Başlık kendini ele veriyor. Evet bu ay size bir hiçleştirmeyi anlatacağım. Okuyun, okutun. Özellikle yeti farklılığı olanların göbek adı haline gelen “şu” ve “o” nitelemeleri. Peki niye Burak, Gülcan, Nurşen… değiliz de şuyuz? Birey olmaktan “şu” olma sıfatına nasıl erişiyoruz? Cevap gayet açık. Kendi çizdiği normalin dışındakilere hoşgörü adı altındaki üsttenciliğiyle iyi davrandığını düşünen toplumun, hoşuna gitmeyen ilk davranışta ilgili kişiyi hiçleştirmesi. Yani sayfalarca yazıyla anlatmaya çalıştığımız sağlamcılığın somutlaşmış sonucu. Yani “Birey olma hakkını sana ben verdim, yine ben alırım” demenin kısacası.
Şimdi haksızlık etmeyelim. Bizi hiçleştirirken de hassasiyet gösteriyorlar. Makul engelliye “o” derler, arıza engelliye “şu.” Yani “o” iyi niyetli bir topluluğun içerisinde can sıkıcı bir ayrıntı, “şu” açık açık huzur kaçıran kişi. Gelin, biraz daha açalım. Topluca yapılması gereken bir işe katılacak grupta bir kör var diyelim. İlgili kör biraz sonra içine yerleştirileceği “o” sıfatının kendisine yaklaşmakta olduğunu havanın kokusundan anlar. Sessizlik içerisinde hafifçe salınan hava, topluluktaki kişilerden birinin fısıltıyla karışık bir tonda söylediği “O da gelecek mi?” sözünü körün kulağına taşır. Çok aşinadır kör bu sese. Yeryüzünde eşine rastlanmayan, fısıltıyla karışık mide bulandırıcı bir ton. “Ya bu keşke bugün burada olmasaydı. Bunu ne yapacağız şimdi?” yakınmalarının sesteki karşılığıdır bu. Hatta yanlarındaki körün, kendi hakkında konuşulmadığını sanacağı düşüncesi kadar komik ve acizce. Hayatınızın her anında, “o” olmaktan kurtulamazsınız. Aralarına girmeye çalıştığınız arkadaş ortamında, kolektif bir çalışma içerisinde, bankada, işyerinde. Yani orada olmanızdan insanların çok da hoşnut olmadığını, o an için orada can sıkıntısı yaratan bir ayrıntı olduğunuzu hissettiren bir ton. Hatta “O ne olacak?” sorusundan sonrasını da bilirsiniz. O an kavga edecek enerjiyi kendisinde gören ve aşağılanmayı kabul etmeyen kör, “o” sıfatını ilgili topluluğun üyelerine eşit şekilde yedirme çabasına girişir. Yani “o” olmaktan “şu” olmaya terfi eder. Artık “şu” dur. Yani huzur kaçıran, kendisine gösterilen saygı ve hoşgörüyü hak etmeyen, işi gücü kavga çıkarmak olan, oradan uzaklaştırılması gereken canlı türü. Diğer yolu seçen kör ise, o toplulukta topluluğun izin verdiği şekilde yer alarak o göbek adını kullanmaya devam eder. Bu konuda dergimizde yazılmış çok güzel yazılar varken, konu yokmuş gibi niye bunu yazdım? Çünkü bizim yazma hızımız ile toplumun dönüşme hızı doğru orantılı değil. Çünkü yakındığımız ne varsa yaşamaya devam ediyoruz.
Bana bu yazıyı yazdıran, CHP Osmaniye milletvekilinin engelli bir kişiye “Alın şunu buradan” deme saygısızlığı. Bizim vergimizle maaşını alan, adını bile ilgili olayda duyduğum ve sonra unuttuğum vekil. İşin gerçeği olayı da tam anlamıyla anlamadım. Hakkını arayan bir engellinin, vekilin o çok kıymetli huzurunu kaçırmasıyla ilgili sanırım. Şaşırmıyoruz yaşananlara. Çünkü konunun bir vekilden ibaret olmadığını biliyoruz. İktidarı da muhalefeti de tonlarca benzer aşağılamalarda bulundular. Bundan sonra da bulunacaklar. Çünkü sağlamcılığın kökü derinlerde. Çünkü bu aşağılanmaya karşı toplumda bir tepki yok.
Bir başka problem ise, bazı engelli örgütlerinin gösterdiği tepkinin gerçekçilikten uzak içeriği ve toplum “hoşgörüsüne” sığınma çabası. “Biz, milletimizin böyle bir şeyi kabul etmeyeceğini biliyoruz. Kaderdaşlarımızı çok incitmiştir” gibi cümleler toplumdaki sağlamcılığı bilmeden besliyor. Bir kere öyle bilinçli, eşitlikçi yönü gelişmiş ve sağlamcı olmayan bir toplum olsaydık; her önüne gelen bu şekilde davranamazdı. Biz de isterdik o kişinin bir istisna olmasını ama gerçekler ortada. Bankadan toplu taşımaya her yerde bize ayrımcılık uygulayan insanlar uzaydan gelmedi. Apartmanında engelli istemeyenler, “Engelli biriyle sevgili olmam” diyenler uzaylılar değil. O nedenle, daha çok kişiyi karşımıza almak pahasına da olsa, toplumdaki sağlamcılıkla mücadele etmeliyiz.
Son sözümüz şu: “o” olmayı kabul etmiyoruz. Girdiğimiz her topluluğun eşit paydaşıyız ve her aktiviteye herkes gibi katılırız. Bunu kabul etmekten başka çareniz yok. Siz bunu kabul edene kadar biz hep “şu” olacağız ama olsun. Başımız gözümüz üzerine. Biz size, siz bize “şu” dememeyi öğrenene kadar. O zaman şimdilik alayım kendimi buradan. Çok konuştum, iyi de yaptım. Nisan ayına kadar hoşça kalın. Onlar, şunlar ve ötekiler.