Toplam Okunma 0
Şermin Yaşar'ın "Pekicik" adlı çocuk kitabının kapağı. Merkezde, pembe elbise giymiş, siyah örgülü saçlı küçük bir kız çocuğu kırmızı bir koltukta oturuyor. Gözlerinden birini kırpmış, muzip bir ifadesi var. Kızın hemen üzerinde, duvarda "Pekicik" yazan çerçeveli bir resim asılı. Koltuğun solunda ve sağında, iki yetişkinin üst bedenleri görünüyor. Soldaki yetişkin, gözlüklü, desenli bir yelek giymiş bir erkek. Sağdaki yetişkin ise topuz saçlı bir kadın.

Herkese merhaba. Şimdi bu yazıyı Turgay’cığımla yazıyor olsaydık, o şöyle en süslüsünden bir girizgâhı bir kuş tüyü hafifliğiyle konduruverirdi bu satırlara. Ama galiba ben onun kadar sıcak kanlı biri değilim. Affınızı rica ediyorum soğuk mizacım için. Ben hem kendimle hem sizinle ideal çocuk ve ideal insanı konuşmak istedim Şermin Yaşar’ın “Pekicik” isimli kitabı aracılığıyla.

 

Ben, Şermin Yaşar kitaplarını çok seviyorum. Çocuk kitaplarında değindiği konular hem çocuklar hem de yetişkinler için çok hassas. Mesela “Cebimdeki Mandalina Ağaçları” adlı kitabında, canı sıkılan ve ev işlerine ortak olmak için neredeyse yalvaran minik Ada’nın yetişkinler tarafından geçiştirilişi ve kız çocuğunun hissettiği yalnızlık çok başarılı bir şekilde verilmiş. Garip Bir Kuyruk kitabında farklılıkların arkadaş olmaya engel olmadığı çok sevimli bir şekilde ortaya konmuş. “Ya da Çok Hayal Kuran Çocuk” kitabında çocuğun hayalleri o kadar sıcak işlenmiş ki, insan kendini o sayfalara karışmak isterken buluveriyor istemeden. Vay be, resmen Şermin Yaşar reklamı yaptım vallahi.  Ama hak ettiğine inanmasaydım bu cümlelerin bir tanesini bile yazmazdım. Samimiyetime inanın. 

 

Öyleyse gelelim “Pekicik “kitabına. İşte bu kitapta Şermin Yaşar, yetişkinlerin kafasındaki ideal çocuk modelinin dehşet boyutlarını ele almış. Bunu yaparken abartma tozunu da bolca eklemeyi unutmamış. Ama vallahi ortaya puf puf kabarmış bir yetişkin saçmalığı konsepti çıkmış. 

 

Olay bir gazeteci gözünden anlatılıyor. Günlerden bir gün kasabanın birinde bir panayır düzenleniyor. Panayırda ebeveynlerin çocuklarını sakinleştirmek için kullandıkları kalıp tabirler tezgahlarda pazarlanıyor. Herkes kendi tabirinin en doğru olduğuna delice inanıyor. İşte tam bu panayırı anlatırken yazar, çok tatlı bir ironiyle o saçma sapan tabirlerin hiç ama hiçbir işe yaramadığını gösteriyor okuyucuya. Birbirinin sırtına çıkmış, çılgınlar gibi bağırıp çağıran, tepinen, ağlayan, koşan ve daha bir sürü şey yapan çocuklar hem resmedilmiş hem de cümlelere dökülmüş. Panayırda birbirlerine bu tabirleri adeta bilimsel kitapmışçasına öneren yetişkinlerin o efsanevi önerilerini de buraya yazayım mı? “Yaz yaz” dediğinizi varsayıp o akıl uçuran cümleleri bu satırlarla yolluyorum. 

 

En masum sayılabileceklerle başlayalım:

“Uyumadın mı sen hala küçük böcek?” (İşte buydu en masumu.)

“Ye o önündekini, yoksa bir daha asla senin annen olmam” (Bakınız burada artan saçmalık dozajı huzurlarınızda.) 

“Uyumazsan seni sevmem” (Seversen ayıp, diyesi geliyor insanın.) 

Şey, yazarken tepem atıyor doğrusunu isterseniz. O yüzden yazmayayım daha fazla. Dönelim biz kitabımıza.

