Çocukluğumun en güzel hatıraları arasındadır, Ankara ziyaretlerimizde annem ile kardeşlerinin oynadığı Sessiz Sinema oyunu. İlk gençlik yıllarımdan birinde hafızama yer eden bir soruydu Tabutta Rövaşata. Bu yüzden bu film bana hep o sahneyi anımsatır ve bunu paylaşmak istedim sizlerle. Bir de ne alaka ise ben bu filmi hep bir korku gerilim zannediyordum. Oysa hiç ilgisi yokmuş.
Girişten de anladığınız üzere bu ayın konusu 1996'dan bir film olan Tabutta Rövaşata. Görsel ağırlığı çok fazla olan bu filme ise körler neredeyse iki binli yılların ilk çeyreğini geride bırakacağımız bugünlerde tam anlamıyla erişebiliyor ne yazık ki. Peki neden Temmuz 2024’te bu film? Çünkü GETEM sesli betimleme işine bu film ile başladı. Ben de onun bu ilk deneyimini mercek altına almak istedim.
Yukarıda söylediğim gibi 1996 yılına ait filmin yapımcısı Ezel Akay. Dram olarak sınıflandırılan yapıtın yönetmenliğini Derviş Zayim yapmış. Senaryosu da yine Derviş Zayim tarafından kaleme alınmış. Görüntü yönetmeni Mustafa Kuşçu olarak gösteriliyor. Kurgu ise Mustafa Preşeva tarafından düzenlenmiş. Filmin baş rol oyuncuları Ahmet Uğurlu, Tuncel Kurtis, Ayşen Aydemir. Müzikleri ise o zamanların popüler sıra dışı gruplarından BaBa ZuLa ile Babı-ı Esrar'a ait. Bu noktada küçük bir anekdot vermek isterim. Film hakkında araştırma yaparken Derviş Zayim'in kendi sitesinde yayımlanan Turgut Yasalar ile yapılan bir söyleşinin çıktılarını okudum. Sizlere de tavsiye ederim. Burada BaBa ZuLa grubuna dair ilginç bir açıklama da var. Yazı sonuna bağlantısını ekleyeceğim. Dilerseniz oradan göz atabilirsiniz.
Filmin konusu hakkında tüm sitelerde çok güzel açıklamalar var. Ancak elbette en kayda değer olanı Derviş Zayim'in kendi sitesinde söyledikleri. Ben kısaca şöyle anlatabilirim sanırım. Mahsun, yani Ahmet Uğurlu, kimsesiz, evsiz ve işsiz beş parası olmadan Rumelihisarı taraflarında sokaklarda yaşayan bir adamdır. Çıkma ekmek yer, çoğu zaman inşaatlarda yatar. En büyük tutkusu arabalardır. Onun çalamayacağı araba, açamayacağı kilit yoktur. Ancak arabaları çalarken tek derdi şehri turlama tutkusunu tatmin etmek ve dahası ısınmaktır. Üstelik çaldığı araçların yelpazesi de geniştir. Ambulans, itfaiye aracı ve belediye otobüsü çalmak ve onlarla tur atmak müthiş zevk verir ona. Çaldığı arabaları ise temizledikten sonra sabaha karşı aldığı yere bırakır. Fakat bu zevklerin karakolda yenen dayaklar gibi bir bedeli vardır. Mahsun bundan çok korksa da tutkusundan ve zaruretten çalmaktan vazgeçemez. Ona az buçuk destek çıkan Reis, yani Tuncel Kurtiz, teknesinde ara sıra çalıştırmakta ve karşılığında üç beş kuruş vermektedir. En yakın arkadaşı Sarı'nın trajik ölümü Mahsun'u çok sarsar. Onun üstüne âşık olduğu eroinman kızın onun iyi niyetini biraz da zorunluluktan kötüye kullanması yıkımı olur. Kocaman şehir İstanbul'un daracık sokaklarında daha da dar bir alana sığdırılan Mahsun'un ruhunu özgürleştirmesinin bedeli ağırdır.
