Muhakkak size de oluyordur. Bazen bir şey çağrışım yapar ve düşünmeye başlarsınız. Düşüncenizdeki şeyin kuyruğuna bir şey takılır. Sonra onun kuyruğuna başka bir şey, onunkine daha başka bir şey.... En son bir bakarsınız alakasız bir yerden kıyıya varmışsınız. Ben buraya nereden geldim diye gülerim zaman zaman. Gene öyle bir anda, şey, tuvalette iken düşünür buldum kendimi. Vardığım limansa çok bilinen bir televizyon programında işlenen bir olaydı.
Programda ailesini arayan bir genç kız vardı. İddiaya göre yeni doğan servisinde hastanede yatarken henüz bir ya da iki günlük bebekken çalınmıştı. Benim izlediğim bölümde DNA testi sonucu açıklandı ve ailesi bulundu. Olayı annem bana özet geçti. Size bu yazıyı yazmak üzere basit bir araştırma yaptım ve Hürriyet Gazetesinde okuduğum haberde detayları daha net anladım.
Atmış yaşındaki annesini Mart 2017'de, rahatsızlanınca hastaneye götürüyor genç kız. Annenin durumu ağırlaşıyor ve hayatını kaybediyor. Ölüm şüpheli bulunuyor ve adli tıbba kaldırılıyor. Annemin bana aktardığı kadarıyla dananın kuyruğu burada kopuyor. Tansu adlı yirmi iki yaşındaki genç kız ölüm haberi üzerine "anne anne" diyerek ağlamaktadır. Kendisine bildirimde bulunan kişiler şaşkındır. Çünkü ölen kişi bir kadın değil erkektir. Durum kıza anlatılınca gerçek ortaya çıkar. Bunun üzerine genç kız Müge Anlı ile Tatlı Sert programına baş vurur ve gerçek ailesini arar. Benimse kafamı karıştıran olayın buraya kadar olan kısmı.
Hürriyet Gazetesinde 23.03.2018 tarihli güncellenen haber metninden okuduğum, Şükran Aktaş adıyla bilinen ve asıl adı Nail Ç. olan kadının aslında evli olduğu. Kocası olan kişi de "benim karım kadındı" demiş. Nitekim benim izlediğim Müge Anlı'da da telefonda konuşuyordu ve öyle söylüyordu.
Dolayısıyla bir evde yaşayan, tırnak içinde normal denilen bir aile var. Anne, baba ve bir kız çocuğundan oluşan. Öyle ki Şükran Aktaş bebeği evine getirdikten sonra sanki kendi doğurmuş gibi lohusa kıyafetleri giymiş, onunla fotoğraflar çektirmiş. Ve hatta lohusa etkinlikleri bile yapmış. Resimleri gösterilmiş programda. O derece içselleştirmiş yani yaşadıklarını kadın bilinen erkek.
Bu kız yirmi iki yaşına dek evde farklı bir durum sezmemiş anlaşılan. Öyleyse farklılığı biz üretmiş olmuyor muyuz? Önce kendi beynimizde, sonra davranışlarımızda ve en sonunda da hayatımızda. Yani gerçeği öğrenene dek Şükran adlı kadın Tansu'nun annesiydi. Tıpkı benim annem veya sizin anneniz gibi. Yaradılışta kadın veya erkek olmasının bile önemi yoktu.
Şükran kendini bir kadın olarak duyuyor ve düşünüyordu. Dahası öyle davranıyordu. Kızı dahil kimse neyin ne olduğunun farkında değildi. Her şey normal seyrinde ilerlemekteydi. Farkında olunca farklılıkların bakış açısı değişiyor bir anda insanların. Ötekileştirmeye başlıyor kimileri Şükran'ı bu aşamada. Bilmeyince normal, bilince a-normal yani.
Bundandır belki de bazı körlerin göz estetikleri genele daha uygundur. Biraz da görebiliyordur. Gören gibi davranabiliyordur çok zaman. Öyle olunca kör gibi değildir. Sağlamcı kafanın hegemonyasında körleri aşağı görüp kendini gören seviyesine yükseltebilmektedir kendince. Taaa ki biri onun kör olduğunu fark edene dek.
Yazıyı okudunuz ve soruyorsunuz değil mi? Eeee ne oldu şimdi? Hiççç! Bazen bilmemek, bildiğini özümsememekten yeğdir belki de. Bir tanıdık anlatmıştı. Oğlu ertesi gün sınava girecektir. Fakülteyi bitirmek için tek dersi geçmesi yeterli olacaktır. Sabaha kadar ders çalışmıştır. Birkaç saat uyuyayım bari diye düşünür. Annesini erkenden kaldırması için sıkı sıkı tembihler. Gözünü açtığında saat on iki olmuştur bile. Telaşla annesine koşar. "Beni niye kaldırmadın?" Annesi sevgi dolu bir tebessümle bakar yüzüne; "öyle güzel uyuyordun ki kıyamadım." Annesinin kıyamaması bir yılına mal olur.
Demek ki neymiş: Cehalet bazen bilmenin bilmişliğinden ve stresinden iyiymiş.
Hürriyet Gazetesi haberi için tıklayınız