Toplam Okunma 0

Eskiden beşik kertmesi diye bir şey vardı. Sonra bu kavram, demode oldu. Hatta çağ dışı kaldı. Şimdilerde aşk meşk işleri beşikten birkaç yaş öteye taşındı. Artık kreşlerde, ana sınıflarında bu işler konuşulur oldu. Anneler babalar da bununla övünür bir hale geldi. Beşik kertmesi durumu çocukların iradesi dışında gerçekleştiği için yadırgandı, dışlandı. Peki, altı yaş altı çocukların iradeleri bu magazinsel dedikodularda ne kadar pay sahibi sizce? Ya da “aşkın yaşı olmaz” dedikleri şeyle kastedilen bu da benim mi haberim yok?

 

Beşik kertmesi olgusunda temel mantık, iki ailenin birbirlerini kendilerine layık görmeleri ve bu nedenle yakın zamanlarda doğmuş çocuklarının hayatlarını taaa en başından birleştirmek istemeleridir. Burada çocukların hiçbir söz veya seçim hakkı yoktur. Önemli olan ailenin kendisine yaraşır bir aile bulmuş ve ileride onunla dünür olacak olmasıdır. Küçük çocukların öğrenilmiş flörtlerinde de benzer bir mantık söz konusudur. İki karşıt cins çocuk diğerlerine kıyasla birbirleriyle biraz daha fazla vakit geçiriyorsa, hemen yaşlarına aldırmadan “sevimli” bir yakıştırma içerisine dahil edilirler. Ancak bu yakıştırmanın olabilmesi için belli koşulların sağlanması yani çocuğun kendine layık olanı bulmuş ve onunla evcilik oynuyor olması gerekir. Örneğin, kız çocuk erkekten uzunsa veya yaşça büyükse, erkek çocuk zaten onunla sadece arkadaş olması gerektiğinin farkındadır, keza kız da öyle.  Kaldı ki bu durumda aileler ya da çevredekiler tarafından da bir yakıştırma yapılmaz. Ayrıca fiziksel yapı, sosyal statü ve ailenin etnik kökeni de önemli ölçütlerdendir. İki çocuğun yakıştırılabilmesi için bu açılardan da benzer olması gerekir. Biri kapıcı çocuğu, diğeri de o sitede oturan doktorun çocuğu olan beş altı yaşlarındaki iki çocuk için yakıştırma yapılması pek beklendik değildir. Zaten bu çocukların yolları çoktaaaan ayrılmıştır.

 

Farklılık kadar benzerlik de zor bir durumdur. Benzerliğin başa açtığı bela, benzerlik taşıyanların azınlık olması durumunda ortaya çıkar. Mesela yirmi çocuğun olduğu bir ana sınıfında iki şişman çocuk varsa ve bir yakıştırma yapılacaksa, hiç şansları yoktur. Zayıf çocuklar ve aileleri onlara bir kontenjan ayırmaz. İki çıplak bir hamama der gibi bu çocuklar birbirine itilir. Kazara bir sıska çocuk etine dolgun bir küçük hanımla fazla vakit geçirirse, hemen “Amaaan o kız şişman. Bak kızarsa üzerine oturuverir haa!” diye uyarılır. Körlük, sağırlık, topallık, çolaklık, şişmanlık, Kürtlük, Alevilik, Ermenilik veya yoksulluk hep toplumda aynı muameleyi görür. Henüz bilişsel kapasiteleri el vermeden aşkı, flörtü tanıyan çocuklar da yavaş yavaş kime aşık olabileceklerini ve kime aşık olmamaları gerektiğini öğrenir, yani aslında öğretilirler.