Kimi yorum yapanlara göre Türk sinemasının en iyi filmi olan bu film sitelerde güzel puanlar almış. İMDB 7.7 gösterirken Sinemalar.com sitesi 8.1 olarak veriyor. Beyazperde'de ise üye puanlamasında 4.2 olarak görünüyor. Beyazperde’nin site ve basın puanlarını bulamadım. Film yüksek puanlarının yanı sıra pek çok festivalden ödüller kazanmış. 1996 yılında 33. Antalya Film Festivali'nde En İyi Senaryo dalında Derviş Zaim; En İyi Erkek Oyuncu, Ahmet Uğurlu; En İyi Kurgu, Mustafa Preşeva. 1997'de 9. Ankara Film Festivali'nde En İyi Erkek Oyuncu dalında Ahmet Uğurlu. Yine 1997 yılında 16. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü, Derviş Zaim; yine aynı festivalde Fipresci Ödülleri Ulusal Yarışma / Onat Kutlar Ödülü, Derviş Zaim. 1997yılı başka bir ödülü ise Türk Eleştirmenleri Birliği – En İyi Oyuncu olarak Ahmet Uğurlu'ya verilmiş. 1997 yılı Orhan Arıburnu ödüllerinden en iyi ikinci film ve jüri özel ödülünü almıştır.
Uluslararası alanda da birçok ödül almış. Montpellier, Torino, Selanik, Amiens, San Francisco, D’annonay, Ouvres Film Festivallerinden çeşitli dallarda yanlış saymadıysam toplamda on bir ödül almış.
Bununla birlikte olumsuz eleştirilerde okudum kimi sitelerde. Ancak ben izlerken şöyle bir not almışım. "Betimlemeden bağımsız olarak bazı oyuncular, özellikle figüranlar ne kadar uyuz ve tek düzeymiş o zamanlar. Betimlemeyi seslendiren yapay zekâ sesinden daha tek düze desem yalan olmaz vallahi." Sonra bu filmin nasıl imkansızlıklar içinde çekildiğini okudum. Oyuncuların büyük bir kısmının hatır üzerine yönetmenin Boğaziçi'nden Rumelihisarı tutkunu arkadaşları olduğunu öğrenince fikrim değişti biraz. Taktir sizin artık.
Betimleme eleştirilerine gelince: Önce emekçilerimizi sayalım elbette. Betimleme metin yazarı, Emine Berre Gümüş; teknik montaj ve son kontrol Engin Yılmaz.
Öncelikle betimlemenin genel itibariyle amaca hizmet eder nitelikte başarılı olduğunu söylemeliyim. Genelde durum, mekân ve zaman betimlemeleri yerinde verilmiş. Karakter betimlemesi olarak ise Mahsun dışında herhangi bir karakterin betimlemesi yok desem yanlış olmaz. Montajlamada ise kimi yerlerde saniyelik kaymalar olmuş bu olabilir bir şey de bazı yerlerde de betimlemenin okunan metninden heceler kesilmiş. Engin, dikkat et! Buraya açık ağızla gülme emojisi koydum varsayın olur mu?
Filmi izlerken aldığım ayrıntılı notlara geçmeden önce GETEM tanıtım sayfasından küçücük bir eleştiriyi yazmak isterim. Oraya betimleme seslendirmeni alanına Emine Berre Gümüş adı girilmiş. Oysa genel tanıtımda "bilgisayar sesi" olarak görünüyor. Seslendirmen alanına okuyan ekran okuyucu sesin kim olduğu yazılsaydı keşke. Yasal olarak sorun olmazsa elbette. Ben tanımıyorum bu sesi mesela.
Filmin başındaki kıvırcık saçlı adam muhtemelen Ahmet Uğurlu. Beyaz saçlı olarak ifade edilen de Tuncel Kurtiz. Her zaman söylerim. Bu tür baş rol oyuncuları filmde ilk görüldükleri anda gerçek adlarıyla söylense hiç fena olmaz. SEBEDER artık pek çok filminde buna dikkat ediyor.
