Toplam Okunma 0

Küçük yaşlardan itibaren geleceğimize dair hayaller kurmaya başlarız. O hayaller ki, beyaz, kırmızı, sarı rengârenk balonlar gibi uçuşur çocuk zihnimizde. İstisnasız her çocuğa sorulan klasik sorulardan birisi, “büyüyünce ne olmak istiyorsun?”, olur. Bizimse ne olmak istediğimize dair fikirlerimiz hava durumu gibi her gün değişiklik gösterir. Kâh pilot ya da astronot olmak gibi uçuk fikirlerle, kâh öğretmen olmak gibi bilgiç cevaplarla karşılık veririz.

Yaşımız ilerledikçe, geleceğe dair fikirlerimiz netleşir, daha sağlam bir şekilde zihnimizde süzmeye başlarız meslekleri. Ve sonunda hangi mesleği seçeceğimize dair kararımızı kesinleştirir, hedefe ulaşmak için olanca gücümüzle çalışırız. Zira önümüzde çok yolumuz vardır tüketilecek. Sarp ve engebelidir yollar. Öyle ya, önce seçmek istediğimiz bölüme dair eğitim görmeliyiz. Bunun için de hayatımızın en stresli işlerinden birisi olan üniversite sınavına girmeliyiz. Anlatımda kolay pratikte zor bu iş için, olanca gücümüzle koşmaya başlarız. Koşarız; çünkü hedefimize ulaşmak istiyorsak var gücümüzle koşmamız, rakiplerimizi alt etmemiz gerektiği söylenir sürekli. Çalışırız aylarca gençliğimizin o taptaze, ele avuca sığmayan coşkusunu, gezme isteğini, aşık olma isteğini sınav sonuna kadar sıkı sıkı içimize tıkıştırır; dışardaki bahara aldırmadan kapanırız test kitaplarına.

Her gence nasip olan bu sıkıcı durum, bizim için iki kat sıkıcıdır. Çünkü toplumun her bireye yaptığı sınav baskısının yanında, engelllilik algısından  kaynaklanan baskı da eşantiyon olarak gelir.  Böyle zorlu bir sürecin sonunda nihayet o çok beklenen gün gelir. Tüm ailede anlatılamayacak kadar büyük bir heyecan, gidilir sınav merkezine. Meşhur sınavın yanında beni neden sınadığı anlaşılamayan sabır sınamaları gelir. İlk vaka sınav merkezinin kapısında yaşanır. Daha önceden ÖSYM’ye belirtmiş olduğunuz, matematik sorularında işlem yapmak için yanınızda getirdiğiniz Braille tablet, kalem veya daktilo; görev aşkıyla yanıp tutuşan, küçük dünyaları kendisinin yarattığına var gücüyle inanan güvenlik görevlisinin dikkatini çeker. “Bu ne?” diye sorar. Ne işe yaradığını kendisine anlatırsınız; fakat tatmin olmaz. Malum emir demiri keser. Sonunda anlatmaya muvaffak olmuşsunuzdur ki, elinizdeki beyaz bastonu tutarak “bununla giremezsiniz” der. Siz de bu olmadan problem yaşayacağınızı anlatırsınız ve kısa bir cebelleşmenin ardından sınav merkezine giriş yaparsınız.

Size soruları okumak ve verdiğiniz cevapları işaretlemek için iki görevli yönlendirilmiştir, ve sınavınız başlar (okutmanınız gözlüğünü unutmamışsa). Stresiniz o andan itibaren ikiye katlanır. Bunun nedeni de genellikle size yönlendirilen görevlilerin bu konuda eğitilmemiş olmasıdır. Özellikle yazım yanlışı ve dilbilgisi sorularında, okuma tarzı doğru cevabı bulmanız konusunda çok önemlidir. Ancak okutmanı sınavda siz eğittiğiniz için o, doğru okumayı öğrenene kadar, sınav süresinin yarısını çöpe atmış olursunuz. Bunu bizzat kendi yaşamış olduğum trajikomik bir olayla anlatayım. Bu yıl YGS’ye girdim, okutmanları sınava girmiş olduğum okuldan seçmişler. Okutmanlar, kitapçıktaki yabancı isimlerin neredeyse hepsini yanlış okudular. Örneğin Descardes’i yazıldığı gibi Descardes olarak okudular. Matematik sorularında işaretlerin ne olduğunu birbirlerine sordular. İkisi de bilemeyince bana tarif ederek anlatmaya çalıştılar. Tabii ki sonuç hüsran. Bir de ben ÖSYM’nin kendilerine eğitim vermesi gerektiğini söylediğimde, aldığım yanıt manidardı; “Bunu bulduğuna dua et.” Ben YGS’ye kendimi denemek için girmiştim. Yani her hangi bir hedefim yoktu. O nedenle benim için daha tali bir sorun oldu. Düşünüyorum da, o okutmanlar ilk kez sınava giren öğrencilere denk gelmiş olsa, sınavına girdikleri kişinin felaketi olurlar, ki oluyorlar.