 

Küçücükken öğrenilmiş flörtler yaşayan çocuklar, büyüdüklerinde de doğal olarak değişmez ve öğrenilmiş aşklar yaşarlar. Kafalarındaki şemalara kim uygunsa gidip onların peşinden koşarlar. Ben de biliyorum elbette, kime aşık olacağımızı belirleyen pek çok faktör olduğunu. Kimine göre büyük memeler, kimine göre geniş omuzlar çeker bir kadınla bir erkeği birbirine; kimileri karşı cinste kendi ebeveynlerimizi aradığımızı söyler; bir başkası aynı ortamı paylaşma, yani maruz kalma etkisiyle açıklar aradaki çekimi; bazıları da koşullanmalara bağlar durumu, klasik veya edimsel. Nedenler, nasıllar değişse de bakış açısına göre, genellikle değişmez sonuçlar ve ileri yaşta ortaya çıkar yalnızca adı konmamış ama kim olduğu yıllarca ince ince işlenmiş beşik kertmesi aşıklar.

 

“Davul bile dengi dengine” diye diye büyütülür bizde çocuklar. Sonra azınlıktan biri bir gün sorar kendine: “Neden kimse bir ötekine aşık olmuyor?” diye. Cevabı bulamaz kendi dehlizlerinde. Çekildikçe çekilir dibe, gittikçe kaybolur kendi içinde.

 

Hâlbuki cevap çok açıktır Skinner’a göre; pekiştirme ve ceza. Bu iki kavram edimsel koşullama kuramına aittir. Edimsel koşullama ise ödül ve ceza mantığına dayalı bir öğrenme kuramıdır. Bu kuram, organizmanın davranış repertuarında zaten var olan davranışların yapılma sıklığını kontrol etmek için ödül ve cezanın kullanılışını açıklar.

 

Edimsel koşullama kuramına göre, pekiştirmenin iki türü vardır: olumlu ve olumsuz pekiştirme. Pekiştirme denen olgu davranışın yapılma olasılığını veya sıklığını arttırır. Tıpkı pekiştirmenin olduğu gibi cezanın da iki türü vardır; birinci ve ikinci tip ceza. Ceza da hepimizin bildiği üzere istenmeyen davranışları azaltma veya ortadan kaldırma işine yarar.

 

Şimdi “neden kimsenin bir ötekine aşık olmadığı” sorusuna bu kavramlar ışığında bir cevap arayalım.

 

Öncelikle bu farklı aşık olma davranışının toplumda ödüllendirilip ödüllendirilmediğine bakalım. Alışılmamış birine aşık olan bir kişiye söylenen, “Ne harika bir seçim. Şu monoton hayatımıza renk kattın. Biz senin sevgilin sayesinde farklı bir dünyayla tanıştık. ” gibi bir cümle içten bir ödül olarak nitelenebilir. Çok büyük bir olasılıkla böyle bir ödüllendirmeye kimse şahit olmamıştır. Dolayısıyla, pek çok birey, alışılmamış kişilere aşık olmanın olumlu pekiştireç tarafından pekiştirildiğini görmeden yetişmiştir. Sonuç olarak, böyle bir bireyin, bu davranışı sergileme olasılığı bir hayli düşüktür. Ayrıca aşık olunanın normalden sapması ile sözü edilen olasılık arasında bir ters orantı vardır. Yani kişi ne kadar farklıysa, ona aşık olunması olasılığı da o kadar düşüktür. Buna ek olarak, böyle bir aşkın bireye başka bir getirisi de yok gibidir. Yani birey bu davranışı sergileyerek, “öteki” sayılan birine aşık olarak, olumsuz bir uyarıcıdan da kurtulamaz. Dolayısıyla, olumsuz bir pekiştirmenin olduğu da söylenemez. Bu nedenle sonuç yine aynıdır: düşük olasılık.

