Meral Sözen Hakkında

E-posta Adresi:

1983 İstanbul doğumlu yazarımız, 2006 yılında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden mezun oldu. Zihinsel mesaisinin çoğunu tutarlı ve bütünsel bir yaşam felsefesi/dünya görüşü oluşturma çabalarına ayırıyor. Disiplinler arası ilişkilerden duyduğu hazzın da etkisiyle 2019 yılında Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Yazarlığın yanı sıra 2018-2021 yılları arası EEEH Dergi’nin editörlüğünü yaptı. Eşit, erişilebilir, engelsiz bir hayatın umuduyla ve sağlamcılık karşıtı söylemleriyle her an bir yerlerde karşınıza çıkabilir.

 

Yazara,

meralsozen1@gmail.com

e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.

Meral Sözen Tarafından Yazılan Yazılar


Geçen gün yine duyarlıyız arkadaşlarla. Cihangir'de bir mekânda farkındalıklı farkındalıklı oturuyoruz.

Hemen yan masamıza bir görme engelli geldi. Getirildi daha doğrusu. Nasıl gelsin kızcağız? Neyse ki garson da çok farkındalıklı. Biz de gözlerimizi diktik izliyoruz. Hiçbir şey demiyoruz tabii. Öyle "Vah vah" falan demememiz gerektiğini biliyoruz. O yüzden bakıyoruz öyle. Güzel kız ama. Güzel de giyinmiş, bravo valla.

Garson, "Ne alırdınız?" deyince biz de daha bir dikkat kesiliyoruz sanki siparişi biz alacakmışız gibi kızın ağzından çıkacaklara.


"İnsanın kaderiyle alay edercesine güneşli bir gün"

Taksinin arka koltuğuna yayılmış, bu cümlenin aslı nasıldı diye düşünüyordu. Nasıl da etkili söylemişti Ahmet Hamdi Tanpınar. Yoksa şöyle miydi: Güneşin, insanın talihiyle alay edercesine parladığı bir gün.

İşte öyle bir gündü. "Hedefinize ulaştınız!" dedi navigasyon. Bu uyarıyı her duyduğunda zihninde, "Emin misin? Ne de kolay söylüyorsun, daha ulaşılacak ne çok hedef var" gibi pek çok cümle uçuşsa da, o an en lazım olan cümleyi seçip iletti taksi şoförüne: "Üst geçidin orada bırakır mısınız beni"


Karınız olarak bildiğiniz kişinin anneniz olduğunu öğrenseniz… Bir de bu kadından hem yavrunuz hem kardeşiniz olan çocuklar dünyaya getirmiş olsanız… Kendinize ne ceza verirdiniz?

 

“Kral Oidipus”, günümüzden yaklaşık üç bin yıl önce yazılmış bir başyapıt. Başta filozoflar olmak üzere, kültür tarihi boyunca pek çok teorisyene ve sanatçıya ilham kaynağı olmuş bu tragedya, kaderden kaçılıp kaçılamayacağı, tanrıların adaletsizliği, insanın psikolojik ve toplumsal süreçleri, ilişki biçimleri ve yaşama felsefesi gibi, pek çok farklı açıdan ele alınmış.

 


Çok şükür bu ay da utandım sevgili okurlar. Gün geçmiyor ki çevremde gözlemlediklerim karşısında kendimi uzaylı gibi hissetmeyeyim. Çoğu kişinin, üzerinde bir dakika bile durmaya gerek görmediği durumlar karşısında benim zihnimi uzun uzun meşgul etmemi nasıl açıklamalı? Anlayamadığım bir şeyler var demek.

 


Şaşırmak güzel şey… Şaşırmak demek, zihin dosyamıza eklenen bir veri daha demek; sinir hücrelerimiz arasında bir bağlantı daha demek. Şaşırmak demek yeni bir şey algılıyor olmak demek ve yeni bir şey öğrenmenin müthiş hazzı demek; Aristoteles'in dediği gibi "İnsan doğası gereği bilmek ister, duyularından aldığı haz da bunun en açık kanıtıdır."

 


Bu akşam yürüyüşü iyi bir fikir miydi? Evden çıktığından beri her adımında bunu sorgulamış, ancak şimdi bu dik yokuşu inerken iyice emin olmaya başlamıştı bunun hiç de iyi bir fikir olmadığından. Güzel bir yaz akşamıydı, sıcaktı, tatildi... Cebine telefonunu, eline bastonunu alıp atmıştı kendini sokağa. Ancak ne yollar yola benziyordu ne de kaldırımlar kaldırıma. Bir de yanlış yola girdiyse, bu yokuşu geri çıkması da vardı. İndikçe indi, yol bitsin diye hızlandıkça hızlandı; şehrin gürültüleri geride kalıyor, yokuş bitmiyordu; yoruldu, nefes nefese kaldı...


