Toplam Okunma 0

Burası Yarım Köy, öyle yarısı köy değil, basbayağı adı yarım olan bir köy. Neden mi Yarım Köy? Burada toplumun onlara uygun gördüğü tabirle sadece yarımlar yaşıyor da ondan Yarım Köy.

Geçenlerde paylaşılan bir gazete haberinden Manisa'da Elektronik Teknisyenleri Esnaf ve Sanatkârlar Odası Başkanı'nın Polonya'da katıldığı bir etkinlik sırasında gördüğü Engelli Köyü projesini Türkiye'ye getirmek hevesinde olduğunu öğrendim. Unvanını verdiğimiz beyefendi, böyle bir köyün dünyanın 116 ülkesinde varken Türkiye'mizde olmamasını çok büyük bir eksiklik olarak görmüş ve hemen kolları sıvamış. Anladığımız kadarıyla sıvar sıvamaz şunu bir de engellilere sormak geçmemiş aklından. Haber içeriğinde federasyonlarla görüşüleceğinden söz edilmiş ancak haberleştirilip reklam yapılmadan bu husus değerlendirilmemiş nedense? Biz bir düşünüp yapalım laf olsun torba dolsun bir sorarız mı dedi ne?  E onlar da akıl mı var ki sorsun. Toplumun normal diye kabul ettiği kişiler düşünür, uygulamaya koyar, geriye kalanlara bunu yaşamak düşer. Engelli olmadan önce insan olmanın bir sonucu olarak tepki gösterip hakkını aradığında, önce engelin öne sürülerek küçümsenir ve dışlanırsın. Biz buna yakın bir söylemi geçmişte bizzat devletin üçüncü derecede yetkili ağzından duymadık mı? Hepimizin evlerine girmedi mi haber bültenlerinden? Devletimizin bakanı, Batman’da, sadece engellilerin değil, tüm çalışanların ortak sorunu olan taşerondan dert yanarken, koskoca bakan, görme engelli taşeron işçisine "gözlerin görmediği halde sana iş vermişiz" demedi mi?

Başka bir bakan, "gözleri görmeyenden öğretmen ve şoför olmaz" diye demeç vermedi mi? Böylece yüzlerce, belki binlerce gözleri görmeden eğitim fakültesi diploması alanları ve hatta hakkını vererek mesleğini icra eden kör öğretmenleri bir kalemde silmedi mi?

Gerçi sadece bir o değil ki silen. Ben en iyi kör camiasını bildiğim için oradan örneklendireceğim; bu ülkede pek çok görmeyen, adı hatırı sayılır derecede duyulmuş olan üniversitelerin, toplumda kabul gören çeşitli bölümlerinden mezun olmuştur. Örneğin; hukuk, psikoloji, sosyoloji, halkla ilişkiler, uluslararası ilişkiler, mütercim tercümanlık vs