Bir montaj sorunu da başından itibaren kimi yerlerde betimleme repliklerin üstüne gelmiş. Zaten eski olan filmin ses kalitesi bozukluğu da eklenince replikler hiç anlaşılmaz olmuş. Bunu Engin'in ilk deneyimi olmasına veriyor ve bu seferlik affediyoruz derrrmişim.
Ekran okuyucunun seslendirmesinde birçok yerde geçen "etrafına" sözcüğü ve buna benzer uzatmalı kelimelerin kullanılışı evlere şenlik gerçekten. Mesela battaniye, kafile veya hala üşüyor söylemlerindeki okuma düzeni insanı ilk duyduğu anda gülme hissiyle dolduruyor. Gerçi sanırım bu kullanılan ekran okuyucu ile de ilgili. Zira şimdi Yelda okurken daha alıştığımız düzende seslendiriyor söz konusu kelimeleri.
Filmdeki ilk araba çalma olayında Mahsun, yolda bir köpeğe çarpmış ve hayvanı arabaya almıştır. Köpecik Mahsun'un hemen yanında gibi ses duyulur ama araba durduğunda Mahsun onu bagajdan çıkarır. Biz bunu elbette betimlemeden öğreniriz. Bir an ne alaka diye düşündüm. Sonra aklıma geldi ki araba eski tip Kartal model bir araba. Yani bagajı içeri ile bağlantılı.
Bazı bölümlerde filmin sesi kesiliyor. Bu betimleme seslendirmesinde belirtiliyor. Bu çok yerinde olmuş. Acaba filmin orijinali de böyle miydi? 1996 yılından alınan bir film olduğu için mi böyle? İkinci ihtimal biraz daha düşük gibi. Zira çok daha eski tarihli filmleri izledik ve değerlendirdik ama böyle bir şey ile daha önce karşılaşmadık.
Bazı yerlerdeki zaman kipi kullanımları pek yerinde olmamış bence. Mesela Sarı'nın defin töreninde Hoca Kur'an okurken Reis rakı, Bıyıklı da votka içip birazını da Sarı'nın mezarına dökerler. Bu betimlemede değişik cümlelerle daha detaylı anlatılır elbette an be an. Bir yerde "Hoca okumaya devam etti" deniyor. Oysa burada etti değil ediyor yüklemi kullanılmalı bana göre. Devamında "Reis kalan şarabı da toprağa döktü. Bıyıklı adam da votkayı döktü" deniyor. Buralarda dili geçmiş zaman kipi kulağa batmıyor mesela. Ancak bir sonraki betimlemede kullanılan aynı kip komik kaçıyor. "Hoca sinirle gözlerini kırpıştırdı". Burada "kırpıştırıyor" daha doğru gibi.
Benzer bir durum Mahsun, Reis ve diğerleri Sarı'nın mezarına içmeye giderken; "Hep birlikte mezarlığın yokuşundan yukarı çıktı" değil, "Çıkıyor" denmeli. Yokuşu çıkma işlemi bitmemiş çünkü. Reis önde sigara içerek yürüyor. Mahsun elindeki içki şişelerine sarılmış diye devam ediyor zira betimleme.
Yine 1970 model arabayı çalıp onunla trafikte seyrederken "Mahsun gözyaşlarını sildi." Birkaç saniye geçtikten sonra "içmeye devam etti" deniyor. "etti değil ediyor olmalı.
Mahsun'un falaka sahnesindeki olay çok kısa sürüyor, aradan günler geçmesi filmde Mahsun'un sakallarının uzaması ile bildirilmiş izleyiciye. Berre de bunu kaçırmamış ve kör izleyicinin de yakalamasına ışık tutmuş.
Bir başarılı söylemde Mahsun'un otobüs çalma sahnesi sonrası kayalıklarda park edip uyuduğu sahnede var. Kayalıklara denizin dalgaları vuruyor. Mahsun ise otobüsün arka beşli koltuğunda uyuyor. Rüyasında da falaka sahnesini görüyor. Denizin dalgaları kayalıklara vurdukça diyor betimlemede Mahsun falakada dayak yiyor. Dalgalar ve falaka iççice.