Yağmurlu ve kapalı hava gibisi yoktur benim için. Güneşli günlerin o vıcık vıcık karmaşasının yerini tatlı bir huzur, bir dinginlik alır yağmurlu havalarda; günlük yaşamın ağırlığı gider üzerimden. Anlamsızca süren koşuşturmanın arasında sığınılacak sakin ve güvenli bir kuytuluk gibi gelir o yağış bana. Sokulurum yağmurun içine, kimselerle konuşmak istemem, doğanın bir parçası gibi hissederim kendimi, ben diye bir şey yoktur o anda, bir bütünün parçasıyımdır yalnızca.

 


Çöpün içinde pislik bulmak kolay da, şimdi size gül bahçesinden kemirgenler sunacağım.

 

Engellilere ilişkin olumsuz ön yargılara çokça değiniyor ve olumsuz tutumları eleştiriyoruz. Peki ya engellilerin sokulmaya çalışıldığı olumlu kalıplar? Olmak zorunda hissettirildiği ideal engelli tipleri?

 


Berna, yirmi yedi yaşında, alanında bilgi ve deneyim sahibi bir genç kadın. Hafif uğultuların geldiği görüşme salonuna doğru ilerlerken, bugüne kadar pek çok iş görüşmesine katıldığı halde, hâlâ heyecanlandığını fark etti. Her görüşmenin yeni tecrübeler kazandırdığını düşününce, bu heyecandan memnuniyet duydu ve heyecanını bastırmaya çalışmaktan vazgeçti.

 


Bazen yanımda ansızın birisi peyda olur… İnsan yaklaşmadan önce bir ses çıkarır, öksürür mesela. Ama yok, illa sinsice yaklaşacak ve gökten inmiş gibi birdenbire önümde belirecekler…

 


Karınız olarak bildiğiniz kişinin anneniz olduğunu öğrenseniz… Bir de bu kadından hem yavrunuz hem kardeşiniz olan çocuklar dünyaya getirmiş olsanız… Kendinize ne ceza verirdiniz?

“Kral Oidipus”, günümüzden yaklaşık üç bin yıl önce yazılmış bir başyapıt. Başta filozoflar olmak üzere, kültür tarihi boyunca pek çok teorisyene ve sanatçıya ilham kaynağı olmuş bu tragedya, kaderden kaçılıp kaçılamayacağı, tanrıların adaletsizliği, insanın psikolojik ve toplumsal süreçleri, ilişki biçimleri ve yaşama felsefesi gibi, pek çok farklı açıdan ele alınmış.


Sevgili okur, nasılsınız? İyi misiniz? Onu soracak olursanız sakın sormayın, çünkü onu bulamıyorum; hayatın anlamını ararken onu kaybettim. Onu en son nerede görmüştüm diye hatırlamaya çalışıyorum da…


“Düşünmek sessiz konuşmaktır”, diyor Platon. Sözcüklerle düşünürüz yani. İlk bakışta, sözcüklerimizin düşüncelerimizi yansıttığı sanılabilir, ancak daha önce olan, sözcüklerimizin düşüncelerimizi yarattığı gerçeğidir. Her insan bir kültürün içine doğar ve aynı zamanda doğal olarak bir dilin içine doğmuş olur ve o dil ile düşünmeye başlar, eşitlik meselesini analiz ederken, düşüncelerimizi hem yaratan hem de yansıtan bir gösterge olarak, dilden yola çıkıp, eşitsizliği ve onu var eden düşünce zeminini tahrip etmek istiyorum.


28. sayı, Haziran 2016

 

Birinci bölüm: Kralın kuru fasulye üzerine görüşleri

Sizce kuru fasulye nasıl olmalı? Etli mi, kıymalı mı, pastırmalı mı, yoksa sucuklu mu? Bu sorular bir radyo programından, trafikteki insanları oyalamaya ve zihinlerini boşaltmaya yönelik, gereksiz bir tür mizah programı. Telefonla yayına bağlanan bir dinleyici şöyle diyor : “Bir engelli olarak ben de düşüncelerimi söylemek istiyorum, bence etli olmalı…”


Merhaba, bu sayıda cevaplarını vermek üzere, geçen ay hazırlamış olduğum bulmacayı çözmekte zorlandığımı itiraf ederek başlamak istiyorum. Kendi hazırladığı bulmacayı çözemeyen bir kişi olmamak için, tüm gayretimle bir yöntem oluşturdum, umduğumdan çok farklı bir yol izleyerek, öncelikle bulmacayı bölüm bölüm ele almaya ve bunu yaparken de dil felsefesinin analizlere imkân veren mantıkçı pozitivizmini takip etmeye karar verdim.

Hazırsak başlayalım.

Kadın hakları, engelli hakları, çocuk hakları, hayvan hakları, işçi hakları…


Davetimi kabul ederseniz sizinle bir oyun oynamak istiyorum, daha doğrusu bir tür bulmaca ya da yap boz gibi bir şey. Kısaca oyunu tanıtayım, ellerim pek çok soru işaretiyle dolu, bu soru işaretleri ile  uygun cevapları eşleştirmemiz gerekiyor, bulmacayı tamamladığımızda ise, ödül olarak, anlamlı, tutarlı ve sistematik bütünlüğü olan bir bakış açısı  bizi bekliyor, bence bu çok büyük ve iddialı bir ödül.