 

İkinci olarak da bu davranışın cezalandırılma sıklığına bakalım. Tam olarak bir ötekine aşık olmakla aynı şey olmasa da, zengin bir çocuğun fakir kıza olan aşkı üzerine çevrilen filmleri ele almak isabetli olabilir. Bu filmlerde ya da benzeri hikâyelerde, toplumun üst statüde gördüğü bireyin ailesi, bu sıra dışı birlikteliğe tepki veren ilk gruptur. Bu tepkiler sıklıkla, ortama olumsuz bir uyarıcı katma (birinci tip ceza) yani bağırma, azarlama hatta fiziksel şiddet biçiminde görülebilir. Diğer tepki biçimi ise ortamdan olumlu bir uyaranı çıkarma yani ikinci tip ceza biçimindedir. Zengin babanın, oğlunu mirasından mahrum etmesi, bu durumun güzel bir örneğidir. Bu filmler eşliğinde yetişen birey, başka bir “öğrenme” kavramı kullanır ve uyarıcı genellemesi yapar. Yani filmlerde gördüklerini ötekilere duyulan tüm aşklara uyarlar. Bu öğrenme sonucu yine, farklı olana aşık olunması olasılığı düşer.

 

Gördüğünüz gibi bu soru aslında o kadar da cevapsız değildir. Hatta farklı kuramcılar aynı soruya başka açıklamalar getirip olayı daha da aydınlatabilir. Ancak burada konumuz psikoloji ve farklı ekollerinin aşkı ele alış biçimi olmadığından, konuyu şimdilik rafa kaldırmakta yarar görüyorum.

 

Peki, çoğunluğu oluşturan kitlenin ki ben onlara berikiler diyorum çünkü biz engelliler ve diğer pek çok azınlık ötekiyiz onların gözünde, azınlıkla hiç mi bir işi olmaz? Bu kalabalık kitle kendi kumundan başını kaldırdığında, ancak ötekilerin farkına varır. Bu farkındalık ötekinin yalnız olduğuna dairdir. Yoksa ötekinin de aslında kendileri gibi biri olduğunun farkındalığı henüz çoook uzaklardadır. Berikiler, ötekini baş göz edebilmek için çabalamayı üzerlerine vazife edinirler. Bu çabalar da tabiî ki kendi uygunluk sınırları içerisindedir. Onlara göre bir öteki, mümkünse kendi türünden bir öteki ile şayet bu mümkün değilse herhangi bir başka öteki ile birlikte olmalıdır. Öteki ile kurulan bir birliktelikte berikinin zaten çöpçatanlıktan başka bir işi olamaz.

 

Toplumun bu etiketleyici ve ötekini bir başka ötekine iten tutumu ise bazı uyanıklar için kazanç kapısı haline gelir. Nasıl mı? Tabii ki internet yoluyla. Haydi, bakalım şimdi Hazreti Google’a bazı şeyler soralım. Mesela, “Alevi evlilik” yazalım. Bakalım bir sonuç alabilecek miyiz? Evet, süper böyle bir site var. Öyleyse “Kürt evlilik” de olabilir mi? Olmalı ya hu. Onlar da kendi içinde evlenmeli. Eee bunları sormuşken “engelli evlilik” diye sormak da farz oldu. Bizi düşünen ne de çok insan varmış. Kendi kendimize evlenelim de onlara bulaşmayalım diye bayağı çabalamışlar. Hazır farz demişken bir de “İslami evlilik” yazalım. Sonuçlar tatmin edici. Hem yurtiçi hem uluslararası çalışan siteler var. Amanın ne yapmışım ben? Aynı cümlede hem  “İslam” hem de “tatmin” demişim. Neyse neyse okuyan pek olmaz herhalde. Öğretmenler okuma alışkanlığı kazandırma çabalarını bırakalı hayli oldu. Şimdilerde onlar da kendi içlerinde evlendirilmeye çalışılıyor, bakınız “öğretmen evlilik” araması. Peki, “koskoca” doktorların durumu nasıl? Nasıl olsun be işte? Kendi aralarında evlenip gidiyorlar. Eeee “koskoca” doktor tabii ki bir “koskoca” doktorla evlenmeli.

