Eşitsizliğin çelişkili dünyasında haklılık çoğunluğun hanesine yazılır her zaman. Çünkü oradaki haklılık gerçek bir haklılık değildir. Zorun egemenliğine dayalı meşruiyet maskesidir. O yüzden kimin gerçekten haklı olduğunu anlamak için mağdurların mahcup yüzüne bakılmalı. Bazen bütün gerçek orada saklıdır. Çünkü böylesi toplumlarda gerçeği söylemek yaptırımla sonuçlanan tehlikeli bir eylemdir. Hele de başkasının gördüğü zarardan bize neyse. Bir de bu anlayış çoğunluğa ve güce tapınmanın beslediği sağlamcılıkla perçinlendiyse. O zaman ötekileştirilene, mağdur olana, bir mahcubiyet içinde kendini kabul ettirmek düşer. Esas düşmesi gereken ve her şeyi değiştirecek olan bu haksızlığa direnmektir ama öylesi bir kolektif yönelimimiz gelişmedi henüz. Anlattıklarım soyut geldi sanırım. Dert değil. Hayatın içinden anlatırız.
Kimin Şiddeti?
Toplum hiyerarşisinde kaldırımdaki yeri araba ve tezgahlardan sonra gelen bizler, her gün her gün aynı barbarlığı yaşamaktan bıkıp isyan ettiğimizde “Dua et engellisin” ile başlayan sözler ve engelli olduğumuz için hırçın davrandığımıza dair tonlarca tepkiyle karşılaşmışızdır. Oysa yaptığımız en fazla birkaç küfür savurmak ya da bastonla kıymetli arabalarına birkaç kere vurmaktır. Şiddetin en büyüğünü bizi engelleyerek kendileri uyguluyor ama fevri olan bütün kör camiası. Hadi gelin olayı biraz değiştirelim. Sağlamcıların dünyasına uyarlayalım. Arabasıyla kaldırımı işgal ederek yayaların, engellilerin, bebek arabalarının hayatını işgal eden kütük, bir kez de böyle yapmasın. Bir başka aracın çıkamayacağı şekilde önünü işgal etmiş olsun ve o aracın sahibi bunu görsün. Birbirlerine uygulayacakları şiddetin bizim hayal gücümüzü zorlayacak boyutta olacağını haberleri takip eden herkes tahmin eder. Bir kere üç kör olarak karşıdan karşıya geçerken bir aracın yanına fazla yaklaşmışız. İçindeki kadının tepkisini anlatacak anlatım gücüne sahip değilim. Yani sağlamcı, güce tapan toplum kendi içerisinde hedefsiz şiddetini vahşet boyutunda geliştirirken problem yok ama mağdurun, ötekinin haklı tepkisi, bazen var oluşu bile bir şiddet potansiyeli olarak görülüyor. Sokakta farklı gördüklerinden kendilerini sakınmaya çalışırken bir durup düşünseler, kendilerinin içindeki şiddet eğilimini anlayacaklar. O yüzden sakınılması gerekenler, ötekileştirilenler değil ötekileştirenler. Yani “Sağlamlar.” Ankara Sincan’da otistik bir çocuğun olduğu evi tüfekle tarayan barbarlık, bir 3. sayfa haberi olmaktan öte gitmedi. Toplumun günlük hay huyunda kayboldu. Oysa olay o kadar basit değildi. “Engelli, göçmen, LGBTQ+ komşu istemiyoruz” diye kopardıkları yaygarayı; “Eli silahlı, şiddet bağımlısı, ayrımcı komşu istemiyoruz” diye koparsalardı, bunları yaşamıyor olacaktık. Binlerce kadın kendi evinde, ailesindeki erkekler tarafından katledilmemiş olurdu. Adına “farkındalık” dediğiniz saçma sapan mavi kalp gönderme yarışı yerine, bakımevi denilen kurumlardan birinde kaburgaları kırılan otistik genç için ses çıkarılsaydı, fail komik bir para cezasıyla sıyıramazdı. 21. yüzyılda, kökeni ta 12. yüzyıla dayanan bakımevi yönteminden ileri gidilememesinin mantığını kimse düşünmediği için yaşamıyor muyuz bunları? Alanım olmadığı için öznelerin yerine konuşmayı tercih etmiyorum ama bu çağda, insanların 19. yüzyıl kapatma yöntemi gibi şiddet görmesini hazmedemiyorum. Yani elimizle ektiğimizi elimizle biçiyoruz. Sakınmamız gerekenle ortaklaşmamız gerekeni bilmiyoruz. Yani bu konuda demek istediğim, özellikle son olayla ilgili çok şey var ama derginin de bir sınırı var maalesef.
Neyin Mahcubiyeti?
Böylesi bir sindirilmeye karşı ötekileştirilen kesimlerde kronikleşen bir mahcubiyet gelişiyor. En azından bilinçlenene kadar sürüyor bu haksız duygu. Toplumun ötekileştirdiği insanlara ve onların yakınlarına yönelik psikolojik baskısının ta kendisi aslında bu mahcubiyetin altına gizlenen. Yolda yürürken dallamanın biri engelli çocuğun ebeveynini çevirip “Bunu niye tedavi ettirmedin?” diye filin zücaciye dükkanına dalması gibi olaya dalar mesela. Bu davranış karşı tarafta bir suçluluk ve mahcubiyet yaratır. Özellikle engellilikle yeni tanışmış ailelerde. Bu davranışa maruz kalan bilinçli biriyse karşı tarafa hak ettiği cevabı verir. Bu cevap “fevrilik” olarak değerlendirilir. Oysa şiddet, tanımadığı insana böyle sağlamcı bir davranışta bulunmanın tam da kendisidir. O yüzden yeti çeşitliliğimizi sahiplenmeli, bir yerde bir sorun oluştuysa o sorunun bizden kaynaklanmak zorunda olmadığı gerçeğiyle yüzleşmeli ve mahcubiyeti gerçek sahiplerine iade etmeliyiz. Buna mecburuz. Yoksa hiç hak etmediğimiz bir döngünün içerisinde kıvranıp duracağız. Kendi adıma bu döngüyü reddediyor ve soluğum yettikçe bunun mücadelesini vermek için elimden geleni yapacağımı belirtiyorum. Belki herkes buradan başlasa, birlikte daha hızlı yol alırız. Bugün sağlamcılığın bile bir kavram olarak bizim dışımızdaki kesimlerin de ilgi alanına girmesi yeterince umut verici değil mi? Sevgi her engeli aşmaz ama bilinç ve mücadele aşar. O zaman ayak izlerimize adımlarınızı katmak için beklemeye gerek var mı? Bakalım yol mu bizi hizaya sokacak yoksa biz yenilerini mi açacağız? Yeni bir dünya yeni yollardan geçer. Eskisinden sıkıldıysak hadi deneyelim!