Şimdi örneklendireceğim süreç de durumun vahametini açıkça gözler önüne sermeye yeter.  Murat Kefeli arkadaşımız hem görme hem de işitme sorunları yaşıyor ve sınava bilgisayarla girmesinin daha sağlıklı olacağını düşünerek,  2000 yılından bugüne sınava okutmanla değil de bilgisayarla girmek için ÖSYM’ye başvuruda bulunuyor. Fakat ÖSYM başvuruların tümüne ret cevabı veriyor. Murat arkadaşımız, sorunu mahkemeye taşıyor. Mahkeme 2012 yılında Murat’ı haklı görerek ÖSYM’nin hizmet kusuru işlediğini belirtiyor ve tazminata mahkûm ediyor. Bunun üzerine ÖSYM arkadaşımıza bilgisayar vereceğini ve konuyla ilgili bir mühendis göndereceğini belirten resmi bir yazı gönderiyor. Hatta mühendis de geliyor; fakat ÖSYM bilgisayarı yine vermiyor.

Bundan beteri de olur mu, diyorsanız, duruuuuun, dahası da var! Üniversite sınavından Robin Hoodça tüm engelleri alt edip başarıyla çıkarsınız. Hedeflemiş olduğunuz bölümü yüz akıyla bitirirsiniz. Fakat ne sınavlar ne de sırat köprüleri bitmiştir. Mesleğinizi yapabilmek için de yeni bir sınava girmek zorundasınızdır. Sınavın isminin KPSS olduğuna aldanmayın. Bizimkinin başında bir de “E” var. Engelli Kamu Personeli Seçme Sınavı. Yani biz eşit koşullar dedikçe, ayrıştırıcı etkenler devreden çıkmıyor. Oysa gerekli düzenlemeler yapılarak KPSS’ye eşit koşullarda girebiliriz. Ama hakkını verelim, sınava giren birçok arkadaşımız için gerçekten engelli KPSS oldu.

Engellilere özel sınav yapılıyordu; fakat bu özel sınavda bazı engellilere okutman verilmediği için sınava giremediler. Özcan Yenil arkadaşımız bu sorunu yaşayanlardan birisi. Aylarca emek verip sınava çalıştığını; fakat kendisine okutman verilmeyip sadece işaretleyici yönlendirilmesi üzerine sınava giremediğini bildiriyor. Maalesef basından ve mail gruplarından öğrendiğimize göre birçok arkadaş aynı akıbete uğramış. Sınav girişinde sınananlardan birisi de Bayram Şahin Aydın arkadaşımız. Bayram’ın yaşadıklarını kendi anlatımıyla aktarıyorum.

Pazar günü yapılan EKPSS'ye pek çok arkadaşımız gibi ben de girdim. Daktilo macerama geçmeden önce, benim için görevlendirilen okuyucu ve işaretleyici öğretmenlerden öğrendiğim bir bilgiyi sizlerle de paylaşmak istiyorum. Ben özellikle, görme engelli birine soru okuyacağınız konusunda size daha önce bilgi verildi mi, diye sordum. Öğretmenlerden aldığım cevap ÖSYM'nin geçen yılki eylemimizden sonra göstermelik birtakım çabalar harcadığını, sonrasında tekrar vurdumduymazlığa Büründüğünü gösteriyordu. Kendilerine yalnızca engelli salon görevlisi oldukları bildirilmiş. Yani diyorlar: "Görme engelli değil de, işitme engelli veya ortopedik engelli birinin sınavında da görevli olabilirdik." Ben de, "İyi ama, ya bana matematik sorularını okumakta, matematik işaretlerini söylemekte güçlük yaşasaydınız veya bu sınav YDS olsaydı ve İngilizce bilmediğiniz için sözcükleri doğru şekilde telaffuz edemeseydiniz?" “Haklısınız.” dediler.
 