 

Eğer üşenmeyip bu aramaları yaptıysanız. Bir de sayfaların altlarına doğru göz atın. Bakalım kaç tanesinde aynı web tasarım firmasının adını göreceksiniz? Sayfaları dolanırken üyelik ücretlerine de göz atın. Özellikle kataloglama kısmını gözden kaçırmayın. Bu katalog olayı çok pahalı bir şeymiş. Eeee adamlar haklı. Sen o kadar karşı cinsle tanışmaya kalksan. Hepsini bir kez yemeğe çıkarsan ya da hepsine en fazla birer saatini ayırsan hayatın kayar be. Oysa adam sana hem zamandan hem paradan tasarruf ettiriyor. Ayrıca sinirlerin de yıpranmıyor. Çünkü bazı siteler kişilik analizi de yapıyor. Kimin kiminle uyumlu olacağını bir iki testle çözüveriyor. O kadar psikoloji okudum. Bir gün bir hocam da şöyle iş fırsatlarından bahsetmedi bize. Alacakları olsun ama. Hadi para kazanmayı geçtim. Bari kendimize, eşe dosta faydamız olurdu. Yapıverirdik bir analiz. Gerekiyorsa duruma müdahale ederdik.

 

Hocalarımız söylemedi ama olsun. Yine de hala iş fırsatları var. Bayilik verme olayı var bu sitelerin. Kendi şehrindekileri birbirine pazarlama hakkını elde etmek için 2000 lira ödemek yeterli. Ne hoş değil mi? Sadece 2000 liraya hem kendi işinin patronu oluyorsun hem de acayip eğleniyorsun. Gerçi argoda bu mesleğin “P” ile başlayan güzel bir adı var ama buraya yazmaya pek uygun değil. Bir gün çocuğum olsa, okulda sorsalar “annen ne iş yapıyor?” diye, ne diyecek? En iyisi bu işlere bulaşmayalım. Sırf adından yani. Yoksa bu bölücü, ötekileştirici felsefeden falan hiç rahatsız olmadım (!).  

 

Görüldüğü üzere ötekiler için romantik ilişki yolları biraz taşlı. Hele ki öteki, engelinden dolayı berikilerden ayrılıyorsa bu işler iyice zor. Bir öteki diğerine itiliyor, ama öteki de ötekini istemiyor. Çünkü ister engelli olsun, ister olmasın herkesin karşı cinsten bir takım beklentileri var. Bir erkek kendine bakım verebilecek birini arıyor öncelikle. Ev işlerinden çocuk bakımına hatta mümkünse aile bütçesine katkıya kadar pek çok şey bekliyor bir kadından. Kadınların da erkeklerden beklentileri iyi kazanç ve korunma gibi şeyler. İkili ilişkilerde taraflardan biri engelli olunca, beklentilerin karşılanamayacağına dair inançlar artıyor. Bir engelli olarak, karşısındakinden daha da fazla şey bekler hale gelince insan, doğal olarak bu beklentileri bir engellinin karşılayamayacağına inanıveriyor. Bazı engelliler kendi yetersizliklerini karşısındakine yansıttığından, yani karşıdaki engellinin de kendileri gibi eksik olduğunu düşündüklerinden, engelli olmayanlar da konudan bir haber olduklarından önyargılar kolayca oluşuveriyor.

 

Önyargılarla karşılaşmak için fazla çabalamaya gerek yok. Yeter ki engelli biri olarak ağzınızdan sevgiliniz olduğuna dair bir şey çıksın. Hemen sorular sıralanır. Soruyu soran engelli de olabilir engelsiz de. Ancak bu iki grubun soruş biçim ve güdüleyicileri farklıdır. Şimdi dilerseniz, ilk üçe giren sorulara ve aslında ne demek istediklerine bir bakalım.

 

  1. Onun nesi var?

 

Bu soru aslında hepimize tanıdık gelir eskilerden bir yerlerden, taaaa ilkokul sıralarından. Tahminimce çoğunuz hatırlarsınız “Nesi var?” oyununu. Birçoğunuz da oynamışsınızdır çocukluğunuzda. Gülmüş eğlenmişsinizdir muhtemelen. İster soran olun, ister cevaplayan güzel bir oyundur “Nesi var?” çocuk saflığında oynandığında. Ben hala severim bu oyunu, ancak bir şartla: soruyu sorarken yalnızca soracaksın. İşte o kadar. Kafandaki cevabı almak için sormayacaksın yani.

