Merhabalar, değerli EEEH Dergi okuyucuları.
Eylül geldi, son bahar kendini hissettirmeye başladı. Fakat ben bu ay sizlere tatilden söz edeceğim. Deniz, kum ve güneş; sanat, kültür ve elbette erişilebilirlik…
Sakız Adası’nda Tatil
Bu yıl geçen yıl olduğu gibi yine Sakız Adası’nda tatilimizi geçirdik. Adanın denizi ve sahilleri enfes. İpek gibi kumlar ve tertemiz bir kumsalın yanında bir de rampa var. Hayatımda ilk kez tekerlekli sandalye için sahile yapılmış bir rampa gördüm. Bir Güzel de aydınlatmışlar rampayı, isteyen gece bile denize girebilir. İlgilenenler için bu rampa Komi isimli sahil bölgesinde bulunuyor.
Bunun yanında adanın kültürel mirası da beni büyülüyor. Sakız Adası’na boşuna bu isim verilmemiş. Bizim “damla sakızı” diye bildiğimiz aromalı “mastic” adı verilen bu sakız, adanın güneyinde yetişen sakız ağaçlarının reçinesi. Yani evet, sakız ağaçtan toplanıyor. Ben de ağaçtan sakız topladım, kaçar mı bu fırsat!
Adanın kültürü, tarihi, mimarisi ve ekonomisi hep bu sakız üretimi etrafında şekilleniyor. Ürettikleri sakızı, yani en değerli varlıklarını orta çağ korsanlarından koruyabilmek için kale gibi inşa edilmiş Mesta köyünün daracık sokaklarında gezinmek bana muhteşem bir keyif veriyor. Bir de köy meydanında, muhtar George Amca’nın dondurmacısı var ki sormayın. Enfes sakızlı dondurma yaptığını söylemeden geçemeyeceğim. Bu yıl sırf o dondurmayı bir defa daha yemek için Mesta’ya koştum diyebilirim.
Sakızın da Müzesi mi olurmuş!
Dünyada tek olduğu iddia edilen sakız yani Mastik Müzesi de bu adada bulunuyor. Pirgi köyü yakınlarındaki bu müzeye geçen yıl da gitmiştik. Ancak kelimenin tam anlamıyla tadı damağımızda kaldığı için bu yıl yeniden müzenin yolunu tuttuk ve çok hoş bir sürprizle karşılaştık. Müzede geçici bir resim sergileniyordu ve bu sergi erişilebilir hale getirilmişti. Bu yazının temel konusu da aslında bu sergi. Fakat oraya geçmeden önce biraz daha müzeden söz etmek istiyorum.
Müze özel olarak erişilebilir bir hale getirilmiş diyemem. Ancak sakızlara, geleneksel kıyafetlere ve sakız üretiminde kullanılan alet ve makinelere dokunabiliyorsunuz. Müzeyi gören birinin rehberliğinde gezmek gerekiyor. Müze iki katlı küçük bir bina olarak tasarlanmış. Asansör de olduğu için tekerlekli sandalye kullanıcıları için uygun gibi görünüyor.
Gelelim müzenin hediyelik eşya dükkanına…
Oraya kadar giderseniz, aman ha uğramadan geçmeyin. Benim gibi damla sakızı aromasını seviyorsanız adada ve müzenin satış noktasında ihya olacaksınız. Damla sakızlı diş macunu, el kremi, şampuan, güneş kremi ve başka bir sürü kozmetik ürününü adada bulabilirsiniz. Ayrıca damla sakızlı sabunlar bütün bir yıl çekmecelerinizde misler gibi kokuyor. Damla sakızlı zeytin yağı, sakızın kendisi, kahve, lokum ve elbette muhallebimsi tatlılar da mevcut. Sevenlere mastic uzo bulunduğunu da söyleyelim.
“Unbound” ne demek?