 

Ah, kitabı düşününce bile içim çok sızlıyor da zihnim çok dağınık o yüzden. Evet, işte o gazeteci panayır alanından bisikletiyle dolaşmaya çıkıyor ve bomboş sokaklara bakarken bir ev fark ediyor. Bütün anne-babalar panayır alanındayken, o evin bahçesinde bir adam ve bir kadın, Yanlarında adeta bir saksı hareketsizliğiyle oturan bir kız çocuğuyla kahve içiyorlar. Kız donuk gözlerle çevresine bakıyor ve neredeyse hiç hareket etmiyor. Gazeteci evin kapısını çalıyor ve olay işte böyle başlıyor. 

 

Kızın adı Pekicik. Bu ismi özellikle koymuş annesiyle babası. Onu bebeklikten itibaren, çok sevdikleri bir çiçeğin yanına yerleştirmişler ve orada büyütmüşler. Her şeye, “Peki” diyecek şekilde yetiştirmişler. Onun ne zaman uyuyacağına, neyi ne zaman yiyeceğine, gereksinimlerine karar verme hakkı yok. Çünkü annesi ve babası onun için zaten en iyi olanı düşünüyor. Bu konudaki haklılıklarına öyle inanıyorlar ki, onların fikirlerini hiçbir şey değiştiremez. Kasabada kurulan panayıra gitmeye hiç ihtiyaçlarının olmadığını gururla anlatıyorlar. Çünkü bir robot tepkisizliğiyle her söyleneni yapan bir çocuk yetiştirmişler. İşte bütün bunları dinleyen gazeteci, en son çıkmadan önce Pekicik’e sarılıyor ve kulağına şunları fısıldıyor:

 

“Her şeye “Evet” demek zorunda değilsin.

İstemezsen yapmayabilir, yemeyebilir, itiraz edebilirsin.

Sana bir şeylerin nedenini anlatmak zorundalar.”

Gazeteci bunları söyleyince, küçük kızın yüzünde belli belirsiz bir gülümseme görüyor. Ertesi yıl panayıra gittiğinde o aileyi en önde Pekicik’i sakinleştirecek cümleleri ararken görüyor.

Pekicik mi? o da diğer çocuklarla çocukluğunun doruklarında.

 

Bazen bizden de beklenmiyor mu birer Pekicik olmamız? Engelliler için de mesela, en iyisini düşünmüyor mu sevgili büyükler ve onların tabiriyle sağlam insanlar, Bir başka deyişle bizim sağlamcılar? Bizden de o düşündükleri ve en iyi olduklarına inandıkları şeye hiç sorgulamadan, “peki” dememizi beklemiyorlar mı? Bunu bazen öyle durumlarda yapıyorlar ve “Hayır” dediğimizde de haklı olduklarına inanmanın coşkusuyla öyle bir kızıyorlar ki inanamıyorum ben. Mesela gideceğimiz yere doğru yürürken onların tehlikeli gördüğü ama bizim bildiğimiz bir yoldan yürümekte ısrar ettiğimizde, örneğin otobüste, “Otur” dedikleri halde oturmadığımızda… çok uzar tabii ki bu liste. Fikrim firarda sayın seyirciler. Bakmayın kusuruma. Dedim ya Turgay’cığım kadar mahir değilim bu kelimeleri bir araya toplamakta. 

 

Anneler, babalar, lütfen koyduğunuz kurallarla çocuklarınızın kâbusu olmayın. Kurallar güvenlidir. Çocuklara güvende hissettirir. Ancak bu kuralların nedenleri güzelce açıklandığında çocuğun bireyliği göz önünde bulundurularak bu kurallar konduğunda mümkün olur bu söylediklerim. İdeal çocuk her şeye, “Evet” diyen çocuk değildir. İdeal çocuk; sorgular, anlamaya çalışır, kurallara uymak için gösterdiği çabayı, sırası geldiğinde kendisi için de bekler ve inanın bu en doğal hakkıdır. 

 

Hep ebeveynin çocuk üzerindeki hakkından bahsedilir. Bence bu çok büyük haksızlık. Çocuğun da ebeveyni üzerinde çokça hakkı vardır. Zaten öğrettikleri ve açtığı ufuklar yoluyla yarattığı mucizeyle sahip olur bu hakka. Hayatımızdaki minik öğretmenler onlar. Bizden öğrendikleri kadar bize öğrettikleriyle de varlar ve tabii iyi ki varlar.

 

Pekicikler değil, sırası geldiğinde avaz avaz direnen itiraz çiçekleri yetiştirebilmemiz dileğimle.

Bizi okumaya devam edin anacım.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.