Ancak okulu bitirip mesleğini eline aldıktan sonra her insan gibi kendi alanı ile ilgili bir iş yapmak istediğinde, çoğunlukla amacına ulaşamaz ne yazık ki. Tıpkı birinci örnekte anlattığımız bakanın bakış açısı sebebiyle. Özel sektörde engelli kadrosunu doldurmak için işe alınan arkadaşlarımız. Zaten bu tür işveren tercihini mümkün olduğu kadar körden yana kullanmaz. Onun için engelli kadrosunu doldurabilecek denli raporu olması yeterlidir. Bir şekilde engelli raporu alabilmiş ve % 40 oranını yakalamış biri yeterlidir onun için. İşine en çok yarayabilecek engelliyi tercih edecektir. Kamuda da durum işe alım dışında pek de farklı sayılmaz. İşe alırken, özellikle genel engelli alımlarında ya da EKPSS sonuçlarına göre yerleştirmelerde engel oranı çok belirleyici değildir. Amaç özel sektördeki gibi engelli kadrosunu doldurmaktır, oran yüzdesi fark etmez. İşe alım gerçekleştirildikten sonra basında çarşaf çarşaf reklamlar yapılır. Şu kadar engelli işe yerleştirildi. İşyerlerinde çalışan personelde, daha da önemlisi işyeri müdüründe biraz şaşkınlık, biraz can sıkıntısı göze çarpar. Ne yapacaktır şimdi bu engelliyi. Tıpkı özel sektörde olduğu gibi engeli az biriyse çeşitli işlerde değerlendirilmesi şansı vardır ama yüzde oranı fazla ise engeli çoğunlukla santrale oturtulur. Doğru dürüst bir santral sisteminin olup olmaması da önemli değildir. Telefon olması yeter. Bir masa, bir sandalye ve bir de telefon. Yeter. Hatta kimi zaman bunu bile bulabildiğin için şanslı sayılırsın. Zira masa sandalye bile verilmeyen ya da işe giriş işlemleri yapıldıktan sonra “sen hiç boşuna gelip kendini yorma, aybaşında git maaşını al” denen arkadaşlarımız var. Kör olduğun halde iş bulmuşsun, şükret otur. Diğer bir deyişle, memur musun? Salla başı al maaşı. Senin mesela hukuk fakültesini bitirmiş, hatta avukatlık stajını tamamlamış olmanın hiçbir anlamı yoktur. Ne yani seni hukukla ilgili bir bölüme verip bir de sistemi seslendirecek memur mu verecek amirin, o halde o memuru sensiz orada oturtur, zamandan tasarruf. En azından sana okumakla zaman geçmemiş olur. Bilgisayarlı sisteme mi geçildi. Sen nasıl kullanacaksın bilgisayarı? Zaten her memurun bilgisayarı mı var? Bazıları evrak üzerinden çalışmakta. Hangi çağdaysak artık. Hiç kimsenin aklına sistemin ekran okuyucularla okutulabileceği, görme engellinin de çok daha aktif bir şekilde kullanılabileceği gelmez. Bir zaman bunu dillendirdiğim amirim, "kurumun harcayacağı masraf ile değerlendireceği körlerden alacağı menfaatin karlılık dengesi sorgulanır" demişti. Görme engeli olmayan her memurdan eşit verim alınıyormuş gibi.

Bu kadar içimi döktükten sonra habere döneyim. Reklamı yapılan köyün yurt dışı versiyonlarının haberin derinine inildiğinde aslında geliştirilmiş bir rehabilitasyon merkezi olduğu anlaşılıyor. Yurt dışında engellilerin Türkiye’de olduğu gibi rahata alıştırılmadığından söz etmiş demeç veren beyefendi. İlk okuduğumda ne yalan söyleyeyim bu noktayı dikkatimden kaçırmışım. Şaşırdım. Bizden önce canını dişine takıp her türlü engellemelere, toplumdaki önyargılara, bürokratik olmazlamalara karşı koyup kariyer kazanmış, kendine bir hayat kurmuş insanlardan hiç söz etmeyeceğim. Üyesi bulunduğum Engelsiz Erişim Derneği ve yazarlık yapmaktan gurur duyduğum EEEH Dergi’deki arkadaşlarımı örneklemek istiyorum. EEEH Dergi’de şu an itibariyle on dört yazar var. Gören arkadaşımız Pınar’ı saymazsak geri kalanların hepsi kör, yani on üç kişi. Bunlardan beş tanesi; ikisi Boğaziçi’nden, biri Ankara Üniversitesi’nden, Biri Hacettepe Üniversitesi’nden, biri de ODTÜ’den olmak üzere Psikoloji bölümü mezunu ve ikisi master, diğer üçü doktora öğrencisi. Üstelik üçü Amerika’da. Biri Boğaziçi Uluslararası İlişkiler, biri de yine aynı üniversitenin anaokulu öğretmenliğini bitirmiş ve hala mesleğini özel bir kuruluşta yürütmekte. Bir diğeri ise Marmara Tarih bölümü mezunu. Şimdilik aklıma gelenleri bir çırpıda sıraladım, en son kendimden söz edeyim. Ben de Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdim. Avukatlık stajımı yaptım. Çok rahatız anlaşılacağı üzere. Ağzımızı açtık, birilerinin lokma atmasını bekliyoruz. Biz bu aşamalara rahatlıkla gelmedik. Üstelik hiçbirimiz canımızı dişimize takarak edindiğimiz mesleğimizi, sırf birilerinin kafasına yatmadığı için bir kenara bırakıp rahatlığımızdan başka yerlerde değerlendirilmiyoruz. Bu bizi tek bir köye tıkmaya heveslenenlerin dar kafalılığından kaynaklanıyor ne yazık ki. O haberde bizzat beyefendi kendi ağzıyla söylüyor: “orada engellilere meslek eğitimi veriliyor, topluma kazandırılıyorlar” diye. Bizler ve birçok engelli arkadaşım, mesleki eğitimini, stajını vs gerekli her tür aşamayı aşmışız. Yani rahat durmayıp birçok insan gibi meslek kazanmak adına üzerimize düşeni yapmışız. Ancak küçük müdahalelerle engellilerin de son derece verimli çalışabileceklerini görmemekte direnen ve hayatı görmekten ibaret sananlar, tüm bunları anlamamakta diretiyorlar. İşte bu tür insanların eğitimine ihtiyaç var. Bakın şimdi aklıma geldi. Bu beyefendi görmeden de bir şeylerin yapılabileceğinin eğitimini yurt dışında alıp toplumu engelliler konusunda eğitse ne güzel olur. Bu amaca hizmet eden bir köy, kanımca çok daha faydalı olacaktır hem körlere, bu arada kapsam genişletilerek diğer engel gruplarına, dolayısıyla da tüm topluma.

