Toplam Okunma 0

Merhaba sevgili EEEH Dergi okuyucuları. Bu yazımda size birazcık körleme mizah yapmak istiyorum.

Körlük kaynaklı başımdan geçen ilginç ve düşündürücü olayların hem güldüren hem düşündüren hoş bir tarafı var. Maalesef toplum körlük dendiğinde zihninde oluşan “karanlık” imgesine saplanıp kalıyor. Körlüğün insana ait bir farklılık olduğunu kabul etmek istemiyor. Kanımca bunun nedenlerinden biri, çoğunluğun yaşamak için tutunduğu dalın tek görme organı olması diye düşünürüm hep. Bu düşünceden hareketle bu farklılığın bizlerde oluşturduğu mizahi yaşantıları sizinle paylaşmak istiyorum kendi penceremden.

İşyerimde yaşadığım bir olay. İşe yeni başladığım zamanlardı, çalıştığım hastanenin kapısına geldim. Tam içeri gireceğim yerde sağda bir beton direk bulunuyor. Direğin yanında bir beyefendi duruyor. Ben direğin yerini bildiğim için çarpmadan geçtim. Ancak direkle kol kola duran beyefendiye çarpınca, beyefendi bana “Kaç aydır buradasın, hala burayı ezberleyemedin mi?” Deyince, ben de ona “Direği ezberledim de sizi ezberleyemedim. Her sabah aynı yerde mi duruyorsunuz?” Deyip hastaneye kaçtım.

İkinci olay bir dolmuş macerası. Trabzon’a gitmek amacıyla durakta dolmuş bekliyorum. Bir aracın yavaşlayarak durağa yaklaştığını fark edince, elimi havaya kaldırıp birkaç saniye havada tuttum, şoför beni fark etsin düşüncesiyle. Araç yanımda durdu ve bindim. Şoföre parayı uzattım. Şoför bana “O nasıl el kaldırmak öyle, bu at arabası mı?” Deyince, ben de “Bilmiyorum, sen kullanıyorsun” dedim. Şoförle kapışmaya ramak kala yolcular araya girdi de ikimiz de sakinleştik. Benim amacım mizahtı aslında ancak kaptana fazla geldi.

Üçüncü olay köyümde geçiyor. Köyde çayır taşıyorum. Çayıra gitmek için küçük bir patika yol var. Bu patikanın tam ortasında bir su birikintisi oluyor genelde. Ben de bu su birikintisine düşmemek amacıyla, tam kenarına işaret amaçlı bir taş koydum. Tam gölün kenarına gelince, taşa basıp karşıya geçip suya düşmekten kurtuluyorum. Bir gün yine oradan yük taşırken aynı şekilde taşın olduğu yere kadar geldim. Tam atladım, karşıya geçiyorum derken kendimi suyun ortasında yatarken buldum. İlk şoku atlatınca, sudan kalkıp taşın olduğu yere bakınca ne göreyim! Gölün kenarına yerleştirdiğim taşı birileri birkaç adım geriye çekmiş. Ben de karşı kıyı yerine gölün ortasına atlamış oldum. O taşı yerinden oynatan arkadaşın arkasından söylediklerimi buraya yazmıyorum!

Dördüncü hikâyem güzel bir yaylada geçiyor. Yine sırtımda bir çayır yükü, bir patika yolda yürüyorum. Yürümekte olduğum yolu çok iyi bilmediğimden, biraz da tereddütle yürüyorum. Tam çayır yüküyle yolun sonuna geldim derken ayağım kaydı. Patika yolun aşağı tarafının uçurum olduğunu düşünüyorum. Düşmemek için can havliyle küçük bir ağaca tutundum. Uçuruma düşmemek için müthiş bir mücadele veriyorum. Tam o sırada yoldan geçen bir hanımefendiyi fark edince, bir elimle ağaca tutunurken diğer elimi ona uzattım. Biraz da espriyle karışık “Kurtarsana beni, görmüyor musun, Müslüman değil misin, düşüyorum” dedim. Hanımefendiden cevap alamadım. Uçurumun boyutunu anlamak için ayağımı uzattım ki uçurum diye düşündüğüm yerin aslında küçük bir tepeden ibaret olduğunu fark ettim. Orada çektiğim korkuya mı yanayım, yoksa bana şaşkınlıkla bakan hanımefendiye mahcup olduğuma mı?

Son olay Trabzon merkezde geçiyor. Bir akşam vakti meydan tarafında bir işe yetişmek için koşuyorum. Bir beyefendi beni durdurup “Görmeyenleri kırk adım bir yere götüren cennete gider. Ben de Seni götüreyim mi?” Deyince, ben de daha hızlı yürümek amacıyla kabul ettim. Eh abi de cennete gitmek istiyor. Başladık koşar adım yürümeye. Bir süre sonra abi saymış olacak ki “Kırk adım yürüdük” dedi. “Eyvallah” deyip omzuma vurdu ve gitti. Abi cennete gider mi bilemem ancak onunla yürürken sokakları karıştırınca, ben gideceğim yere geç kaldım.

Sonuç olarak hepimiz farklılıklarımıza bir ailenin ve bir toplumun içine doğuyoruz. İçinde yer aldığımız toplumsal hayatta doğuştan ya da sonradan getirdiğimiz Farklılıklarımızla yaşamak durumundayız. İnsan olmaktan kaynaklanan bu farklılıklarımızı birbirimizin önüne bariyer olarak koymazsak, yaşamın da mizahın da hakkını vererek duyumsarız. Bu değerli derginin yolumuza ışık tutan parolasıyla yazımı bitirmek istiyorum. Eşit, engelsiz, erişilebilir bir dünya mümkün. Dostlukla kalın.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.