Toplam Okunma 0
Beyaz bir fon üzerinde, gri renkli iki insan kafası çizimi birbirine dönük olarak yer alıyor. Kafa çizimlerinin içerisinde beyaz renkli  konuşma balonu şeklinde çizilmiş beyin simgeleri var. Bu simgelerden soldakinin içerisine gri renkli bir bulut, sağdakinin içerisine ise sarı renkli bir güneş çizilmiş.

Görmezden gelme davranışının bir başka adı çoğu zaman “bencillik” diyebiliriz. “Sen görme engelli olduğun için anlamıyorsun ama buranın manzarası bir harika” diyen kişinin tavrı mesela… Bulunduğu manzarayı; eşsizliği, ortamın devinimi, nesnelerin perspektifindeki ahengi görerek algılar, öylece keyif alır. Buna da alışmıştır. “Görme engelli olduğun için sen kötülükleri görmüyorsun” diyen kişi de bunu söylerken kötülük diye bahsettiklerinin gözle görünen yanlarını canlandırır zihninde. Görme engelli birine “sen gece karanlıkta hiç korkmazsın” diyen biri; görerek hissettiği karanlıkta ortaya çıkan kaygılarının gözü görmeyen birinde olmayacağını varsayar. Görme engellilikle ilgili en sık sorulan sorularla ilgili liste yapacak olsak ilk sıralara yerleşecek bir soru “görme engelliler rüya görür mü” sorusu olur. Kendisindeki rüyalar görme duyusu ağırlıklıdır çünkü. Hatta farklı engel gruplarından kişilerin, erişilebilirliğin eksikliğinin hangi engel grubunu daha çok etkilediği sorusuna cevabı, genellikle kendi engel grubu olmaz. Alışkanlıklarımız ve kendi deneyimlerimiz önemlidir ancak bazen karşılaştığımız olguları, kendi deneyimimizden ibaret sayarak düşünme, duygulanma yanılgısına kapılırız. Kendi deneyimimiz ve buna bağlı oluşturduğumuz şema, başkaları ve etrafımızda olup bitenler hakkında fikir üretmemizi kolaylaştırır. Maalesef pek çok zaman da kendimizden yola çıkan genellemelere varmamıza neden olur.

 

            Bu durum hayatın körlük dışındaki alanlarında da aynen bu şekildedir. Örneğin bir erkek ev işlerini yapan eşinin işinin çok kolay olduğunu, ev işleriyle hiç ilgilenmemesine rağmen düşünebilir. Kendi işinde çok yorulmakta, belki de mobbinge uğramaktadır. Zorluk olgusunu, kendi yaşantıları ile anlamlandırmıştır. Eşinin zorlanmasını görmezden gelir. Aile içindeki bir kavgadan, çocukların etkilenmeyeceğini ve unutuvereceklerini düşünen yetişkin; yetişkinlik yaşamında insan ilişkilerinde yaşadığı zorlanmaları, bunlara biçtiği anlamı, sorunlara bakışını ve çözüm geliştirip geliştiremeyişini, tüm bunlara dair duygu durumunu yıllar geçtikçe biriktirerek şekillendirdiğinden çocuğun deneyimini görmezden gelir. Kendisi her fırsatta kopya çeken bir öğrenci, sınavlara okuldaki bir öğretmenle giren görme engelli öğrencinin akademik başarısını öğretmenlerden yardım almasına bağlar. Çünkü ona kalsa bir şekilde kopya çekerek yüksek notlar alınabilirdir.

 

            Bütün bunları derleyip toparlayıp getirmek istediğim yerse; aynılarının en büyük afetler ve travmalar için dahi geçerli olduğunu anlatmak. Mesela depremde evi yıkılan, çadırda kalan ve bin bir zorlukla boğuşan biri evi az hasarlı olan ve depremden bir süre sonradan itibaren evinde kalan bir başkası hakkında “onun düzeni bozulmadı, çok rahat” yorumu yapar. Çünkü onun yaşadığı zorluk çadırda kalıyor olmakla büyür. Oysa yıkılan şehir, kayıplar herkes için bambaşka anlamdadır; kalınacak yer de öyle… Bu kadar büyük bir yıkımda risk, güvenlik olguları ters yüz olur. Her zaman güvende hissedilen evin anlamı da değişmiştir.

            Bir başkası yaşlı annesini depremde kaybeden kişiyi, kendisinin çocuğunu kaybetmesinden daha şanslı durumda olduğunu düşünebilir. Çocuğuyla kurduğu hayaller, yarım kalan anıları, yıkık evde kalan beslenme çantası; zaten ömrü görece az kalmış birinin kaybına göre çok daha zordur ona göre. Oysa hayatımızdaki insanların yeri bizim içimizde o kişinin yaşına göre değildir.

 

            6 Şubat depremlerinden sonra birkaç kere duyduğum “Ah sen bir de görseydin; düşen eşyaları, kırılan camları, sallanan binaları, yerlerdeki molozları… Şanslısın bunları görmedin”. Bu söylemin sahibi olabilecek kişiler, depremin ne kadar vahim olduğunu görerek içselleştirmiştir. Diğer duyular da söz konusudur ancak görme de diğer duyuların yanında vazgeçilmez bir unsurdur. Ötekinin görme olmadan sürdürdüğü yaşamındaki bu afetin, görme olmaksızın hissedip algıladıklarının boyutunu görmezden gelir.

 

            En rutininden olağanüstüne yaşanan tüm bu örneklerde kendi deneyimini en iyisi, en zoru, en kötüsü, en rahatı sayma hali engellilikle ilgili yaygın olan bir meseledir. Hani şu empatiyi “kendimizi başkasının yerine koymak” diye tanımlayışımızdan kaynaklı sorunlar… Başkasının yerine kendini koyan insan, yine kendinden bakar her şeye. Yine deneyimlerinden anlam çıkardığı kendisidir. Hal böyle olunca da ötekini anlamak için kurulan empati bencilliğe dönüşür. Buysa özellikle afet ve travmatik hallerde yıkıcı, yıpratıcı olabilir. Kişinin saygı görme hakkına, yaşadığı deneyimin zorluğu ölçüsünde hizmete erişme hakkına engel olabilir.

 

Bencillik yerine bir de onu dinlemek ve mutlaka dinlemek… Deneyimlerimize ve kendimize başına “en” sıfatı koymasak dahi değer verebilmek hallerini koyabiliriz. En zor zamanlarda kendi içimizde hapsolmadan duyup düşünmek zordur ancak iyileştirici, eşitleyici olan ve gerçek dayanışmayı da kuran budur.

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.