Yazıyı dergide yayımlamak üzere hazırlarken NTV Radyo’da Başka Bir Gözle adlı programı hazırlayıp sunan dergimiz yazarlarından Gamze Sofuoğlu ve arkadaşı Kürşat Ceylan’ın engelli köyü projesini basına taşıyan Mehmet Üzen ile birlikte Engelsiz Erişim Derneği Genel Sekreteri ve yine dergimiz yazarı Engin Yılmaz’ı konuk aldıklarını öğrendim. Son noktayı koymadan önce birinci ağızdan söylenenleri duymak için programı dinledim. Hatta yanlış anlamamış olmak için iki kere dinledim. Öncelikle Mehmet Bey ile basın mensubu arkadaşlar sanırım tam iletişim kuramamışlar. Zira Milliyet Gazetesi’nde çıkan haberde, engelli köylerinin dünyanın 116 ülkesinde olduğu bildirilirken; programda Mehmet Üzen bizzat kendi ağzından 133 ülkeden söz ediyordu. Üstelik Mehmet Bey ısrarla 133 ülkede var, Türkiye’de niye yok inatlaşmasında gibi geldi bana. Lütfen yazımı bir şekilde okursa kusuruma bakmasın. Bana çocukça bir inat gibi geldi. Amerika’da ya da İngiltere’de bile olsa her uygulama oralarda doğru yapılıyor demek değil. Yahut da bir uygulamanın daha güzeli, daha gelişmişi Türkiye’de yapılamaz veya ilk olarak bir şey Türkiye’de olamaz diye bir kanun mu var anlamadım. Bir zamanlar, çok iyi tanıdığım arkadaşım Kürşat Bedir, İzmir Belediyesi’nde otobüslerin görme engelliler tarafından erişilebilir bir şekilde kullanımı için projesini götürdüğünde ilk soru; “dünyada bir örneği var mı?” olmuş. Hatta Kürşat, projesini götürdüğü herkesten aynı şeyi duyduğunu söyledi emin olmak için bir kez daha sorduğumda. Sanki bir şey ilk kez Türkiye’de uygulanamazmış gibi. Zira Kürşat’ın projesi şimdi dünyada ilk kez olmak üzere uygulanıyor ama İzmir’de değil, Afyon’da.