Ancak hemen sonrasında Mahsun'u çırılçıplak soymuşlar ve dövüyorlar. Mahsun soluk soluğadır bu sahnede. Fakat o da mı rüya yoksa gerçekten yakalandı mı o anda belli değil. Devam eden sahneden çıkarılan ise yakalanıp dövüldüğü bence.
Eroinman kadının Mahsun'un çalıştığı tuvalette ilk geldiği sahnede, Mahsun kadın çıkar çıkmaz peşi sıra tuvalete girer. Tam su dökecekken Yerde serili gazete ve üzerindeki kanlı fuları görür. Bundan sonra betimlemede söylenen: "Telaşla suyu biraz dökerek atleti yerden aldı" denir. Oysa yerdeki fulardı, atlet değil ki.
Mahsun polis sireni duyunca çaldığı arabayı bırakıp tavus kuşu ile kaçtıktan sonra otostop çeker. Bunu biz tabii ki betimlemeden öğreniyoruz. Sonrasında ise otobüs durağına gittiği söyleniyor. Bence oraya kimse durmuyor şeklinde bir cümle eklenebilirdi. Montaj için yer de var.
Kadın'ın uyuşturucu krizine girip Mahsun'un onu Tarlabaşı'na götürdüğü sahnede kadının peşinden bir süre sonra apartmana girmiştir. Karşılaştığı her neyse donmuş halde geri gelir. Bir süre sonra kadın da gelir ve arabada Mahsun'un yanına oturur. Burada betimleme "Mahsun'un gözünün önünden olanlar geçiyor" der. Hangi olanlar? Apartmanın içinde olanlarsa onu muhtemelen filmde de göstermedi de dolayısıyla biz de betimlemeden duymadık ki.
Reis'in inşaatta Mahsun'u dövdüğü sahnede, genelde şimdiki zaman yerine dili geçmiş zaman kullanılıyor. Hadi buna filmin başından beri bir şekilde alışmış olsak da bir yerde geniş zamana atlanması kulaklarını diktiriyor insana. "Reis gelip tekrar vurur" cümlesinde yani.
Yazının sonunda Derviş Zayim'in sitesinde okuduğum, Beyazperde sitesine de alınan bir bölüm ile bitirmek isterim anlatımı.
Mahsun falakadan şişmiş ayaklarıyla yeraltından çıkıp yeryüzü dünyasına karışır her sabah. BMW’yi o çalmamıştır. Otomobil çalmaz Mahsun sizin yaşamınızdan bir gecelik rahatlıklar çalar. Otomobilinizin sıcak koltuğunu çalar, geceleri dolaştığınız şehrin aydınlığını çalar.
Bir kadın sever Mahsun. Bir şilep geçer kadının gözlerinden. Eroin dolaşır damarlarında. Kadının saçları dolaşır Mahsun’un aklına.
Bir tekne batar sevdiğinin yüzüne dokununca. Her gün bir düş batar Mahsun’un denizinde, her gün yeni bir düşe inanır Mahsun inatla. Yaşama inandığı için…
Tabut dar, kapalı bir mekânı çağrıştırır.
Bir futbol terimi olan rövaşata ise tabutla karşılaştırılamayacak kadar geniş alanı gerektirir. Çünkü rövaşata yaparken sırtınız yere gelecek biçimde havaya sıçramanız, topa bedeniniz havada iken vurmanız öngörülmüştür. İşte tam da bu yüzden tabutta rövaşata yapmak imkansızdır.
Film, insana dair imkanlar ve imkansızlıkların gergin birliğini vurgulamayı kendisine amaç edinmiştir. Çünkü insan, en elverişsiz koşullarda dahi hayatın dengesini kurabilme ama aynı zamanda kurduğu her dengeyi reddedebilme, kendisi için rasyonel ve uygun olanı kabul etmeme yetisi ile de donatılmıştır.
Derviş Zayim web sitesinde Tabutta Rövaşata açıklaması için tıklayınız