Günlerdir içi kıpır kıpırdı. Mevsimin tüm çelişkileri, onun içinde yaşanıyordu sanki. Yerinde duramıyor içi içine sığmıyordu. Baharın adını yalanlarcasına soğuyan havalar, onu çok etkilememişti. Güneş bulutların arkasına saklanmamış, göklerdeki tahtından firar edip onun yüreğine konmuştu adeta. Bu eşsiz misafiri yitirmek istemeyen kalbi, bir mengene gibi kavramıştı dev ateş parçasını. Mutlu bir sıcaklık ve sarsıcı bir sıkışma hissediyordu içinde. Güneşin yanında, ılık samyelleri ve Nisan yağmurları da gelmiş, yanan yüreğini serinletip kıpır kıpır yapmışlardı. İlkbahar, dışarıda yaşanmıyorsa da onun içinde hükmünü umarsızca sürdürüyordu. Yağmur, güneş, rüzgâr olur da toprak durur mu? Hemen o da bu güzelim mekânda yerini almıştı. Kök salacak yumuşak toprağı gören ağaçlar ve çiçekler, hiç zaman kaybetmeden köklerini toprağın derinliklerine gömerek en güzel giysilerini yemyeşil kuşanmıştı. Bu güzelliğin davetine icabet eden kuşlar, yeşil örtünün üzerinde cıvıldaşarak sevişmeye başlamışlardı bile. Artık, gürül gürül bir dünya akıyordu içerisinde. Beyni ise, yüzyıllık bir şarap fıçısına düşmüşçesine yüreğinden gelen sesler dışında talimat almıyordu. Bir hastalıktı belki de bu, binyıllardır adı konamamış. Ya da hiç tanımlanamayacak bir şey. Onun içindi belki, insanların onu ete kemiğe büründürme çabası. Romeove Jüliet demişler adına. Mem- u Zin diye çağırmışlar. Tahir İle Zühre diye cisimleştirmişlerdi. Sevda derlerdi ona Anadolu’da ve adını duyan herkesin yüreği cız eder. Başı saygıyla öne eğilirdi. Amaaaaaan dedi. Her ne boksa işte. Sonuçta eşsiz bir şey. Her bokun üzerine felsefe yapmak zorunda değildi. Yine de düşünmekten kendisini alamıyordu. Buna benzer duyguları daha önce de yaşamıştı ama böylesini değil.
Bir film şeridi gibi aşk hayatı gözünde canlandı. Başarılı ve donanımlı bir insandı. İnsanları çok çabuk etkileyen bir çekiciliği vardı. Ama her zaman çeşitli önyargılar peşini bırakmıyordu. Onu gitmek istediği yere, ayaklarının değil bir tekerlekli sandalyenin götürüyor olmasıydı bütün problem. Yolun felsefesini bilmeyen, kendisine öğretilen şeklin dışında sevdalanmaya bile cesaret edemeyenler için çok büyük sorun gibi görünüyordu bu. Önemli olan ulaşılması gereken yer değil miydi? O yere giden yolda hangi aracın kullanıldığı ne kadar önemliydi? Hayatı kurulu bir saat gibi yaşamaya alışık olanlara bunu anlatmanın ne kadar zor olduğunu deneyimleyerek görmüştü kaç kere. Tabi ki kendisinin de Mecnun ettiği bir sürü insan olmuş ama onların hisleri karşılıksız kalmıştı. Çok bilmiş bir edayla, “Bu fırsatları değerlendir.” Diyenler olmuştu. Fakat o, aşk denen duygunun zerresini tatmamış çıkarcı zihniyetlere kanmayacak kadar doğal kalabilmişti.