Şimdi de artık sanatın unbound olmasına odaklanalım. Unbound, İngilizcede “zincirlerin veya bağların çözülmesi” bir bakıma özgürleşmesi anlamına geliyor. Burada özgürce tadına varabildiğim sanat eserinin de adı, başlıkta yazdığı gibi “Prometheus Unbound.” Eseri müzenin hemen girişine yerleştirmişler. Bir yanda orijinal tablo bir yanda eserin hissedilebilir replikası bir yanda da eserin tarihini anlatan yazılı metne ve hissedilebilir halini betimleyen sesli metne İngilizce ve Yunanca ulaşabileceğim QR kodlar.
Prometheus Unbound
Sonunda gelelim tabloya…
Yüzyılın en görkemli tablolarından biri bu yaz Sakız Adası’nda, Mastik Müzesi’nde benimle. Danimarkalı ressam Carl Bloch’un 1864’te genç Kral Georgios I için yaptığı Prometheus Unbound, uzun süre kayıp sayıldıktan sonra 2012’de Atina’nın kuzeyindeki Tatoi Sarayı’nda, ahşap bir silindir içine sarılı halde bulunmuş. Özenli bir restorasyon sürecinin ardından 2023’te Danimarka Ulusal Galerisi’nde, 2024’te Atina’da sergilenmiş. Eser, kalıcı olarak Tatoi’ye dönmeden önce, Sakız’da ziyaretçilerle buluşuyor, hem de erişilebilir bir şekilde.
Bloch’un tablosu yalnızca bir mit sahnesi değil, insanın özgürlük arzusunun görsel bir yorumu. Yaklaşık dört metreye üç metre boyutlarındaki bu dev tuvalde Prometheus, zincirlerini kırmaya çalışırken bedeninin gerilimi neredeyse izleyiciye geçiyor. Kahverengi ve gri tonların hâkim olduğu kompozisyonu yaran parlak kırmızı örtü, anın şiddetini doruğa taşır. Ön plandaki bu patlayıcı enerjiye arka planda Herakles (Herkül) eşlik eder; yayıyla kartalı yere sererken, sahne insanın zincirlerinden kurtuluş anına dönüşür.
Tüm bu bilgiler QR kottaki metinde anlatılıyor. Resimdeki her şey ayrıca başka bir tuvalde parmaklarınızın ucunda. Sesli betimlemeyi açıp bir yandan da elimi tuvalin üzerinde gezdirdim. Fotoğraflardan birinde tabloya dokunurken ben görünüyorum. Anlatım yaklaşık altı dakika sürüyor. Sol üst köşede bulutlar gri iplerle gösterilmiş. Kırmızı örtü gerçek bir kumaş parçasıyla simgelenmiş. Zincirler metal minik zincir parçalarıyla simgelenmiş. Sesli anlatı hissedilebilir her noktanın nasıl bir malzemeden yapıldığını, tablonun neresini simgelediğini ve resmin neresinde yer aldığını detaylıca anlatıyor. Hem metin hem de sesli anlatının linklerini metin sonunda bulabilirsiniz.
Biraz da sanat severler için tablonun detaylarına odaklanalım. Bu tablo aslında mitolojik bir hikâyenin resmedilmesi. Elbette erişilebilir bir halde keşfedebildiğim için benim de favori tablom. Zaten başka pek de bilgim yoktur resim sanatı hakkında. Keşke her tablo böyle özgürleşse de ben de resim konusunda biraz kültürlenebilsem.
Mitin İzinde: Ateşi Çalan ve Zinciri Kıran
Prometheus, Titan soyundan gelen bir figürdür. İnsana en büyük armağanını, tanrılardan ateşi çalarak verir. Kaynaklara göre kimi zaman doğrudan Zeus’tan, kimi zaman da ateşin tanrısı Hephaistos’un ocağından aldığı söylenir. Ama bütün anlatıların ortak noktası aynıdır: Ateş tanrılara aitti, Prometheus onu insanlara armağan ederek düzeni bozdu. Ateş, yalnızca bir alev değil; bilginin, sanatların ve uygarlığın simgesiydi.
