Toplam Okunma 0
Makalenin yazarı Sevgi Bulut fuşya rengi bluzu ve boynunda asılı kulaklığı ile Taşhan’daki kahve molasında otururken kameraya gülümseyerek bakıyor.

Merhabalar.

Bu yazımda sizlere Ankara’dan hızlı trenle  Sivas’a günübirlik düzenlediğimiz gezimizi anlatacağım.

 

İş arkadaşlarım ile bir gün sohbet esnasında Sivas iline hızlı tren seferlerinin başladığını konuştuk. “Ne dersiniz?” dedim. “Gidelim mi bir gün?” Teklifim olumlu karşılandı ve cumartesi günü için günübirlik Ankara-Sivas hızlı tren yolculuğu için biletlerimizi aldık.

 

Tren cumartesi sabahı saat 08.40’ta Ankara’dan hareket edecekti. Plan yaptığımız arkadaşlarla o sabah saat 08.30’da garda buluştuk. Kontrol noktasından geçtikten sonra trendeki yerlerimizi bulup oturduk. Yolculuğumuz başlamıştı. Ankara’dan Sivas’a yolculuk yaklaşık 2 saat 45 dakika  sürecekken 15 dakikalık gecikmeyle Sivas garına saat 11.30’da ulaştık.

 

Ankara'dan Sivas'a giderken tren, Kırıkkale ve Yozgat illerinden geçti. Bazı istasyonlarda durup yolcusunu aldı. Bazı istasyonlarda yolcusunu indirdi. Hoş bir telaş içindeydi insanlar. Kimi sevdiğine kavuşuyor kimisi sevdiğini geride bırakıyordu. İnsanlar çoğunlukla kendi duygularıyla baş başa, başkasının yaşadığı hüzün veya mutluluktan habersiz yaşıyorlardı günü.

 

Saat 11.30’da Sivas tren garına vardık.  Trenden indik ve nihayet günlerdir hayalimizde yaşattığımız Sivas şehrindeydik. Bizimle birlikte seyahat eden bir arkadaşımızın  babası Sivas’ta oturuyordu. Onunla buluşacaktık ve bize şehri gezdirecekti. Yaklaşık 10 dakikalık bir mesafeyi yürüyerek İstasyon Caddesi’nde Süleyman amcayla buluştuk.

 

Henüz kahvaltı yapmamıştık. Sivas iline ait yöresel lezzetlerin tadına bakmak istiyorduk. Süleyman amca bize kahvaltılık Sivas katmeri ve Sivas çöreği almıştı. Gezilecekler listemizde yer alan Çifte Minareli Medrese’ye 5 dakikalık yürümeyle gittik. Medresede birçok dükkan ve ortasında bir avlu bulunuyor. Bu avluda çay bahçesi de mevcut. Önce burada bir masa bulup oturduk.

 

Çifte Minareli medresenin taç kapısının hemen üzerinde üç yönden akan yazıttan medresenin, İlhanlı Veziri Sahip Şemseddin Mehmet Cüveyni tarafından 1271/1272 yılında yaptırıldığı yazılıymış. Yapının günümüze ulaşan tek özgün yanı, Anadolu'nun en yüksek taç kapısına sahip görkemli ön cephesiymiş. Taç kapı üzerinde yükselen iki minare ise adeta Sivas'ın sembolü olmuş. Anadolu'da yapılmış en abidevi medreselerden biri olup Dârü'l-hadis adıyla da bilinirmiş. Bitkisel ve geometrik motiflerle süslü taş kapı ile yanlarındaki mukarnaslı nişler yapıya hareketli bir görüntü kazandırmış.

 

Sıra merak ettiğimiz Sivas’a özgü yiyeceklerin tadına bakmaya gelmişti. Güzel ve demli çaylar eşliğinde muhteşem yiyeceklerimizi yemeye başladık. Sivas katmeri peynirli ve patatesliydi. Bu katmerin daha başka çeşitleri de varmış. Sivas çöreği ise hem çok leziz hem de çok hafif ve çıtır çıtır bir yiyecekti. Ben çöreği çok beğendim. Gerçekten hem  hafif hem de bir o kadar lezzetliydi.

