Geçtiğimiz hafta sonu, Sevda ile birlikte hem alışveriş yapalım hem bir şeyler yiyip sinemaya gidelim umuduyla çıktık evden. İlk macera metro asansörlerinde başladı. Ümraniye'deki metro asansörü turnikelere inmek için 2. kattan 0 no’lu kata gidiyor. Yani arada bir katta da durabiliyor. Ama şehrim insanı bunu bilmediği için durduğu birinci katta asansörden inmeye başladı. İndikleri gibi bizi de kolumuzdan zorla çekiştirme telaşındaydı. Hayır, bir kat daha var ısrarımızı da kendilerine saygısızlık olarak algılayıp, “Gel gel inanmıyorlar" diye söylenerek çıktılar asansörden.
Engin Yılmaz Hakkında
1979 yılında doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikoloji ve Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık bölümlerini Çift Ana Dal öğrencisi olarak bitirdikten sonra aynı üniversitede Bilişsel Psikoloji alanında yüksek lisans yaptı. Ardından da 2015 yılında Boğaziçi Üniversitesi Yetişkin Eğitimi alanında doktorasını tamamladı. Yılmaz, aynı zamanda Görme Engelliler Teknoloji ve Eğitim Laboratuvarı GETEM'in direktörlüğünü yürütüyor. Bununla birlikte doktorasını tamamladıktan sonra çeşitli üniversitelerde kısmi zamanlı olarak engellilik üzerine dersler veriyor. Yazarımız ayrıca tüm bunların yanında Sesli Betimleme Derneği’nde de aktif çalışmalarına devam ediyor. Yazın çalışmalarını büyük ölçüde kendi özel bloğunda sürdürdüğünden şimdilerde EEEH Dergi'ye daha çok yaptığı seslendirmelerle katkı sunuyor.
Yazara,
e-posta adresinden ulaşabilirsiniz.
Engin Yılmaz Tarafından Yazılan Yazılar
Değişik zamanlarda sıkça duyduğum bir söz oluyor bazı kör arkadaşlardan: Şunu aynı gören gibi yapmak. Gören gibi hızlı yürümek, gören gibi yemek pişirmek, dersi gören gibi takip etmek, gören gibi kayıt almak, gören gibi seslendirme yapmak vs. Buna yaşamın her alanında rastlamak mümkün. Temel varsayım şu: görebilen, yürüyebilen, duyabilen, belirli biçimde düşünen kişilerin yöntemleri en doğru ve onları norm olarak kabul etmek en iyisi.
Lütfen dikkat! Aşağıda okuyacaklarınız bir empati veya farkındalık çalışması kesinlikle değildir. Yalnızca geçici bir yeti kaybı yaşayan birinin kişisel deneyimlerini içerir.
Her şeyden önce erişilebilir bir yıl geçirmenizi dileyerek başlayayım sözlerime. Gerek dergi satırlarımızda, gerek başka mecralardaki söylemlerde tıbbi model, sosyal model, bireysel model gibi kavramları sıkça okudunuz, duydunuz sanırım. En azından buradaki yazılarda kullandığımız terimler, vardığımız sonuçlar sosyal model ve sonrasında ortaya çıkan diğer yaklaşımların çeşitli ürünlerini yansıtıyor diyebilirim rahatlıkla. İyi de ne ola ki bu model yaklaşımı? Nasıl ve kimler tarafından ortaya çıkarılmış? Niye ortaya çıkarılmış?
Bugün engelli kardeşlerimize sahip çıkma günüdür.
Tek ihtiyacımız sevgi.
Onlara bakıp insan olduğumuzu hatırlayalım.
Merhabalar değerli dostlar. Bir 3 Aralık’ı daha geride bıraktığımız bu günlerde, yine benzer sözler fısıldandı kulağımıza, bir parmak bal çalındı ağzımıza. Bu yazının amacı yeni bir 3 Aralık eleştirisi yapmak değil aslında. Ama o gün daha çok duyduğumuz “engelli kardeşlerimiz” klişesini biraz tartışmak ve deşelemek istiyorum aşağıdaki satırlarda.
