Toplam Okunma 0

Merhaba Değerli Okurlar,

Daha önceki yazılarımdan birinde “az gören” olmanın yarattığı kimlik karmaşasına dair yaşadığım deneyimlerden bahsetmiştim. Bu deneyimlerin daha çok çocukluk ve gençlik dönemlerinde bende uyandırdıklarını sizlerle paylaşmaya çalışmıştım. Bu yazım ise, biraz o yazının devamı niteliğinde olacak, biraz da hem gören hem de kör kişilerin az görenler üzerinde yarattığı etkilerden bahsetmeye çalışacağım.

Aslında neden ben bu konuya bu kadar önem veriyorum biliyor musunuz? Türkiye’de az gören bireyler üzerine yapılan çalışmalar, yazılan makaleler çok az. Aile bilinçlendirmesi bazında bakıldığında, özellikle benim çocukluk dönemimi düşünecek olursak, neredeyse hiçbir yönlendirmenin olmadığını söylemek yanlış olmaz. Günümüze dahi baktığımızda, az görenler özelinde yapılan çalışmaların yeterli nitelikte olmadığını söylemek mümkün.

Örneğin, bir göz doktoruna gidiyorsunuz; yaptırdığı şeyler, karşıdaki harfleri okutmak, belli bir mesafeden parmak saydırmak ve ışığı takip ettirmekten ibaret. Oysa işlevsel görme değerlendirmesi bu şekilde yapılmamalı. Bu kişinin yaşamsal deneyimlerinin sorgulanması, günlük yaşam içinde neleri, nasıl yaptığının belirlenmesi, yararlandığı ipuçlarının saptanması, hem tıbbi hem de eğitsel anlamda görme değerlendirmesinin yapılması ve tüm veriler ışığında izleyeceği yol haritasının disiplinler arası bir bakış açısıyla çizilmesi gerekmektedir. Doktor örneğinden yola çıkacak olursak, doktorların hala tıbbi bakış açısından kurtulamadıkları, bu işin eğitsel boyutunu pek de dikkate almadıkları görülmektedir. Yapılan muayeneler bile tamamen görmeye odaklanan muayenelerdir. Oysa az gören kişi var olan görmesini nasıl koruyabilir, işlevsel olarak nasıl kullanabilir, ne gibi araç-gereçlere ihtiyaç duyar? Şeklinde sorulara cevap arandığı pek de rastlanan bir bakış açısı değildir. Hal böyle olunca, önce az gören bireyin ailesi, sonra da kendisi bunu bir kimlik olarak kabullenmekte sıkıntı yaşamaktadır.

