Bu dergide sizlerle tam 4 mikro saldırganlık yazısı paylaştık. Birisini sevgili Elif kaleme aldı. Yazıya buradan ulaşabilirsiniz: Engelli Ama Çok Başarılı Maşallah. Ben ise, sizlerle 3 yazı dizisinde engellilik açısından mikro saldırganlığı anlattım. Yazılara bu bağlantılardan ulaşabilirsiniz:
Deniz Aydemir Döke Tarafından Yazılan Yazılar
Merhaba sevgili okurlar, birkaç sene önce ODTÜ’de araştırma görevlisiyken yaptığım bir sunumun başlığıydı bu. Profesyonel bir öğrenci olarak deneyimlerimden yola çıkarak yazıyorum bu yazıyı. Hep “kaktırma”, ay affedersiniz, “kaynaştırma” bir öğrenci oldum ben. İlkokul birinci sınıftan başlayarak liseden mezun olana kadar çeşitli illerde çeşitli okullara gittim. Her okula kaydım bir macera oldu benim ve ailem için.
Merhaba sevgili okurlar, geçen Ay bildiğiniz gibi sevgili Bahar nasıl da müzikal izlediğinden bahsetti. Onun yazısını okuyunca neden buradaki canlı performanslardaki sesli betimlemeden bahsetmiyorum ki diye düşündüm.
Aralık 2015 yazımda APA tarzına göre sayfa düzenini, yazı tipi ve boyutunu nasıl ayarlayacağımızı anlatmıştım. Okumak isteyenler için linki burada:
JAWS İle APA’ya göre Sayfa Düzeni hazırlamak
Bu ay kaldığımız yerden devam ediyoruz. Malum, dönemin son haftaları ve sizin de birçok teslim edilecek ödeviniz vardır değil mi? Gören birinden şu APA düzenlemelerini yapmalarını rica etmeye son.
Son üç aydır sizlere mikro-saldırılardan bahsediyorum. Bu saldırılar mikro çünkü genelde saldırıda bulunan verdiği mesajın farkında değil ya da ayrımcı tutumu bilinç dışında olduğundan kendini çok harika birisi zannediyor. Benlik algımızın olumlu olması bizim için çok önemlidir. Bundan ötürü insanlar genelde kendilerinin çok iyi, yardım sever olduklarına inanır ve karşı yöndeki kanıtları ya görmezden gelir ya da çarpıtır. Yani kimse hele hele toplumsal norm o yönde değilse, “ben ırkçıyım, homofobiğim, kadınların erkeklerden daha aşağılık olduğunu düşünüyorum” demez açıktan açığa.… Devamını Oku...
Geçen yazımda sizlere engellilikle ilgili mikro saldırılardan bahsetmeye başlamıştım. Kimliğin tanınmaması, çaresiz olarak algılanma ve mahremiyetinizin hiçe sayılmasını geçen ay işledik. Bitti mi sandınız? Yok canım, olur mu hiç daha yeni başladık. Mikro saldırganlığın ne olduğunu merak edenler Elif Emir Öksüz’ün “Engelli Ama Çok Başarılı Maşallah” yazısını okuduktan sonra da benim 24. sayımızda yayınlanan “Yardım Edin Mikro Saldırıya Uğruyorum” yazımı okuyabilirler.
Biz ilk sayımızı çıkaralı iki sene olmuş, sizlerle paylaşalı hayatı tam iki sene. Bana kamyon çarpalı da iki sene olmuş. Hayatımdaki iki önemli şeyin üzerinden iki sene geçmiş, biri hiç olmasın isterdim, diğeri ise hep devam etsin istiyorum.
Geçtiğimiz ay ailemi görmek için Türkiye’ye geldim. Sürekli burada yaşarken normalleştirdiğim ya da artık beni rahatsız etmesine izin vermediğim şeyler hortlayıverdi. İlk izlenimim şöyle, annemle alışveriş etmek için bir AVM’ye gittik. Ben kabinde kıyafet deniyorum, iç çamaşırımım duruşunu beğenmeyen satış elemanı gayet iyi niyetli bir şekilde elimi kapıp kendi göğsüne götürdü ve “Bak böyle iç çamaşırı tercih et elbiselerle” dedi. İlk önce durumu yadırgayamadım, çok hızlı gelişti. Ama şimdi düşününce durumun abesliği dikkatimi çekiyor.
ODTÜ’de Psikoloji bölümüne başladığımdan beri kâbus gibi bir şeydi APA tarzında ödev yazmak. Bu aralar epey kolayladım ve sizinle de paylaşmak istedim. Bu anlatımı İngilizce Office 2013 ve JAWS 16 kullanarak yapıyorum.
APA (American Psychological Association, Amerikan Psikoloji Birliği) belli yazım kuralları belirlemiş. Bunlar aslında çok geniş kapsamlı ve noktalama işaretlerinin kullanımından belli kelimelerin kullanımına kadar pek çok şeyi içeriyor. Ben bu yazıda genel olarak sayfa düzeninden bahsedeceğim. Bu yazıda APA’nın son yani altıncı baskısını temel alıyorum.
Merhaba sevgili okurlarımız;
Dünya iyiyi ve kötüyü birlikte yaşıyor, bir yandan sürekli birbirine kıyıyor insanoğlu, sığamıyor kocaman dünyaya. Bir yandan da hayat devam ediyor birçoğumuz için. Kayıp edilenlerin aklımdan çıkmış olmadığını bildirmek istiyorum önce ve hayatın devam ettiği noktadan başlıyorum.