Zeus bu başkaldırıyı affetmez. Kratos (Güç) ve Bia (Zor) Prometheus’u sürükler, Hephaistos da istemeye istemeye zincirlerini çakar. Cezanın acımasızlığı Antik tragedya şairi Aiskhylos’un (M.Ö. 5. yüzyıl) Zincire Vurulmuş Prometheus adlı oyununda şu dizelerle betimlenir:
“Burada ne bir insan yüzü görebilirsin artık
Ne de bir insan sesi duyabilirsin.
Güneşin ateş alev ışınlarıyla pişerek
Güzelim bedeninin karardığını göreceksin.
Sevineceksin gece, gün ışığının üstüne
Alaca örtülerini serince.
Ardından kırağı eritecek güneşi bekleyeceksin.
Ama bitmek tükenmek nedir bilmeyecek
Yürekler acısı ağır çilen,
Çünkü seni kurtaracak yiğit doğmadı henüz.”
Prometheus’un kaderi yalnızca bir ceza değil, aynı zamanda insanın dayanıklılığının simgesidir. Her gün ciğeri kartal tarafından parçalanır, her gece yeniden iyileşir. Bu döngü, onun acı içindeki direncini ölümsüzleştirir. Nihayet yüzyıllar sonra Herakles (Herkül) ortaya çıkar. Zeus’un izniyle kartalı okla vurur, zincirleri çözer. Böylece Prometheus özgürlüğüne kavuşur; insanlığa verdiği ateş ise artık geri alınamaz.
Ada ile Buluşma
Eserin bugün Sakız Adası’nda sergilenmesi de başlı başına anlamlıdır. Ada, yüzyıllardır “mastik” (Yunancada mastiha) ile özdeşleşmiştir; doğadan alınan bu reçine işlenir, dönüştürülür ve kültüre dönüşür. Nasıl ki Prometheus’un ateşi insanı yaratıcı kıldıysa, mastik de Sakız’ın belleğinde emeğin ve üretimin simgesi olmuştur. Bloch’un tablosu bu bağlamda yalnızca mitolojiyi değil, adanın kendi kültürel hikâyesini de yankılar. Bu eserin yukarıda uzun uzun anlattığım gibi özgürleştirilmesi yani erişilebilir hale getirilmesi de ayrıca anlamlı olmuş. Resmin hikayesini öğrenince “evet elbette bu tabloyu erişilebilir yapacaklardı. Başka hangisini yapsınlar ki dedim.” Kendi kendime.
Sanatçı ve Bağlam
Carl Bloch, Kopenhag’da doğmuş, Roma’da olgunlaşmış bir ressamdı. Tür sahneleri ve portrelerle tanınsa da asıl şöhretini dinsel ve mitolojik anıt eserlerle kazandı. Prometheus Unbound, hem Yunanistan’ın yeni kralının siyasal sembolü, hem de 19. yüzyıl Avrupa’sında özgürlük ve direniş arzusunun resme bürünmüş hali oldu. Bugün Sakız’da erişilebilir bir şekilde sergileniyor olması, bu çok katmanlı anlamları Ege’nin kültürel belleğiyle birleştiriyor bence.
Prometheus’un zincirlerini kırarken insana söylediği şey hâlâ aynı: Yaratıcılık cesaret ister, cesaretin bedeli vardır; ama o bedel çoğu zaman daha insanca bir gelecek içindir. Tercümesi şu: Savunuculuk cesaret ister, cesaretin bedeli vardır; ama o bedel çoğu zaman daha erişilebilir ve adil bir gelecek içindir.
Not: Zincire Vurulmuş Prometheus, Türkçeye Azra Erhat ile Sabahattin Eyüboğlu tarafından çevrilmiştir.
Kaynaklar
İngilizce sergi metni:
https://liminal.eu/unlisted/exhibition-texts/?lang=en
İngilizce sesli betimleme:
https://liminal.eu/unlisted/prometheus-unbound-audio-description/?lang=en
Zincire Vurulmuş Prometheus Özet, Aiskhylos - Mitolojik Hikayeler:
https://mitolojikhikayeler.com/zincire-vurulmus-prometheus-ozet-aiskhylos/