İkinci olarak daha önceki paragraflarda tahmin yürüttüğümüz Mehmet Bey’in sözüne ettiği engelli köylerinin aslında geliştirilmiş birer rehabilitasyon merkezi olduğu kanısının doğru olduğunu anlıyoruz. Ancak uygulama ne yönde ve oralarda uygulanması verimli sonuçlar veriyor mu gerçekten. Buna dair açıklayıcı bir bilgilendirme yok. Mehmet Bey, programda sürekli oralarda mesleki eğitim verildiğini yineledi kendinden çok da emin olmayan bir ses tonuyla ama nasıl bir eğitim yürütüldüğüne dair açıklamalarda bulunmadı. Arkadaşımız Engin’in çok daha makul önerilerine ise elle tutulur bir şey diyemedi. Bunların iyice araştırılması gerekli diye düşünüyorum. Ayrıca program esnasında Engin’in de dediği gibi ayrı yerlerde eğitim vermek yerine mesela ben bir avukat olarak diğer avukatlarla birlikte mesleki alanda eğitim görmeliyim. Özel gereksinimlere yönelik olarak belki farklı bir ya da birkaç ek ders düzenlenebilir sadece. Sonuçta kör bir avukat olarak görenlerden farklı bir mahkemede dava almayacağıma göre... Rehabilitasyon merkezlerinin eğitim verdiği alanlar ise mesleki eğitimden daha farklı ve geniş.  Bu ise başka daha kapsamlı bir yazının konusu olur diye düşünüyorum.

Bir diğer nokta ise Mehmet Bey’in sohbet sırasındaki bazı ifadeleri.  Ben bunlara çok takıldım. Diğer dinleyenlerde aynı şeyleri hissettiler mi bilmiyorum ama ben sizlerle paylaşmak istiyorum hissettiklerimi. Öncelikle birkaç yerde, “engellilerin kafalarının yattığı ya da akıllarının çalıştığı alanlarda eğitilmesi” gibi ifadeler kullandı beyefendi. Bilmiyorum doğru mu algıladım ya da ben kompleksli miyim ama öyle bir hava vardı ki sesinde sanki engellilerin beyni ve algılamaları kısıtlıdır bu nedenle akıllarının çalıştığı alana yönlendirilmelidirler der gibiydi. Abartmıyorum, beyefendi tam da “akıllarının çalıştığı alan” tabirini kullandı. İnanmayanlar program kaydını dinleyebilirler. Bilmem farkında mı ama dünya üzerinde herkes yatkın olduğu alana yönlenmeli. Bu böyle bir şekilde çok daha doğru adlandırılır. İlgi duyduğu ya da yatkın olduğu alanda mesleki eğitim almak, sadece engelliler için değil herkes için geçerlidir. Bunu ayrı bir yaratık ya da yaratıklardan söz eder gibi dillendirmek beni rahatsız etti. Öte yandan birkaç yerde de bu tür yerlerde çeşitli düzenlemeler ve alet edevatın orada toplanması gibi ayrıntıları sıralayarak engellilerin orada eğitildiğini gördüm diyor beyefendi. Şey biz hayvan terbiyesinden bahsetmiyorduk değil mi? Ne bileyim bir an sirkte hayvan terbiye edilir gösteri yapar, engelli de köyünde terbiye edilir, işe yarar gibi bir sonuca ulaştım da.

Gamze, basında çıkan haberde köy yapılırken engelli STK’larıyla görüşüleceğinin belirtildiğini ancak demeç basında çıkmadan önce engellilerle görüşülüp görüşülmediğini ve nasıl bir yol izleneceğini sorduğunda Mehmet Bey karşılık olarak; 10 ülkenin temsilcileri Antalya'da toplanacak, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yetkilileriyle, yerel bazda valilik ve belediyelerle görüşüleceğinden söz ediyor ama sorulan soruya yanıt babında engelli STK'larla görüşülüp görüşülmediğine dair net bir cevap vermediği gibi, sonrasında da bu toplantıda engellilerinde olacağına dair bir söylem bile yok ne yazık ki. Tam da alıştığımız gibi. Gerçi hakkını yemeyelim. Gamze ve Kürşat o kadar üstüne gittiler ki sorunun, en sonunda öncesinde sormadım ama bu demeç öylesine verildi zaten benzeri şeyler demek zorunda kaldı.

