Bu soru uğursuz bir misafir gibi kulaklarımıza dolar yıllardır. Çocukları olan, özellikle engelli çocukları olan ebeveynlerin dilinden ya da zihninden çıkmaz. Şimdi kanıksanmış sağlamcılık ve kibrin şişirdiği egomuz ile “ne alakası var canım” diyebiliriz. Çünkü çoğumuz aileleriyle bağımlılık ilişkisini koparmış, ekmeğini eline almış insanlarız. Bu bizi kulağımızı ziyaret eden uğursuz cümleye duyarsızlaşmaya yöneltmemeli. Çünkü biz ya da toplum görmek istemesek de yarınından korkan insanlar var bu ülkede. Bu onların suçu değil. Seçimi de değil. Çocuklarının da tercihi değil. Herkesi kapsamayan, insanları kendi haline bırakan ve genellikle köstek olan sistem ve toplumun sorunu.
Bugün duymaktan hazzetmediğimiz o cümleyi ilk annemin ağzından duymuştum. Sanırım ortaokula gidiyordum. Sevgiden olduğunu düşünmüştüm. Ben de sevdiklerimin arkada kalmasını istemem sonuçta. Annem için onunla sınırlı olmadığını büyüyünce anladım. Bu toplumda anne ya da babanın olmaması çocuğu dezavantajlı kılar. Özellikle engelli çocuğu. Tabi bu anne babanın niteliğine de bağlıdır. Bugün ailem benim için o cümleleri kurmuyor, kaygılanmıyorsa o onların eseridir. Özellikle annemin. Çünkü silik bir çocuktum. İç dünyam çok farklıydı ama kendimi göstermeyi sevmezdim. O nedenle eğitmenliği birkaç öne çıkan çocuğa dikte ettikleri şeyleri sergiletmekten ibaret olanların dikkatini çekmezdim. Toplum içinse kör bir çocuktum nihayetinde. Bugün birçok alanda söz söyleyen, faaliyet yürüten, bir sürü müzik aletini uzmanca çalan, bilişim alanında çalışmalar yürüten biriyim. Bu benim özel yeteneklerimden kaynaklanmıyor. Çok zengin olmamızdan da kaynaklanmıyor ki değildik zaten. Bu tamamıyla çocuğunun yeteneklerinin ve hayalinin peşinden koşan bir anne sayesinde oldu.
Peki niye böyle oldu? Ben çok şanslıydım, niye ihtiyacı olan çocuklar bu şansa sahip değildi? Annem benim sınıf arkadaşlarımın da annesi oldu. Onlara kitap okur, elinden geleni yapardı. Başkaları da böyle olmayı tercih etmiş olsaydı, eğitimciler çerçevelerinin dışına çıkabilseydi, toplum her çocuğu kendi çocuğu olarak sahiplenseydi; kimse “ben ölürsem çocuğum ne olacak” diye dert edinir miydi?
Bir çocuk vardı benim yaşıtım. Adına Ali diyelim. Mental problemleri vardı ve 4. Sınıfa geçtiği sene annesi ölmüştü. Bir gecekondu mahallesinde toplum o çocuğu büyütebilirdi. Köstek olmayı seçti. Bize gelirdi. Annem onunla ilgilenir, ben sohbet ederdim. “Niye evinize alıyorsunuz” diye olay yarattılar. Umurumuzda olmadı elbet ama yaralayıcıydı. Değerlendirilebilecek yönleri vardı ve değerlendirilmedi. Ona rağmen, topluma rağmen kendi yaşamını kurdu.
Şimdi Twitter’da engelli çocuk anne ve babalarının “ben ölürsem ne olacak” sorusunu gördükçe öfkeleniyorum. Hayır o ailelere ya da çocuklara değil, o soruyu insanların zihnine mıh gibi çakan sisteme. Niye kimse bir araya gelip bunun üzerine konuşmuyor? Neden çözüm nedir tartışılmıyor? Nefretin köpeklere kadar ulaştığı bir toplum için çok şey istiyor olarak görülüyor olabilirim ama engelli olsun olmasın çocukların güven içinde yaşayacağı ortamı yaratmazsak neye yarar ki aldığımız nefes?
Bu konu ne zamandır aklımda ama yazmaya cesaret edemiyordum. Yazarlarımızdan birisi “yazılmalı ama” dedi. Bir çözüm önerim, somut bir çözüm önerim olmayan konularda yazmam. Yazdım ama. En azından bir çentik olsun diye yazdım. Belki üzerine konuşmaya sebep olur diye yazdım. Dindirmek isterdim kaygıları ama gücüm yetmiyor. En fazla ses olayım dedim. Elimden gelen buydu. Belki başkalarının elinden de başka şeyler gelir. Yeter ki adım atılsın. Özneleri dinleyerek tabii. Herkes üzerine düşünsün. Şu nefretin panzehri olur belki. Ne dersiniz?