Kendini bir türlü bir yere koyamayan az gören birey, herkesin “normal” kabul ettiği “gören” kalıbının içine girmeye çalışır. Çünkü ne kadar herkes gibi olabilirse, o kadar “normal” kabul edileceğini bilir. Aileler doktor doktor gezerek çocuğunun görmesini arttırmak için elinden gelen çabayı gösterir, belli bir olgunluk düzeyine ulaşan az gören birey ne kadar çok gören biri gibi hareket ederse, o kadar çok rahata erişir. Peki, bunun altında yatan nedir? İnsan aslında kendisi olmak istemektedir. Kimsenin göz hapsinde olmamak, başkalarının bakışları altında bir işi yapmamak, sıradan olmak ya da başkaları tarafından görülmez olmak istemektedir. Bu nedenle, az gören kişi mümkün olduğunca, körlerin kullandığı araç-gereçleri kullanmamaya, işini yavaş da olsa kendisi yapmaya çalışır. Örneğin, az görenlerin cep telefonu kullanırken, gözünü neredeyse telefona yapıştırıp, sesli program kullandıklarında çok kısa zamanda yapacakları bir işi çok daha uzun sürede yaptıklarına çok rastlamışımdır. Hatta şimdi bu örneği verince, aklıma görme engelli çocuklar ve aileleriyle çalışırken yaşadığım bir olay geldi. Bir öğrencim vardı, ilkokulda okuyordu, görme oranı yazı okumaya yeterli bir oran değildi, biz eğitimciler olarak eğitsel değerlendirmesini yapmıştık ve görmesini yazı okuyarak kullanmak yerine günlük yaşam içinde kullanmasının daha işlevsel olacağına kanaat getirmiştik. Ancak ailesi ısrarla kabartma yazı değil, onların deyimiyle “normal yazı” öğrenmesini istemişti ve bu konuda ısrarcı bir tutum sergilemişti. Tabii biz eğitimciler olarak, aileye en doğru rehberlik ve yönlendirmeyi yaparız ancak onları alacakları kararlar ile ilgili zorlama hakkına sahip değiliz. Sonuç olarak çocuğun ebeveyni onlar ve çocukları ile ilgili en son kararı onlar verebilirler. Çocuk, çok büyük puntolu yazı okuyordu, hatta o yazıyı da okuyabilmek için o kadar eğiliyordu ki neredeyse kâğıdın ya da kitabın üzerine kapaklanıyordu. Çocuğun burnunun ucunda sürekli mürekkep izi olmasını hala gülümseyerek hatırlarım. Peki, sizce aile neden çocuğa bunu dayatıyordu da kabartma yazı okumasını kesinlikle reddediyordu? Çünkü kabartma yazıyı körler okur, kabartma yazı okursa normun dışına çıkacak, toplumun çoğunluğundan farklılaşacak, aileye farklı sorular sorulacak, çocuğa farklı sorular sorulacak gibi birçok neden sayılabilir. İşte çocukluk döneminden başlayan bu çelişkili yaşam tarzları, ergenlik, yetişkinlik, belki de yaşlılık dönemine kadar az gören bireyin kendine net bir yer bulamamasına neden oluyor.

Biraz da madalyonun öteki yüzünü çevirelim. Körler arasında az görenlerin kabulü nasıl gerçekleşiyor? Körler okullarında birkaç dönem çalışma deneyimim oldu. Ayrıca körler okullarından mezun kişilerin de anlattıklarına şahit oldum. Az görmesi nedeniyle, körler okuluna giden kişilerin gören gibi kabul edilmelerine, sorumluluklar yüklenmesine ve kör kişinin işlerinin az gören çocuğa yaptırılmasına ne diyorsunuz? Oysa “Eğitim ilk olarak ailede başlar, okulda devam eder.” deniyor. Zaman zaman kör akranlarının, zaman zaman da körler okullarındaki eğitimcilerin, az görenlere yüklediği sorumluluklar da onların kendilerini “gören” olarak tanımlamalarını sağlamaz mı? Oysa okuldaki herkes çocuk ve hepsinin üstlenmesi gereken sorumluluklar eşit olmalı değil mi? İşte okuldaki bu yanlış öğreti, az gören çocuğun ileriki yaşamında da durumunu kabullenmesini, yaşamını az gören birey olarak biçimlendirmesini zorlaştırıyor ve hep “gören” kimliği ile toplumda kendine yer edinmeye çalışıyor.

Kısacası, “az gören” olmak, bir kimlik karmaşası yaratıyor. Bir önceki yazımda da bahsetmiştim; görenlerin yanında “kör”, körlerin yanında “gören” olmak az gören bireyleri zorlayan bir durum. Oysa yaşam herkesin kendi yaşamı, neyi nasıl yaptığımız kişinin kendisini bağlar. Tabii ki deneyimlerimizi her zaman birbirimizle paylaşacağız, konuşacağız, tartışacağız, yazacağız, tüm bunları yapacağız ki zenginleşelim. Ancak içinde olmadığımız bir yaşantıyı yargılamak, deneyimlemediğimiz durumları acımasızca sorgulamak, bize hiçbir şey kazandırmaz. Herkesi anlamamız da gerekmiyor, kabul etmek yeterli. Unutmayalım ki bizi zenginleştirecek olan farklılıklarımızdır. 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.