 

Gelelim gerçek hayata… Neyi öğrenmek için, kim tarafından bir engelliye sorulur bu soru? 

 

Bu soru bence sıklıkla engelli olmayan bireylerce tercih edilmektedir. Bu soruya “sarısı var, moru var” gibi cevaplar vermeniz doğru olmaz. Soru, engellinin sevgilisinin niteliklerini öğrenmek içindir. Dolayısıyla sarılı, morlu cevaplar bağlama uymaz. Peki, “iki tane yabancı dili var” veya “çok güzel sesi var” ya da “bir evi bir de arabası” dersek uygun olur mu? Bağlama uygun olur da, soruyu soranın beklediği cevaba uygun olmaz. Çünkü burada “nesi” sözcüğü ile kastedilen karşıdaki kişinin engel türü veya var olan başka bir eksikliğidir.  Sorunun soruluş biçimi meraklının bakış açısını ele vermektedir. Bu soruyu sorana göre, eğer bir engellinin sevgilisi varsa, onunda illaki bir şeyi olmalıdır ve bu soru o şeyin ne olduğunu öğrenmeye yöneliktir. Yani bir anormallik çoktan varsayılmıştır da sadece cinsi tespit edilmek isteniyordur. Söz konusu partner engelli olabilir veya başka bir “eksikliği” bulunabilir. Bu bakış açısına göre, engel durumunda çeşitlilik sağlanmış olması kuvvetle muhtemeldir. Çünkü soru sahibine göre, engelli bir bireyin, engelsiz biriyle arasında dağlar kadar fark vardır. Oysaki iki farklı engel türünden birey birbirine denktir. Soruyu sorana göre, ikisi de ötekidir. İki kör veya iki tekerlekli sandalyelinin bir arada bulunmaması gerekliliği de bu soruda gizlidir. İkisi de aynı açıdan eksik olduğu için birbirlerini tamamlayamazlar ve hayatları zorlaşır. Bu nedenle soruyu soran tarafından öngörülen, iki farklı engel türündeki bireylerin ancak birbirlerini paklayacağıdır.

 

Bu sorunun cevabını merak edenlerin bir ortak özelliği de, Nazilere öykünmeleridir. Belki kulağa ilk anda biraz sert geliyor olabilir. Ama durun! Açıklayabilirim.

 

Bu kişiler, yukarıda da bahsettiğim gibi bir engelli ile bir engelsizin bir arada olmasını doğal karşılamamaktadırlar. Onlara göre, günlük hayatın zorluğundan tutun da, çocuk sahibi olmaya kadar pek çok problem bu çılgın çifti beklemektedir. Bu çifti bekleyen bir başka şey ise, kaçınılmaz ayrılıktır. Çünkü engelsiz birey günün birinde bu duruma daha fazla dayanamayacaktır.

 

Oysaki iki engellinin birlikteliği kulağa ne kadar da hoş gelmektedir. Hele bir de engel türleri farklıysa… Tadından yenmez vallahi. Biri diğerine göz olur, öteki de el- ayak, yaşar giderler kör topal. Kimseye de bulaşmamış olurlar. Böylece bir engelli ile bir engelsizin birleşiminden doğabilecek engelli çocuk, en başından ortadan kaldırılmış olur. Alın size Nazizim.

 

Ancak gözden kaçan bir şeyler vardır. Şimdi bu ayrıntıları “Onun nesi var?” sorusunun sahiplerine soralım:

 

  • Bir engelli ile bir engelsizin, birlikte yaşamaları günlük hayat açısından problemse, iki engellinin (engel türü farklı veya aynı) birlikte yaşamaları neden sizin için problem değildir?
  • Bir engelli ile bir engelsizin, çocuklarının engelli olma ihtimali sizi bu kadar ürkütürken, neden iki engellinin çocuklarının engelli olma veya çift engelli olma ihtimali sizi ilgilendirmemektedir?