Engin program sırasında söylenmesi gerekenleri gayet anlaşılır bir şekilde Mehmet Bey’e anlattı. Mehmet Bey ne kadarını duydu ve algıladı bilmem ama ben anlatılanları anladığına dair olumlu bir izlenim edinmedim dürüst söylemek gerekirse. Ne diyelim Allah sonumuzu hayretsin.

Neyse biz engelli köyünden bahsedecektik değil mi? Orda, bir köy var uzakta, o köy bizim köyümüz arkadaşlar, sahip çıkalım, köyümüze koşalım. Hadi gelin köyümüze geri dönelim, Fadime'nin düğününde halay çekelim diyordu Ferdi Tayfur bir zamanlar çok meşhur olan şarkısında. Biz de çekelim halayımızı, topallar biz kenarda bekleyelim, sağırlar siz öte tarafa çekilin, körler halaya durun. Sizi gözleriyle topal arkadaşlar nereye gidip ne yöne doğru halay çekeceğiniz konusunda yönlendirecekler korkmayın, kendinizi engelli hissetmeyin.

Bir köy canlandı gözümde. Vic Finkelstein'inden biraz farklı. Zira o sadece tekerlekli sandalyelileri kapsayan bir köyden söz ediyor. Benim düşüm öyle ayrımcı değil, tüm engellilere açık. Ne olursan ol gel demiyor, çünkü bu köy engelli köyü. Girmek için engelli olman şart. İlle girem diyorsan engelli ol öyle gel. Çıplaklar kampına giyinik girebiliyor musun arkadaş. Ne kızıyorsun? Sakatlan gel, gelme demedik ki.

Neyse biz konumuza dönelim. Dedim ya benim köyüm tüm engellileri kapsıyor. Körler, sağırlar, topallar, zihinsel engelliler ve daha burada sayamayacağım kanunun engelli kapsamına soktuğu herkes. Ancak en bilinenleri bunlar olduğundan bunları saymakla yetiniyorum.

Muhtemelen bizim köyde herkes kendisi gibi olana yanaşacaktır. Tamam, kendimizi engelli olarak hissetmeyip bütünleşeceğiz ama bir de aynı dili konuşmak var. Şimdi ev seçerken komşu önemli. Köy burası, dev bir metropol değil ki. Ne demişler, ev alma komşu al. Bu nedenle birbiriyle anlaşanlar yan yana evlere yerleşiriz diye düşündüm. Bu durumda da köyün sokakları ayrılır kanımca. Sağırlar sokak, körler sokak, topal sokak vs.

Biri diğerini alenen büsbütün ötekileştirmese de işte kendi yaşam tarzına, dünya görüşüne veya inanç sistemine yakın olanlar gibi ortak özelliği bulunanlara daha yakın olacaktır. Bu arada yakınlığı belirleyen en önemli faktörlerden biri de aynı dili konuşmaktır. Yaşam koşulları gereği olarak ortak deneyimlerin paylaşılması adına mesela kör körle, sağır sağırla daha kolay iletişim kuracağından kümeleşmelerin kaçınılmaz olduğu kanaatindeyim. Sonuçta günümüz dünyası da böyle değil mi? Bize bu öğretilip dayatılmıyor mu? Böyle düşünmeye şartlandırılmışız, aksini düşünemiyoruz biz de. Bakın kör olmamız sizden farklı düşünmemizi sağlamıyor.