Bir de her sınavda bana yaşatılan meşhur bir daktilo maceram var biliyorsunuz. Her sınava girişimde, acaba yine daktilomla sınava girebilmem konusunda sıkıntı yaşayacak mıyım, diye düşünüyorum. Her şeyden önce, kimin ne hakkı var beni bu şekilde germeye? Benim yalnızca gireceğim sınava konsantre olmam gerekmez mi? Her neyse efendim, daktilomu ve kartonlarımı yerleştirdiğim bir sırt çantasıyla sınavın yapılacağı Beşiktaş Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi'ne ulaştım. Girişte yine her zamanki gibi görevliler, aaa, ne yapacağız şimdi, der gibi daktilonun alınıp alınamayacağı konusunda tereddüt yaşadılar ve bunu gizlemediler. Bir tanesi, kendisinden emin olmayan bir sesle, alıyoruz tabii alıyoruz, dedi ve sınav salonuna daktilomla beraber çıktım. Benim için okuyucu ve işaretleyici olarak bir rehber öğretmen, bir de bilişim öğretmeni görevlendirilmişti. Yani bu insanların matematik konularıyla haşır neşir olmaları için matematiğe özel bir ilgilerinin olması gerekir. Tabii ben tecrübelerimden yola çıkarak daktilo konusunda yine arıza çıkarılabileceğini öngördüğüm ve böyle bir hadisenin yaşanması halinde desteklerini almak için okuyucu ve işaretleyicime: "Eğer daktilom olmasaydı matematik işlemlerini size yazdırmam, size yaptırmam gerekecekti," diyerek sınavda daktilo kullanamamam halinde yerine getirmeleri gereken sorumluluğu hatırlattım. Tam da tahmin ettiğim gibi birkaç dakika sonra başka bir görevli geldi ve, “Herhangi bir klavyenin bu sınavda kullanımı yasakmış, yukarıdan öyle söylediler, o yüzden daktilonuzu sınav sonrası size teslim etmek üzere arkadaşlar alacaklar.” dedi. Ben de tabii ki isyan ettim, bugüne kadar üniversite giriş sınavı da dahil pek çok sınavda daktilo ile matematik işlemlerini yaptığımı ve bunun bir sakıncası olmadığını, daktilonun elektronik bir cihaz olmadığını anlatmaya çalıştım. Geçen sene ALES'te daktilo kullanmama izin verilmediğini gruba yazmıştım ve Engin Abi de (Engin Yılmaz) ÖSYM'den Belma Hanım'la yazışmamı sağlamıştı. “ÖSYM'den Belma Atak Hanım daktilo kullanmamızda herhangi bir sıkıntı olmadığını, böyle durumlarda kendisine ulaşılabileceğini söylemişti, istiyorsanız kendisine ulaşabilirsiniz.” dedim. Görevli: “tamam bunu iletelim, ama kusura bakmayın lütfen, bize böyle dedikleri için gelip size bunu söylüyorum.” dedi. Ben, “siz yetkili olan kimse ona durumu iletin.” dedim. Birkaç Dakika sonra salon başkanı olduğunu tahmin ettiğim biri geldi. Bu ne şimdi, gibi sorular sorduğu için kendisine kısa bir kabartma yazı daktilosu sunumu yaptım. Biraz yazı yazdım, bakın matematiksel ifadeleri bu şekilde not alıp çözüyorum dedim. Bu arada görevli öğretmen arkadaşlar da, bakın zaten arkadaşımızın sınava giriş belgesinde abaküs kullanabileceği yazıyor, dedi ve başkan en sonunda ikna olup sorun olmadığını ve daktiloyu kullanabileceğimi ifade etti. Sınava internet üzerinden başvurumu yaparken adayın kullanabileceği araç gereçler kısmında yalnızca abaküs seçeneği bulunduğu için ben de o seçeneği işaretlemiştim. Mesela kabartma yazı daktilosu gibi bir seçenek olsa onu da işaretlerdim.

Evet, bu gibi sorunları hepimiz hala yaşıyoruz. Oysa ki, Türkiye’nin de imzalamış olduğu Birleşmiş Milletler Engelli Hakları Sözleşmesi, sınavlarda gereksinme göre malzeme temini ve koşulların eşitlenmesini güvence altına alıyor. Yukarıda değindiğimiz sorunları daha fazla yaşamamak için, bu uygulamalara karşı yeni mücadele yöntemleri geliştirmeli ve sonuç alana kadar uğraşmalıyız. Daha engelsiz ve eşit bir yaşam dileğiyle.

Not: Yürüderler, yürü derler. Açlığa yürü derler. Kara elmas tabut olmuş, gerekirseölünderler. Günü gelir utanmadan, ağlaşana gülünderler. Yalanlara artık sabrım yok.
Bu yazı hazırlanırken, Yerin derinliklerinden gelen kapkara bir haber yine hepimizi yasa boğdu. Doymak bilmeyen kapitalist barbarlık, Somada yüzlerce Maden emekçisini katletti. Yüzlerce eve ateş düştü, Binlerce yürekte hiç kapanamayacak derin yaralar oluştu. Bu yazımı dünyanın en onurlu insanları olan maden emekçilerine ithaf ediyorum.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.