Sanırım Mart ayıydı. Kahvaltıda, Sevda bir gözlemini paylaştı bazı gören kör arkadaşlık ilişkilerinde şahit olduğu. Her nedense, kimilerinin kör arkadaşına tüm dertlerini, beklentilerini uzun uzun anlatıp, sıra kör kişinin anlatacaklarına geldiğinde, bir bahaneyle konuyu nasıl da değiştirip ortamdan ayrıldığını veya işi yine kendine yonttuğuna dikkati çekiyordu. Üstelik buna da iyi bir kılıf uyduruyordu: “Sen ne kadar iyi bir dinleyicisin, psikolog olmalıymışsın vallahi”.
Merhabalar değerli dostlar. Ağustos ayının bu sıcak günlerinde biraz içimizi ferahlatabilecek küçük ama umutlu iki teknolojik haberi sizinle paylaşmak istedim. Bu haberleri geçenlerde dinlediğim bir Cool Blind Podcastında duydum ve sitelerinde biraz araştırınca sizlerle de paylaşmanın yararlı olacağını düşündüm.
Merhabalar değerli dostlar. Biliyorsunuz yine EEEH Dergi satırlarında “Görünmez Körlerin Kaderle İmtihanı” dizisinde dört yazı kaleme almıştım. Bu çalışmalarda bizi görünmez kılan toplumsal ve çevresel faktörlere değinmiştim. Kimi zaman rutinleri bozmama çabasının, bazen yanlış empatinin, aralarda kendi yanlışlarını dış nedenlere, başkalarının kusurlarını kişisel etkenlere bağlayan temel atıf hatalarının, körleri nasıl görünmez kılabileceğinden bahsetmiştim. Dizinin son halkasında ise istihdam sonrası iş yerlerinde körleri görünmezliğe götüren aşamaların altını çizmiştim.
… Devamını Oku...Sanırım Mart ayıydı. Kahvaltıda, Sevda bir gözlemini paylaştı bazı gören kör arkadaşlık ilişkilerinde şahit olduğu. Her nedense, kimilerinin kör arkadaşına tüm dertlerini, beklentilerini uzun uzun anlatıp, sıra kör kişinin anlatacaklarına geldiğinde, bir bahaneyle konuyu nasıl da değiştirip ortamdan ayrıldığını veya işi yine kendine yonttuğuna dikkati çekiyordu. Üstelik buna da iyi bir kılıf uyduruyordu: “Sen ne kadar iyi bir dinleyicisin, psikolog olmalıymışsın vallahi”.
Bizler için seçimde tek başına oy kullanmanın anlamı, yalnızca birinin yardımı olmadan iş yapabilmenin mutluluğu değil. Bu, birey olmak, bu, insan olabilmek, en temel demokratik hakkı kullanabilmek demek. O nedenle Engelsiz Erişim kurulduğundan bu yana engellenmişlik saydığımız konuların başında geliyordu seçimler. Birinin refakatiyle oy kullanmak kader olmamalıydı, tıpkı ineceğimiz durağı birine sormak, ATM'den başkasının yardımıyla para çekmenin doğal gerçeklik olmadığı gibi.
Selamlar dostlar. Her yılın Mart ayı, körlerin en büyük ve kapsamlı bilişim ve teknoloji fuarına şahitlik eder. Bu fuar California State University ev sahipliğinde gerçekleştiği için CSUN adını almıştır. CSUN hem körler alanında çalışan firmaların en son ürünlerini sergiledikleri çok geniş bir stant alanı sunar, hem de gerçekleştirilen erişilebilirlik seminerleriyle, o yılın destekleyici teknoloji gündemine ışık tutar. Bu yıl da bundan sonra kısaca CSUN Fuarı diyeceğimiz etkinlikler 1-3 Mart tarihleri arasında gerçekleştirildi.
Selamlar değerli dostlar. Bu sayıda ne yazsam diye kafamda kurarken, verdiğim iki derste kendimce kullandığım bazı teknolojik yöntemlerden bahsetmek istedim. Alanında uzman birçok öğretmen arkadaşımız varken, yahu sana ne oluyor diyebilirsiniz, ancak bu alanda deneyim paylaşımı yapan çok da yazı olmadığını fark ettim. O nedenle kendi yaşadıklarımı kısaca yazarsam iç açıcı olabilir belki diye düşündüm.
