Çok kıymetli okurlar, size bu yazımda insan hayatının ne kadar ucuz olduğunu, paranın insan hayatından da üstün olduğunu anlatmak istiyorum.
16 Ekim 2018 Salı günü hem ziyaret amaçlı hem de bazı yapmam gereken işler için mezun olduğum ilkokuluma gittim. Gerek okulumdan dönerken, gerekse de başka bir yerden evime dönerken gittiğim istikamette, evimin yakınında bir market önünden geçiyorum. Normal şartlarda kaldırım kullanmamız gerekir, araçların arasına inmememiz gerekir değil mi? Maalesef hep söylüyoruz ya, kaldırımları sergiye çeviriyorlar diye, işte benim gittiğim o kaldırım da sergi alanı.
Bu marketle birkaç yıldır uğraşıyorum. Neden mi? Market sahibi müşterilerin araçlarını rahat park etmeleri için, alışverişlerini yapıp hemen market önünden araçlarına binmeleri için kaldırımı rampa haline getirtti ve o kaldırım arabaların rahatça girebildikleri bir alan oldu. Bu durumla ilgili bağlı olduğum belediyeye şikayetlerde bulundum, Fen İşleri’ne şikayetlerde bulundum fakat maalesef pek sonuç alamadım. Sonuç alamamamızın sebebi de neymiş: Market sahibi belediyeye kira veriyormuş, kira verdiği için de kullanabilirmiş.
Tabii bu noktada yine ailemle bırakmadık işin peşini. Annem elinde telefon, gazeteci misali, her gördüğünde market önündeki kaldırım işgalinin fotoğraflarını çekti ve o zamanın BİMER adlı kurumuna bu durumla ilgili şikâyette bulunduk. Oradan bağlı olduğum belediyeye ihtar gelince, tekrar konuşuldu fakat yine sonuç alamadık. En sonunda market sahibiyle bir anlaşmaya vardık ve oraya bir otopark görevlisi koyulması, kaldırıma dubalar koyularak araçların girmemesinin sağlanması konusunda anlaştık.
İlk başlarda çok güzeldi; söylenen yapıldı, dubalar koyuldu ama zamanla dubalar düşmeye başladı ve kaldırım tekrar araçların odağı halini aldı. Dubalar varken de araç girmiyor muydu? Giriyordu yine bir şekilde ama dubasız olduğu kadar değildi. Gönül hiç araç olmasın ister ama yine de biz yayaların yolu rahattı. Şöyle betimlemeye çalışayım: Kaldırıma çıktığımda, eve gidiş yolunu göz önüne alırsak, market solda, araç yoluysa sağımda yer alıyor. İlerlerken bir aracı hissettiğimde ya da bastonumla bulduktan sonra, sola yanaşsam ağaç dalları var, sağa yanaşsam yola iniyorum ve araçların içine giriyorum. Bir de bazı araçlar öyle bir biçimsiz park ediyorlar ki, o zaman kaldırımın hepten dışına çıkmam gerekiyor ve resmen araçlarla beraber gitmem gerekiyor. Elimden geldiğince kaldırım üstünde bulunan araçları kendime rehber edinmeye çalışıyorum tabii. Aracı geçince de çıkabilirsem tekrar kaldırıma çıkıyorum. Başka sürpriz bir araçla karşılaşmazsam elbette.
Okuldan döndüğüm gün, bahsettiğim kaldırıma çıktım ve ilerliyordum. Birden bastonum bir kasaya takıldı ve anladım ki kaldırımda uzun bir kamyon var ve dikkatli gitmem gerekiyor. Zaten bastonumun çarpmasıyla, bir kişinin beni çekmesi bir oldu ama işte doruk noktası; kamyonun açık duran koca kapağıyla alnımı buluşturarak selamlaştım. Kapak fena hal hatır sordu. Öylesine özlemiş ki beni, çok güzel bir öpücük kondurdu. Kafam tak ettiği anda uğultulu bir ses de duydum, sanırım adam bir şeyler dedi ama ne dediğini de anlamadım. Adamın içinden geçenlerin ne olduğuyla ilgili tahminimi söyleyeyim yine de. “Arkadaş, kimseleri yok, tek başlarına çıkıyorlar. Aileleri nasıl izin veriyor? Bir de bunlarla mı uğraşacağız?” Artık ön kapağı mı açıktı, yoksa arka kapağa mı çarptım bilemiyorum. Sonradan öğrendim ki kamyon markete ürün bırakmaya gelen bir araçmış. Aslında ürünlerin indirilebileceği, o tür araçların duracağı alan da varmış marketin arkasında.
Orada bulunan bir esnaf yanıma gelerek yardımcı oldu bana ve adama da, “Bu kapak burada, bu şekilde mi açılır?” diye serzenişte bulundu. Adamda ses yok. Yahu, bre insan evladı! Haydi çarptık, sen orada gördün, bırak işini de bir özür dile, “Bir şeyin var mı?” diye sor. Hiç tepki bile vermedi; aşağı inme, yanıma gelme gereği bile duymadı.
Bağımsız hareketim profesyonel olmasa da, bu tür olaylarla sürekli karşılaşabileceğim hatrımda olsa da, bir özür dileyebilmenin, “Bir şeyiniz var mı?” diye sorabilmenin de erdem olduğunu düşünmekteyim ve savunmaktayım. Sonra zabıtalar çağrıldı ve bu kaldırımın serüveni yine her zamanki gibi anlatıldı. Ne dendi? “Burası için otuz bin lira kira veriliyor.” Bu nokta üzerinde duralım. Bu cümle sonrasında, demek ki insan hayatının otuz bin liradan değersiz olduğu; engelli bir bireyseniz zaten daha da değersiz bir kategoriye girdiğiniz sonucu çıkıyor. Resmi kurumlar ne yazık ki bu işin çözümüne gitmiyorlar. Normal şartlar altında alışveriş yapmaya gelen araçlar için bile ayrılmış alanlar var fakat insanlar, “Marketten çıkıp da yol yürümeyelim.” diye araçlarını hemen kaldırımın yaya geçidine park ediyorlar. Yine uğraşmaya devam edeceğim elimden geldiğince. “Erişilebilirlik lütuf değil, haktır.” düsturuyla, ” İnsan hayatı parayla satın alınamaz.” kararlılığıyla mücadeleye devam etmek gerekiyor.
Yazımı sonlandırırken, sizlere kaldırımla ilgili yazdığım dörtlüklerle veda etmek istiyorum:
Kaldırım üstün dolu,
Ben nasıl geçeceğim?
Yaya yürür kişiyim.
Yere mi ineceğim?
Kamyon gelir, konaklar,
Kapıyı aça aça.
Ben yoruldum, yoruldum,
Araçtan kaça kaça.
Kaldırımın üstünde,
Vardır araç sergisi.
Otuz bin lira imiş,
Kaldırımın vergisi.
Bastonum yerde gider,
Şarkı mırıldanarak.
Araba selamlarız,
Kafamızı vurarak.
Engelliler Haftası,
Yapılır kucaklaşma.
O haftalar bitince,
Aman bana bulaşma.
Bastonumun tekeri,
Yere sürünür yere.
Erişilebilirlik,
Bize haktır bir kere.
Bastonum ilerlesin,
O şanlı varlığıyla.
Artık uğraşmayalım,
Kaldırım darlığıyla.
Kaldırımın mazisi,
Ne çoktur biz körlerde.
Onları toparlasak,
Roman olur herhalde.
Arabanın suçu yok,
O cansızdır, ne yapsın?
Esas canlı kullanan,
Bunu aklına yazsın.