 

Şimdi bu yazdıklarımı okuyunca, bir engellinin illaki bir engelsizle birlikte olmasını savunduğumu düşündüyseniz eğer, maalesef anlaşamıyoruz demektir. Burada vurgulamak istediğim şey, kafalardaki şemalar. Yoksa engelli de engelsiz de seçimdir. Kim kiminle isterse mutlu ya da mutsuz bir arada yaşayabilir. Bu beni zerre ilgilendirmez. Umarım bundan sonra, sizi de ilgilendirmez. Yani engellileri zoraki “Nesi var?” oyununuza dâhil etmekten vazgeçersiniz, diye umuyorum artık.

 

İnsanları seçimleriyle baş başa bırakalım. Çünkü bu sorunun cevabını merak edenler açıklama ararken kendilerini kaybediyorlar. Sordukları sorudan daha çirkin açıklamalar yaratıyorlar. Engelsiz bir kadının, engelli bir erkekle; engelsiz bir erkeğin de engelli bir kadınla birlikte oluşunu anlamaya çalışırken, topluca etiketliyorlar insanları. Görünürde bir engel yoksa eğer, görünmeyene dair senaryolar yazıyorlar hemen. Bu “anormal” birlikteliği açıklayacak bir “eksiklik” uyduruveriyorlar. Örneğin engelli taraf erkekse, kadının “zaten” bakire olmadığını ve sırf bu yüzden bir engelliyle evlenmeye razı olduğunu konuşmaya başlıyorlar. Aynı bakış açısıyla, erkeklerin de cinsel güçlerine veya akıl sağlıklarına uzanıyor diller. “Ne mutlu dedikodu malzemesi olana!” Daha edepli olanlar, yatak odalarına girmeden de olaya açıklık getirebiliyorlar. Engelsiz olanın daha az eğitim görmüş olması, ekonomik anlamda imkânlarının daha kısıtlı olması veya yaşı ilerlemiş olması, bir engelli ile bir engelsizin birlikteliğini açıklayabilen tatmin edici açıklamalar haline gelebiliyor. Açıklama, soru ya da yakıştırma ne kadar farklı olursa olsun, hepsi bir ortak paydada toplanabiliyor; bu birlikteliğin açıklanması gereken, tuhaf ve yanlış olduğu ortak paydası.

 

Bu soru, elbette engelliler tarafından da engellilere yöneltiliyor; tıpkı birazdan değineceğimiz ikinci soru gibi ve tıpkı orada bahsedeceğimiz güdüleyicilerle.

 

  1. O görüyor mu?

Bu soru “O duyuyor mu?” ya da “O yürüyebiliyor mu?” şeklinde her engel türüne uyarlanabilir. Fakat ben en aşina olduğum şey, yani körlük üzerinden anlatacağım.

 

Benim deneyimlerime göre bu soru genelde, körler tarafından engeldaşlarına yöneltiliyor. Cevap “evet” de olsa, “hayır” da olsa, soruyu soranın diyeceği bir şeyler elbette mevcut. Soru soranların bir kısmı bir körün ancak bir başka kör ile birlikte olabileceğine inanıyor; diğer kısım ise aksine, gören birini bulmayı zengin bir eş bulmakla yani hayatını garantiye almakla eş değer tutuyor.

 

