve benim kimsenin kızı ya da kardeşi olmayışım... Benim bir ailem var, kimsenin kucaklamasına ihtiyaç duymuyorum, kardeşlerim de var; kimseyle kardeş değiliz!
İyi ki de anlatasım yokmuş... Öğretmen hastalığıdır belki; yanlışı görüp düzeltme refleksi... Her neyse konumuza dönelim; bunu kullanışlı bir örnek olarak değerlendireceğim.
Böyle bir durumda tepkim ne olmalıydı? Öncelikle bazı dostlarım bana tepkisiz kalmamı önerirler; sebebi de benim canımı sıkmamı istemiyor oluşlarıdır. Bu tip durumlar çok yaygındır ve her birine öfkelenirsek bu bizim ruh sağlığımız için son derece zararlıdır. Evet, doğrudur. Ben de burada öncelikle şunu bir belirtmek isterim: Ben de 24 saat bunları düşünüyor değilimdir, eve gidip ağlıyor da değilimdir; ve kimseye de böyle yapmasını elbette önermiyorumdur.
Tepkisiz kalınması önerisine bir diğer gerekçe de şudur: Halkımız çok cahil ve bilinçsizdir, değişmesi de çok uzun yıllar alacaktır, bu nedenle verilen tepkiler faydasızdır ve boşu boşuna efor sarf edilmiş olur. İşte bu yaklaşım, bende "pasifize olmak, ümitsizlik, kadercilik gibi durumları çağrıştırıyor ki bunlar öfkeden de daha zararlıdır.
Pasifliğimize bulduğumuz bahanelerden biri de: "Tüm engelliler aynı çizgide değil, o yüzden birlikte hareket edemeyiz" gibi bir düşünce. Bu bizi durdurmamalı. Örneğin kadın hareketini düşünelim; "Kocamdır, döver de sever de" diyen kadınlar yok muydu? Bu nedenle kadın hakları mücadelesi yılgınlığa kapıldı mı? Varsa imkansızlıklar içinde yoldaşlarımız, onlarla da bir olduğumuzu göstermek zorundayız.
Ben hiçbir şeyin boşa gitmeyeceğinden çok eminim. Benden önce ödül alan başka bir öğretmene de "kızımız" dendi ama o bir tepki vermedi. Belki de fark etmedi, orası önemli değil de, benzer bir tepki verseydi durum tekrarlanmayacaktı. Durum tekrarlansaydı bile bu sefer benim verdiğim tepki çok daha etkili olacaktı. Hani şu karaya vuran deniz yıldızlarını yaşamaları için tekrar denize atma hikayesi vardır ya; oradaki gibi bir romantizm peşinde değilim ama karaya vuran tek bir deniz yıldızı olsaydı, onu tekrar denize attığımızda bu hareketin adı romantizm olmayacaktı öyle değil mi? Mükemmellik beklentisi bizi imkansızlığa götürür doğal olarak, ama mükemmel olmayacaksa hiç olmasın deme lüksümüz yok. Tembelliğimize, ümitsizliğimize, üşengeçliğimize veya duyarsızlığımıza da bu şekilde kılıf bulamayız.
Bir yandan da tepki veriyorsun da ne oluyor diye düşünmekten alamıyor insan kendini. Sanmayın ki ben tepki verdiğimde veya bu satırlarda bunları anlatıp durduğumda kişisel olarak rahatlıyorum. Hayır, rahatlamıyorum; tatmin olmuyorum daha doğrusu. Dergiyi okuyanlar zaten belli bir seviyenin üstünde düşünme pratiğine sahip insanlar. Tam olarak kime anlatıyoruz biz bunları? Bazen kendimiz söyleyip kendimiz dinliyormuşuz gibi hissediyorum. En azından; benzer sorunlarla karşılaşan insanlarla bir arada olmuş oluyoruz, dayanışma, bilgi ve deneyim paylaşımı içinde olmuş oluyoruz, bir de yıllar sonrasına da kalacak izler bırakmış oluyoruz. Bunların her biri paha biçilmez değerde benim için; yine de bazen iğneyle kuyu kazıyormuşuz gibi hissediyorum, neden dinamiti koyup patlatmıyoruz ki diye de soruyorum.
Yoldan geçen adam geliyor, alenen kişisel haklarınıza saygısızlık yapıyor, sözlü tacizde bulunuyor; ve bizden sakin, ağırbaşlı ve sabırlı tepkiler vermemiz bekleniyor. Cahillik ve bilinçsizlik mazeretleriyle hoş görmemiz bekleniyor hatta. Asıl bu romantizm. Biz de bazen kendimizi kaptırıp birilerine bir şeyler anlatmaya kalkıyoruz, çok temel konularda insanları ikna etmeye çalışıyoruz. Ne münasebet! Mesela apartman komşumun evine girip hırsızlık yapmamam konusunda benim ikna edilmem gerekiyor mu? Benim kimsenin eşyasına izinsiz dokunmamam gerektiği konusunda ikna edilmeye ihtiyacım yok, ama diyelim ki ikna olmadım; ne olacak o zaman? İnsanlar benim bilinçlenmemi mi bekleyecek? Rastgele birinin yanına gidip özel hayatıyla ilgili sorular sorabiliyor muyuz, hakkında onun yanında ileri geri yorum yapabiliyor muyuz? Yapsaydık nasıl tepkiler verilirdi? Bizden niye bilge bir derviş gibi davranmamız bekleniyor? Yoksa melek falan olduğumuza biz de mi inandırıldık? Toplumun bizi sorunlu, ukala veya kompleksli görmesi çok mu dert? Siyasi parti değiliz ki biz; herkese sempatik görünelim de oy kaybetmeyelim. Hakkım olanı talep ederken neden bin türlü şey düşünmek zorundayım? Bir şey haksa haktır; neden herkesin tek tek "Evet, haktır" demesini sağlamak zorundayız? İster ikna olsun ister olmasın, ister anlasın ister anlamasın; bu benim sorunum mu? Yolda bana gelip, "Keşke yanınızda biri olsaydı" diyen birine, "Kes!" dediğimde neden ben öfkelenerek yanlış davranmış oluyorum?
Doğru hedefe yöneltilmiş öfke son derece yararlıdır. Bu bağlamda eylemlerimizin radikalleşmesinin de olumlu sonuçlar vereceğini düşünüyorum. Alttan almacı tavırların, bize giydirilen melek kostümünü sahiplenmekten bir farkı yok. Unutmayalım ki melek akıl ve irade sahibi değildir; hür iradesiyle onurlu yaşayan insan melekten üstündür. Bu kadar dinsel metafor kullanmışken, haksızlık karşısında susmanın da şeytan simgesiyle ilişkilendirildiğini ekleyeyim. Görüldüğü gibi nereden tutarsanız tutun, ortada bir sorun var. Ortada bir sorun varken de kimse bizden bir sorun yokmuş gibi davranmamızı beklememeli.
Öfke de dahil, insana dair ne varsa bizde de var olduğunu, anlatmak değil yaşatmak gerekiyor. Evet, öfkelenebiliriz, umursamaz da olabiliriz; üretebiliriz de, işten de kaytarabiliriz; içki içip taşkınlık da yapabiliriz, sokaklarda öpüşebiliriz de...
Engellilerin çocuk kategorisinde olmadığını belletmenin yolu, belki de biraz marjinalleşmekten geçiyordur; ne dersiniz
Toplam Okunma 0
Yorumlar
Bu yazı için henüz yorum yok.