Bu sefer durum farklı gibi görünüyordu. Okulda tanıdığı bir gençti. İlk günden, birbirlerinden hoşlanmış; bunu birbirlerine belli etmekten de çekinmemişlerdi. Sevdiği farklı bir insandı. Doğayı ve insanlığı özgürleştirmek için mücadele ettiğini söylüyor, gözünü budaktan esirgemiyordu. Kendisi de toplumun kalıplarıyla ve sistemle kavgalıydı ama bu kadar keskin cümleler kurmuyordu. Belki de kendi zihninde biriken düşüncelerin bu kadar radikal söylenmesi etkilemişti onu. Belki de genç adamda kendinin bir parçasını görmüştü. Malum önyargıyla karşılaşacağını aklına bile getirmiyordu. Öyle ya, bu genç adam kendisini anarşist olarak tanımlıyor ve toplumun prangalarından kurtulmak gerektiğini savunuyordu. Fakat bir iki olay ondan kuşkulanmasına sebep olmuştu. Toplumun dayatmalarını kabul etmediğini söyleyen bu genç adam: bir arkadaşlarının eşcinsel olduğunu öğrendiğinde kısa bir süre ikircikte kaldıktan sonra diğer arkadaşları gibi o genç çocuktan uzak durma kararı almıştı. Bir başka gün ise, nedenini hatırlamadığı bir olaydan kaynaklı okulun temizlik görevlilerinden birisiyle tartışmış ve söylediklerinin tam tersi şımarık bir burjuva gibi tepkiler vermişti. Gözlemlediği bu iki olay, biraz dengesini sarsmıştı. Fakat, bu genç adama haksızlık ettiğini düşünüyor, herkes düşündüklerini zamanla pratiğe döküyor diye kendini avutuyordu. Her ne olursa olsun bugün ona açılacaktı. Buluştuklarında liseli bir genç gibi heyecanlanıyor, bunun için kendisine kızıyordu.
Bütün heyecanını bir tarafa iterek içindeki her şeyi bir anda söyleyivermişti. Aldığı cevap hislerinin karşılıklı olduğu ama biraz beklemenin doğru olacağıydı. “Beklemek” dedi. “Neden?” “İnsanların bu duruma biraz alışması için” dedi genç adam. Bir çırpıda kulaklarına dökülen bu yanıt, bir şok etkisi yapmıştı ama şoku kolay atlatacak kadar tecrübeliydi. Ne için beklemeleri gerekiyor diye sormadı bile. İçinde inanılmaz bir ağlama hissi olmasına rağmen, çelikten bir ifade takınmıştı yüzüne. Delici bakışlarını, karşısındakine sabitleyip kurşun gibi bir ses tonuyla konuşmaya başladı. “Sen” dedi “Bir kölesin. Sen düşünsel bir kölesin. Dilin çok keskin, çok güçlü cümleler kurabiliyorsun. Fakat zihnin köle. Hayatta hiçbir şeyin ortası yoktur. Ya tüm zincirlerini kırıp özgürleşecek, ya da zamanla yumuşayacak eriyeceksin. Aileden, arkadaşlarından, çevrenden çekine çekine; hükümetten, devletten ve son olarak kendinden çekinmeye başlayacaksın. Geriye doğru attığın her adım, zincirlerini daha da sıkılaştıracak. Nefes alamaz hale geleceksin. Seni kan bağlarıyla etkileyecekler, yalnız bırakmakla etkileyecekler, ekmeksiz kalmaktan korkacaksın ve sen; sen olmaktan çıkacaksın” dedi. “Bu sert dilin eriyecek. Söyleyemediklerin bir yumru gibi içinde büyüyerek gövdeni şişirecek. Konuşmadan önce, oto sansür mekanizmasında kelimelerini süzeceksin. Söyleyemediklerin içinde dağlaşacak. Karar senin, ya tüm zincirlerini kırmayı seçecek ya da ömrünü bir köle olarak tamamlayacaksın. Doğanın sana verdiği ömrü başkalarının istediği gibi yaşayacak, başkalarının istediği ölçülerde insanlara aşık olacak, başkalarının istediği insanlarla arkadaş olacak, aynı yerlerde susarak ve aynı şeyleri yaparak tamamlayacaksın. Ya da, yüreğinin ve düşüncelerinin peşinden gideceksin. Sevdasını bile korkusuzca yaşamaktan aciz olan insan , özgürlüğün peşine düşebilir mi? Prangalı bir yürekte hangi sevda barınır? Sana önyargıların ve çelişkilerinle başarılar dilerim. Unutma, işe kendi zihninde devrim yaparak başlaman gerekiyor” dedi.
Genç adam, adeta bir balyoz darbesi almışçasına sarsılmıştı. “Tamam” dedi, “Seninle her şeye varım.” Fakat aldığı yanıt, yaşadığı sarsıntıyı bir kat daha arttırmıştı. Kadınlara özgü bir bilgelikle, “Sen önce kendinle yüzleş ve özgürlüğünü kazanmak için mücadele et. Bu yolda harcadığın emek, seni özgürlüğe ve aşka daha çok yaklaştıracak. Unutma, aşk zincir tanımaz” diyerek orayı terk etti. O gece yaşamış olduğu hayal kırıklığına rağmen, başını yastığa koyduğunda kendinden emin insanların takındığı bir gülümseme vardı genç kadının yüzünde. Yenilmemiş olmanın, baş döndürücü rahatlığıyla, bıraktı kendisini zihninin dingin limanlarına.