Bu noktada köyde muhtemel yaşanacak olaylar ve dedikodulardan düşsel örnekler sunayım size:

Bizim şu topal Adnan var ya! Bakkal Adnan, Bazı gariban körleri dolandırıyor anladığım kadarıyla. Para üstünü eksik veriyormuş. Sağır Ahmet görmüş. Geçen bana yolda bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Dinlemedim. Ne dinleyeceğim, anlamıyorum ki yarım yamalak çıkardığı kelimelerden. Duydum ki kör Meliha Adnan'a inat rakip bakkal dükkânı açacakmış. Sağda solda çok konuşuluyormuş oysa. Sağır Sultan bile duymuş, şu Sağırlar Sokak 3 numaradaki sağır Sultan var ya işte o bile duymuş, biz duymamışız vallahi.

E Kör Meliha, nasıl tanıyacakmış parayı?

Arkadaş kalkıştığına göre düşünmüştür bir yolunu herhalde. Hem onun için şeytana pabucunu ters giydirir diyorlar. Kasap bölümü falan da olacakmış dükkânın. Hani şu köyün dışında yaşayanlar var ya! Hani şu her şeyi tam olanlar, onların köyündeki süper market gibi bir şey açacak zaar.

Başka bir dedikodudan; topalların Zeynep'i bildin mi?

He! bildim, ne olmuş?

Geçen köyün arka tarafında onu kör Mehmet'le görmüşler.

Biri kör biri topal öyle mi?

Hee öyle!

Kör Sokak'taki kızların suyu mu çıkmış? Aşk olsun yani Mehmet'e. Hem ne demişler canım? Davul bile dengi dengine. Sen ne yapacaksın elin topalıylan. Evde yangın çıksa kaçamaz bile.

De mi ya?

Diğer bir yönden, bizim adımıza bize sormadan düşünüp hayata geçirmek için çalışanlar, bizi bir şeye saymazlar da gene de bu köyün herhalde bir de muhtarı olur. Muhtemelen ilk muhtar, köyün dâhiyane bir fikirle gündeme getirip uygulamaya koyanın hakkı olur.

Ancak mesela ben ve EEEH yazarları ve bizler gibi düşünenler bu köyde bizden olmayan birinin muhtarlığını kabul etmeyiz. Ne yani, hem büyük bir iş yaparcasına bizi toplayıp adına Engelli Köyü dediğiniz bir mekâna tıkacaksınız, hem de bununla da yetinmeyip üzerimizde egemenlik kuracaksınız. Yok, öyle yağma. Hiç değilse izin verin de orada kendimizi kendimiz yönetelim. Zaten kabul etmeseniz de biz size ettirmesini biliriz. İsteseniz de istemeseniz de bu böyle.

Muhtar seçimlerinde diyorum körlerin körleri, topalların topalları, sağırların sağırları dolayısıyla herkesin kendi engeldaşını desteği söz konusu olacaktır. Biliyorsunuz, biz de böyledir. Bir yerde aynı takımı tutanlar, aynı siyasi görüşe sahip olanlar çok daha önemlisi hemşeriler bir araya toplaşırlar hemen. Bizim köyde de durum böyle. En belirleyici tümleşmeler engeldaşlık üzerinden çıkar zannımca. Malum muhtar kör olursa, etraf körler için daha yaşanılası olacaktır. Topal ne anlasın körün halinden. Sonuçta biz normal denilenlerin arasında yıllarca deneyimlemedik mi engellemeleri.

Şimdi bu durumda körler, sağırlar ve topallar gibiler arasında müthiş çekişmeler olacaktır. Topallar, spastikler ve kendilerine en azından göz teması bakımından avantajlı olarak sağırları da yanlarına çekmeyi başarabilirlerse biz körlerin hali yamandır. Zihinsel engelli kardeşlerimizi ne pahasına olursa olsun yanımızda tutmamız şart. Bunun için rüşvet dâhil her yol mübah. Gerekirse makarna, kömürle yetinmemeli; zaten bu onlar için bir şey ifade etmeyecektir en azından büyük bir kısmında. Onların dikkatini çekecek şeyleri her gün dağıtmalıyız kendilerine. Hiç değilse seçime kadar.