İlk kısımdakiler, kör kişinin sevgilisinin de kör olduğunu duyunca şöyle bir rahatlıyorlar. Bu rahatlamanın altında ne var acaba? Belki içlerinden “Ulan ben bile bulamadım bir gören. Sen mi bulacağını sanıyorsun!” diyorlardır. Belki de samimi bir biçimde, hayatı aynı şekilde deneyimlemenin, aynı yolda yürümenin, aynı dava için savaş vermenin iki insanı birbirine daha sıkı bağlayacağını ve bu şekilde yeni çiftin daha mutlu olacağını düşünüyorlardır. Bu grubun, gören bir sevgili durumuna de hazır tepkileri var. Rahatlamanın karşıtı olarak bir gerginlik mesela. Belki “Ya ben bulamadım gören birini. Bu sümsük nasıl yaptı da tavladı?” diyordur. Bir ihtimal de ilişki sonunda ayrılık görmek. Soruyu soran kimse, belki de tıpkı ilk sorudakiler gibi önyargılıdır. Bir engelsizin böyle bir hayata çok fazla katlanamayacağını düşünüyordur. Bu nedenle de ilişkinin sonunu ayrılığa bağlıyordur. Bu şekilde düşünen biri, “kişi kendinden bilir işi” mekanizmasıyla hareket ettiğinden, böyle bir inanca varıyordur. Çünkü ona göre körcül bir hayat, ancak ve ancak katlanılması gereken ve büyük sabır gerektiren bir şeydir. Oysa benim gibi görseydi hayatı ve kendisini, ister engelli ister engelsiz olsun karşıdaki, bilirdi ona katabileceği çok şey olduğunu ve henüz keşfedilmemiş binlerce günün birlikte yaşanmak üzere sırada durduğunu. Bir de şunu anlardı: “körcül bir hayat değil bir engelsizin katlanamayacağı, sadece kendisine katlanamayan bir kör. ”

 

İkinci kısımdakiler, yani zengin eş peşinde koşanlar ise tam olarak ilk grubun tersi tepkiler verirler. Sevgilinin görmediğini öğrendiklerinde hayıflanırlar. Çünkü yine burada “kişi kendinden bilir işi” mekanizması aktiftir. Hayatının çok zor olduğunu ve tek başına pek çok şeyi başaramadığını düşünen kör arkadaşlar bu duruma üzülürler. Çünkü onlara göre kör köre bir hayat çekilmezdir. Onları bu hayattan çekip çıkaracak bir beyaz atlı veya iyilik meleği beklenmeye değerdir. Bu gruptakilerin gören bir sevgili karşısındaki tepkileri ise, takdirden gıptaya hatta belki hacete kadar uzanmaktadır.

 

Özetle şöyle diyebiliriz: Bu soruyu soran görmeyenler iki gruba ayrılırlar. Birinci grup, görmeyen bir sevgiliyi onaylarken, ikinci grup gören bir sevgiliyi onaylamaktadır. Bu ayrıma karşın, onayladıkları şeyin karşıtı bir cevapta kişilerin tepkileri oldukça benzerdir. Bu gruptakilerce sıklıkla, bu ilişkinin yürümeyeceği öngörülür.

 

İkinci soru da kimi zaman engelli olmayanlar tarafından tercih edilebilir. Bu tercihin nedeni ise daha önce açıklandığı gibi, bir körün yalnızca bir başka körle olması gerektiği inancında gizlidir.

 

Diyelim ki dış kapının mandallarına ilişkinizi duyurdunuz. İlk tepkilerinizi aldınız ve çileden çıktınız.

Şimdi sırada ne var?

İlişkinin geleceğine ve sürece ilişkin bir soru.

 

  1. Zor olmayacak mı?

 

Bayılırım bu soruya; sanki herkes sorabilsin, her durumda kullanılabilsin diye özel tasarlanmıştır. Engelli engelsiz tüm meraklıların, her tür ilişki karşısında sordukları bu soru, daha çok bir beklenti niteliği taşımaktadır. Bu soruyu duyduğumda, bir soru duymuştan çok, bir tahminin destek dilenmesi gelir sanki kulağıma. Soruyu soran, aslında bu ilişkinin yürümeyeceğine çoktan karar vermiş de size ne kadar yanlış bir yolda ilerlediğinizi göstermeye çalışır gibidir.

 

Bu soruyu yönelten “sağlam” kişiler, bir engelli ile bir “sağlamın” birlikteliğini doğal karşılamaktan oldukça uzaktırlar. Onlara göre bu olağan dışı durum, elbet bir gün hak ettiği sona ulaşacak ve taaa en başında yapılmış bir hata sona erecektir. Soruyu yönelten engelliler ise muhtemelen “kişi kendinden bilir işi” bakış açısıyla kişisel katlanılmazlığını sizin ilişkinize yansıtmaktadır. Bu soru benzer nedenlerle iki engellinin birlikteliğine yönelik de sorulmaktadır.