 

Güzelce kahvaltımızı yaptık. Şunu da söylemekte yarar var Sivas'ta sıcaklık çok yüksek değildi. O gün sıcaklık 29 derece olmasına rağmen hiç bunalmadık. Arada bir serin serin rüzgar esiyordu. Sivas’ta, Ankara’nın aksine geceleri soğuk oluyormuş. Havası da çok güzel şehrin. Yaz aylarında serin bir gezi istiyorsanız Sivas şehrini listenize alabilirsiniz.

 

Kahvaltıdan sonra avlu çevresindeki küçük dükkanları dolaştık. Bu dükkanlarda gerek Sivas’a özgü gerekse başka illere ait yöresel birçok bakır eşya ve çok farklı hediyelik eşyalar satılmaktaydı. Burada hoşuma giden en güzel hediyelik eşyalardan biri de anahtarlıklara yerleştirilen küçücük bağlamalar oldu. Bunların masaya koyulabilen daha büyük olanları da bulunmaktaydı. Hatta üzerine karakalemle “Sivas hatırası” yazdırma imkanı da mevcutmuş. Sivas’a gittiğinizde mutlaka buraya uğramanızı

salık veririm.

 

Buradan sonraki ikinci gezi durağımızsa Sivas kongresinin yapıldığı bina olan ve şimdi müzeye dönüştürülen Sivas Kongre Merkezi Müzesi oldu. Çifte Minareli Medreseden çıktıktan sonla yoldan karşıya geçince Kongre Merkezi Müzesine ulaştık. Bu müze,  bir liseymiş eskiden. Müzede sizlerin de tahmin edeceği gibi o döneme ait birçok yazı, eşya bulunmakta. Bu müzeyi 50 TL vererek sesli betimleme yapan bir cihazla da gezebiliyorsunuz.

 

Müzede Aşık Veysel'e de ait bir oda bulunmakta. Odaya girdiğinizde hoparlörden kısık bir sesle Aşık Veysel’in sesinden türküler eşlik ediyor size. Ayrıca balmumundan yapılmış, Aşık Veysel’in bağlama çaldığı ve etrafında insanların olduğu bir yer sofrası heykeli de mevcut. Bu odada Aşık Veysel’i anlatan Braille yazılar da var ama ben dokunduğumda hiçbir şey okuyamadım. Ya çok eskimiş veya bu yazılar normal yazının kabartılmışı olabilir. Ayrıca yazılar çok yüksek yerlere koyulmuştu. Kısa boylu insanların uzanıp okuması çok zor oluyor.

 

Bu müzede beni üzen en önemli şey de;  Çanakkale Savaşı’na katılan bir sınıfın tüm öğrencilerinin şehit olması nedeniyle bütün sınıfın bomboş kaldığını gösteren tasvirdi. Maalesef o sınıfın hiçbir öğrencisi savaştan geri dönememiş.

 

Üçüncü gezi durağımız Sivas’ın en eski hanlarından olan Taşhan oldu. 19. yüzyılın ikinci yarısında kesme taştan yapılmış. Dikdörtgen planlı olan Taşhan; doğu, güney ve kuzey cephelerinde demir kanatlı ve yuvarlak kemerli üç girişe sahipmiş. Orta avlunun tabanı blok taş döşemeliymiş. Avlunun ortasında bir havuz ve havuzun ortasında zıt yönlerde ağzından su akan iki adet çift başlı aslan varmış. Orta avlunun güney ve kuzeyinde tek parça silindir gövdeli altı büyük sütunun oluşturduğu revaklar yer alıyormuş. Bu handa birçok dükkan mevcut. Biz de buradaki bir çay bahçesinde kahve molası verdik. Çok otantik bir yerdi. Türk kahvesinin yanında lokum ve çok leziz bir bardak Osmanlı şerbetti  ikram ediyorlardı. Yolunuz bu şehre düşerse Osmanlı şerbetinin tadına bakmadan dönmeyin.

 

Dördüncü durağımız biraz ilerdeki Ulu Camii oldu. Bu camii de gerçekten mimari yapısıyla muhteşem yerlerden biri. Taşhan’dan Camiye 10 dakika kadar bir sürede yürüyerek ulaştık. Ulu Camii’nin bir minaresi varmış ve eğri duruyormuş. Ancak temeli iyi olduğundan bir sorun teşkil etmiyormuş. 