On Ekim’de kaybettiğimiz canlardan sonra ne yalan söyleyeyim elim klavyeye varmadı. Barış içinde, farklılıklarla yaşamak için bir araya gelmiş masum insanların, bu kadar kolayca bir anda yok oluşu, yaralanışı… Bütün bunları uzaklardan takip etmek bile çok zor. İnsanın içini acıtıyor, bir anda kendinizi boşlukta hissediyorsunuz.
Herkes bir ayrıcalığı olsun ister. Toplumsal açıdan ne acaba bu ayrıcalık? Kardeşlerin içinde ilk göz ağrısı, ya da tekne kazıntısı olmak, evlatların içinde erkek olmak, erkeklerin ya da kadınların içinde heteroseksüel olmak, gözü görüyor, kulağı duyuyor, eli ayağı tutuyor, zekâ seviyesi “normal”, yüzüne bakılacak kadar güzel olmak, bizim ülkemizde Sünni Müslüman olmak, Türkiye haritasının hepsinin bizim olduğunu söylesek de, bölünmesinden çok korksak da o bölünecek de kaybederiz diye korktuğumuz memleketlerden olmamak, üst sosyoekonomik sınıftan olmak… Bu listeyi uzatmak mümkün… Devamını Oku...
Haziran ayındaki yazımda da bahsettiğim gibi hepimiz pek çok kimliğe sahibiz ve bu kimliklerimizle toplumda var oluyoruz. Bazı kimlikler üstün yani ezen gurubu oluştururken diğer kimlikler ast yani öteki olan ve ezilen gurubu oluşturur. Bir hatırlamak gerekirse Tutum’a göre ötekileştirme 7 temel sınıfta yapılır; ırk ve etnik köken, cinsiyet, din, cinsel yönelim, sosyoekonomik statü, yaş ve engellilik hali.
Artık ömrümüz bilgisayar başında geçiyor ve bilgisayarı daha yetkin kullanabilen körler daha çok hayatın içinde olabiliyor. Hayatın içinde elbet profesyonel kimliklerimizle de bulunuyoruz. Bir dilekçe yazmaktan rapor yazmaya, ödev yapmaktan iş başvurusu yapmaya kadar pek çok şey bilgisayarda yazabilmeyi gerektiriyor; ama bu yazdıklarımız ne kadar doğru? Ya da noktadan sonra boşluk verdik mi ya da açtığımız parantezi kapattık mı? Yaptığımız işin içeriği mükemmel bile olsa, bütün bu ufak tefek hatalar ortaya çıkardığımız ürünün değerini düşürüyor.
Farkında olalım ya da olmayalım her birimiz pek çok kimliğe sahibiz. Kimlik gelişimi bazı sorulara verilen cevaplarla oluşur. Tatum (2013) kimliklerimizin oluşumunda sorduğumuz sorulara aşağıdaki örnekleri veriyor:
Önceki yazılarımda oryantasyon ve hareket kavramlarından bahsetmiştim ve bir görme engelli bireyde bu kavramlar ne kadar erken gelişirse o bireyin hayata o kadar iyi katılabileceğini vurgulamıştım. Bu konularda Türkçe kaynak eksikliği ve ülkemizdeki rehabilitasyon hizmetlerinin yetersizliği nedeniyle, görme engelli çocuğu olan ailelerin zorlandıklarını tahmin edebiliyorum. Görme engelli olsun olmasın, bebeğiniz olduğunda yanında bir de kullanım kılavuzu vermiyorlar.
Görme engelli çocuk sahibi olmak anne ve babaları bocalatabilir. Çocuklarının görme engelli olduğunu öğrenen ya da çocukları sonradan görme yetisini kaybeden aileler için çocuklarının durumunu kabullenip hayatlarına yeni farklılıklarıyla devam etmek zor gelebilir. Annemle olan sohbetlerimden bildiğim kadarıyla, bana nasıl destek olacaklarını bilmemeleri onları en çok zorlayan şey olmuş. Görmeyen bir çocuk neleri nasıl yapar? Hangi okullara gidebilir? Ben çocuğuma okulla ilgili konularda nasıl destek olabilirim? Çocuğuma neleri nasıl öğretebilirim? Çocuğumdan neler beklemeliyim?
Bu yazımda namı değer körler ve sihirli değneklerinden bahsetmek istiyorum. Sihirli değnek mi diyenleriniz olmuştur. Ben gerçi danışanlarıma psikolojik danışma sürecinde danışanın ve danışmanın sorumluluklarını anlatırken “Benim bir değneğim var ama sihirli değil” desem de, aslında bu değnek benim için sihirli. Oryantasyon ve hareket (orientation and mobility) denilen iki terim bir körün hayatının kilididir. Bir körün bu iki becerisi ne kadar iyiyse, bağımsız yaşama becerisi de o kadar artar.
Merhaba, bu sayıda İlke’nin de izniyle homo ibretuslarla ilgili yazdım. İlke bloğunu açtığında ondan esinlenerek başladığım yazıyı, Elifin bu sayımızda yayımlanan yazısını okuyunca bitirmeye karar verdim.
Geçen ay tam işin heyecanlı kısmında kalmıştım. Hemen kaldığım yerden devam ediyorum. Mülakattan sonra ikinci bekleme dönemi başlıyor, bu bekleme dönemi biraz daha heyecanlı oluyor; çünkü mülakata çağrıldığınız için kabul almak konusunda umutlanıyorsunuz. Bu beklemenin ne kadar süreceği bölümden bölüme değişir. Benim başvurduğum bölüm, başvuru sürecini çok yapılandırılmış bir şekilde yürüttüğü için ben mülakattan iki hafta sonra sonucu öğrendim. Nerede ve ne halde öğrendiğim ve neden doğru düzgün sevinemediğim tamamen başka bir hikâye.