 

Soruyu soranlar tarafından sıklıkla ilişkinin olası problemleri hakkında fikirler bile yürütülür. Eğer tekerlekli sandalye kullanan engelli bir erkek ile engelli olmayan bir kadın söz konusuysa ilişkide, zor olacak şey en başından bellidir mesela. Sevgili toplum, bilip bilmeden erkeğin cinsel faaliyetleri hakkında hüküm vermiştir. Bu hüküm doğrultusunda, kadına düşen ise olmazsa olmazı, hayatın en önemli şeyini yani cinsel tatmini ilişkinin dışında aramaktır. Tekerlekli sandalye kullanan taraf kız tarafıysa eğer, cinsel tatmini dışarıda aramakla ilgili bir zorluktan dem vurulmaz. Çünkü erkeğin ilişki dışında bir şeyler araması, alışılagelmiş bir durumdur. Erkek için son derece doğal sayılan bu durum, kadın için ise inanılmaz bir utançtır. Bu nedenle, ilişkide kadın için öngörülen zorluklar sınıfında yer alır. Kadının engelli olması durumunda temel sorun, yatak odasında değildir ama yine ev içindedir. Bunun nedeni, bir kadın söz konusu olduğunda, öncelikle ev işleri ve çocuk bakımı gibi konuların akla gelmesidir. İlk anda akla gelen bu hususlar, toplumun bakış açısından bir kadının daimi görevleri olduğundan, zorluk olarak addedilen durum, engelli bir kadının bu görevleri layığıyla yerine getirememesidir.

 

Toplumun büyük bir kısmına göre önemli olan, engel türü ne olursa olsun, bireyin cinsiyet rollerine ilişkin görevlerini yerine getirmesidir. Yani erkek, parası ve cinsel gücü yerinde biri, kadın da evine çocuğuna bakabilecek anaç biri olmalıdır. Taraflardan biri engelli olduğunda, topluma göre bu görevler yerine getirilemeyecek ve ilişki zora düşecektir. Düz mantıkla iki tarafın da engelli olması halinde hiçbir görev yerine gelemeyeceği için ilişkinin iyice zora düşmesi gerekmektedir. Bu düşünceyi benimseyenlere karşın, eksiyle eksinin çarpımının artı olduğundan yola çıkıp, öteki - öteki birlikteliğini savunanlar bu gibi zorlukları dikkate almazlar. Oysaki bir ilişkide iki tarafın da üzerine düşen görevler vardır. Ancak bu görevler, para kazanmak ya da çocuk doğurmaktan daha farklıdır. Bir ilişkinin sağlıklı bir biçimde devam edebilmesi için para ve çocuk gerekli ve yeterli değildir. Kaldı ki engelli bireyler de pek ala çocuklarına bakabilmekte ve para kazanabilmektedir. Cinsel yaşam ise, çoğumuzun bildiği tek düzelikten farklı biçimlerde de devam edebilir. Hatta pek kimsenin aklına gelmese de engelliler de kendi cinslerinden biriyle birlikte olabilirler. İki insanın mutlu bir birliktelik sürdürebilmesini belirleyen tek faktör, taraflardan birinin veya ikisinin engelli olmasıymış gibi sorulan bu soruya bir soru sorarak cevap vermek istiyorum.

 

İki engelsiz kişinin birlikteliği, her zaman sorunsuz devam etmekte midir?

Sözün özü, bir birliktelikten alınan doyumu kişilerin engelli olup olmaması belirlemez. Ayrıca bunun derdi ne engelli ne de engelsiz kimseye düşmez. Biri ilişkisinden bahsettiğinde, saçma sapan sorulardansa söylenebilecek pek çok farklı şey vardır.  Tebrik ederim veya allah mesut etsin gibi şeyler söylenmeyecekse, ağızların açılmaması tercih edilmektedir.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.