İlk ve ortaokul yılları… O dönem körler okulunda yatılı olarak bulunuyoruz. Öğle ve özellikle akşam yemeklerinin nasıl olduğunu sanırım birçok okuyucu tahmin eder. Tabii insanın canı bakkala gitmek, farklı şeyler almak istiyor. Yasak, diyor öğretmenler yasak. Neden? Ya başınıza bir şey gelirse, ya dışarı çıktığınızda kaza yaparsanız biz ne yaparız. Aslında sizi koruyoruz. Elimize öğrenmemiz için baston vermeyen ve aynı koridorlarda volta atmamızı seyredenler bizi koruyorlarmış. Esas derdin kendi başlarının ağrımaması olduğuysa, aramızda kalsın, aman kimseler duymasın.
Biri bana normalin resmini çizebilir mi? Başkası herkes için en kabul edilebilir beden özelliklerini nasıl tarif eder? Yolumda kendi halimde giderken, “Allah şifa versin” sözünü duyduğumda ne anlamalıyım? Bir tekerlekli sandalye kullanıcısını yürüyen birinden daha az normal yapan hangi inanış? Bir kör nasıl nankör olmaktan kurtulur? Birini bozuk diğerini sağlam yapan çizgi nerede başlar?
Sağa yatık bir vücudu var. Koştuğu zaman düşmesi gerekir ama öyle değil. 1933’te dünyaya geldiğinde sağ bacağı içe, sol bacağı dışa doğru kavis yapan bir bedene sahip. Bir de sol bacağı sağ bacağından 6 santim daha kısa. Ailesinin de gerekli ortopedik tedaviyi yaptırabilecek bir maddi güçleri yok. Zaten yaşıtlarına göre çok daha ufak tefek olan bu çocuk, en fazla futbolcu olmaz olur biter.
Biri bana normalin resmini çizebilir mi? Başkası herkes için en kabul edilebilir beden özelliklerini nasıl tarif eder? Yolumda kendi halimde giderken, “Allah şifa versin” sözünü duyduğumda ne anlamalıyım? Bir tekerlekli sandalye kullanıcısını yürüyen birinden daha az normal yapan hangi inanış? Bir kör nasıl nankör olmaktan kurtulur? Birini bozuk diğerini sağlam yapan çizgi nerde başlar?
Değerli okurlar, toplumun ve yakın çevremizin bizi görünmez yapan hikayelerini ve bunun olası nedenlerini tartıştığım yazı dizime uzun bir ara vermek durumunda kalmıştım. Bunun en temel nedeni aslında anlatmak istediklerimi toparlayabilecek örnek arayışlarım oldu diyebilirim. Ancak bu esnada Deniz’in çok güzel bir yazı dizisini okuduk beraberce: Mikro Saldırgan davranışlar. Bu yazı dizisinin ikincisinde de gördüğümüz üzere, kişiyi görünmez kılacak ve onu üçüncü tekil şahıs olarak niteleyecek davranışlar da bir mikro saldırganlık çeşidi olarak kabul ediliyor (Aydemir-Döke, Mart 2015… Devamını Oku...
Geçenlerde bir arkadaşla sohbet ederken, bana, doktora tezlerinin aslında kişilerin kolay pes edip etmediklerini ölçmek için de planlandığına inandığını söylüyordu. Kişiler önlerine koydukları hedefe ulaşmak için ne kadar dayanabiliyorlardı zorluklara? Bu öngörü doğru mudur bilemem. Ama arkadaşın sözleri tüm doktora sürecimi, umutsuzluk, çaresizlik, boş vermişlik ve sonra gelen umut ve heyecanın tekrar gözlerimin önünden geçmesine yol açtı. Ve tezimin tam ortasında verdiğim bir kararı hatırlattı bana.
Sevgili dostlar, yazılarımı takip edenler EEEH derginin başlangıcından bu yana Braille konulu yazılarımı anımsayacaklardır. İlk olarak dokunmatik tabletlerde Braille’nin nasıl hayatımıza tekrar girdiğini ele almıştım biliyorsunuz. Bir yıl sonrasında ise, Braille, en azından iOS sistemlerinde, resmi bir yazma sistemi olarak kabul görerek dokunmatik sistemlerdeki çok önemli bir açığın kapanmasına vesile olmuş ve ben de bunu EEEH Dergi satırlarına taşımıştım.
“Beni bu kadar sinirli ve aksi yapan kör gözlerim. Sonrasında yine kötü davranabilirim sana, çünkü körlüğüm beni iyice içine kapanık biri yaptı…”