 

Ulu Camii Anadolu’nun en eski camilerinden biridir. Avlusuna üç yönden girişi varmış. Konya camiileri gibi dikdörtgen planlı bir camii burası. Ulu Camii Danişmendi dönemi eseri olarak da kabul edilmekteymiş. Danışmendliler 1085–1178 yıları arasında Sivas, Kayseri ve Malatya’ya yerleşmişlerdir. Burayı da ziyaret ettikten sonraki durağımızsa yine ülkemiz tarihinde büyük yer alan Gök medrese olacaktı.

 

Camiden Gök medreseye yine 10 dakikalık mesafeyi yürüyerek gittik. Gök Medrese, Türk mimarisinin ve süsleme sanatının birlikte görülebildiği en önemli yapılardan birisiymiş. Yapının çeşitli bölümlerindeki yazıtlardan IV. Kılıçarslan'ın oğlu III. Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde Vezir Sahip Ata Fahreddin Ali tarafından, 1271 yılında yaptırıldığı yazılı.

 

Gök Medrese'nin, mermer taş kapısı, ışık-gölge oyununu yaşatacak denli zengin bir görünüme sahipmiş. Yapı; açık avlulu, dört eyvanlı, iki katlı plan özelliğine sahip. Yapıldığı tarihten itibaren dini ilimlerin tahsil edildiği medrese olarak hizmet verdiği bilinen bina 1926 yılında müzeye dönüştürülmüş. Gök medresenin mimarisi de muhteşemmiş.

 

Yavaş yavaş gezimizin sonuna doğru geliyorduk. Gün akşama devrilmekteydi. Biz de saat 18.00'de trene binecektik. Gezimizi Sivas köftesi yiyerek bitirelim istiyorduk. Rehberlik bayrağını Süleyman amcadan devralan Ali dayı aracıyla bizi Gök medreseden Kirli Ahmet’in Yeri diye bilinen bir lokantaya götürdü. Burası Sivas köftesi için en tercih edilen yerler arasındaymış. Kirli Ahmet lakaplı kişi zamanında seyyar köftecilik yapıyormuş. Sonraları Sivas’ın değişik yerlerinde lokantalar açmış. Köfte siparişlerimizi verdik ve heyecanla köftelerimizin gelmesini bekledik.

 

Sivas köftesinin hamuru sadece et ve tuz karışımıyla yoğurulurmuş. Köftede kullanılan et kesimi yapılan hayvanın ön kolundan alınan etmiş. Öyle her etten de yapılmazmış bu köfteler. Bir süre sonra mis gibi kokan sıcacık köftelerimiz de geldi. Gerçekten tadı çok lezizdi. Karnımızı doyurduktan sonra restorandan ayrıldık.

 

Zamanımız az kalmıştı bu şehirde. Bu yaz sıcağında Sivas'ın dondurmasını yemeden dönemezdik. Ali dayının aracıyla İstasyon Caddesi’ndeki Şahin dondurmaya gidip birer külah dondurmamızı alıp yedik. Artık veda vakti gelmişti Sivas'a. Dondurmacıdan 5 dakika süren yolculuk sonunda Sivas garına geldik.

Bize  ev sahipliği eden güzel insanlara veda edip teşekkürlerimizi sunduk ve yolcu sırasına girdik.

 

Trenin kalkmasına 10 dakika kalmıştı. Kontrol noktasından geçip vagondaki yerlerimizi aldık. Yaklaşık 2 saat 30 dakika süren güzel yolculuğumuz esnasında arkadaşlarımız o gün çektikleri ve ilerde anı olacak video ve fotoğrafları grubumuzla paylaştılar.

 

Akıllarımızda

 

“Sivas ellerinde sazım çalınır

Çamlı beller bölük bölük bölünür

Yardan ayrılmışam bağrım delinir

Katip arzuhalım yaz yare böyle”

 

Diyen Pir Sultan’ın Ve

 

“Can kafeste durmaz uçar

Dünya bir han, konan göçer

Ay dolanır  yıllar geçer

Dostlar beni hatırlasın”

 

Diyen Veysel’in nameleri dolanıyordu.
 

Akşam 20.30 saatinde Sivas yolculuğumuzun sonuna geldik. Bir dahaki  gezimizde buluşmak üzere arkadaşlarımızla vedalaştık. Sivas gezisi hepimizde çok güzel anılar bıraktı.

 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.