Bu arada şiddet olayları da olası tabii. Köyde mevcut bir kolluk kuvveti de olmadığından gücü yeten yetene. Bu noktada da biz körler biraz avantajlıyız aslında. En azından şiddet mahallinden topal birinden daha hızlı toz olma şansımız var. Bu topal bir de tekerlekli sandalyedeyse, şansımız daha da fazla. Şimdi kimileri, kör kaçtığı yeri görmeden nasıl hızlı kaçacak diyebilir. Hiç dikkat etmediniz mi? Bizlerin elimizde tuttuğumuz, adına beyaz baston denen bir aygıtımız var. O bizim engelleri en çabuk ve pratik bir şekilde algılamamızı sağlıyor. Ayrıca burası bir köy. Altı üstü bir köy. Bize dönümlerce alanı mı tahsis edecekler zannediyorsunuz. Birkaç kilometre kare bir yer olursa öp başına koy. Muhtemelen birkaç zaman sonra kör oranın ıncığını cıncığını, her köşesini avucunun içi gibi öğrenecektir zaten Siz hiç görmeseniz de körler, kendi başına bağımsız yürüyebilir, yön bulabilir, istediği yere gidebilir ve hatta kendine bir hayat kurabilir. Mevcut düzende bile. Kaldı ki bize tahsis edilmiş bir köyde... Gerçi siz de haklısınız, bize sormadan bizim adımıza köy kuranlar, orayı da ancak kendilerine göre yaparlar... Bu aşamada da en tehlikeli grup sağırlar. Çünkü onlar göz temasıyla topalların giremeyeceği ya da sorunsuzca sığamayacağı deliklerden yattığımız pusuları gammazlayabilirler karşı tarafa.

Bu nedenle çok uyanık olmalı.

Bu kadar geyikten sonra, engelliler için ayrı bir köy kurmak gibi bir fikri ortaya atıp olabilirliğine inanan engelli tüm vatandaşlarımızın, kendi köylerinde mutlu mesut yaşamalarını diliyorum Böyle deyince aklıma doktor, öğretmen, ebe vs geldi. Bu köyde bunlar da olacak mıydı sahiden? E yıllarca bizi belli bölümlerde okumaya yönlendirenler bu köyde bu tür hizmetleri kimlere gördürtecekler. Birileri ortopedik engellilerin bu açıdan bir engeli olmadığını söyleyebilir. Peki, bu arkadaşlarımızın mimari engeller nedeniyle doğru dürüst zorunlu eğitim almakta bile zorlandıklarını, hatta bazılarının alamadığını düşündünüz mü?

Son olarak söz konusu beyefendiye Facebook’tan attığım mesajımda da yazdım. Burada sizlere de söyleyeyim. Bu köyü muhtemelen tel örgü ya da ona benzer bir sistemle kaçamayalım diye ayıracaklardır sanıyorum. Olur da bir gün, ibret almak maksadıyla çoluğunuza çocuğunuza göstermek için tel örgü dışından köyü ziyarete gelirseniz, yanınızda fındık, fıstık, muz, ananas, avokado vs getirmeyi unutmayın. Ucuza kaçmayın. Unutmayın; hayır yapmakta esas sen ne yiyorsan ondan vermektir. Sen ananasla beslenirken bana elma getirirsen olur mu ya! 

 

Vic Finkelstein'in Geçecek Nehir Olmayınca öyküsünü Çağrı Doğan çevirisiyle okumak için aşağıdaki linki tıklayabilirsiniz.

http://www.engelliler.biz/forum/archive/index.php/t-45.html

Engelli köyü ile ilgili gazete haberine ulaşmak için:

http://www.milliyet.com.tr/turkiye-nin-ilk-engelli-koyu-manisa-manisa-yerelhaber-555713/

NTV Radyo'da yayımlanan Başka Bir Gözle adlı programın bu yazıda sözü geçen bölümü 17.01.2015 tarihinde yayımlanmıştır. Kısayoldan ulaşmak için:

https://soundcloud.com/ntvradyo/baska-bir-gozle-17-ocak-2015


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.