Geçtiğimiz günlerde nöbetçi eczane ararken sokakta oyun oynayan çocuklara “x marketin nerede olduğunu biliyor musunuz çocuklar” Diye sordum. Eczane ararken niye marketi soruyorsun dediğinizi duyar gibiyim. Hemen söyleyeyim. Nöbetçi eczaneye gitmeden önce telefon ettim ve tarif istedim. Telefonu açan kişi bana hangi otobüse binip hangi durakta inmem gerektiğini söyledi ve x marketin hemen yanındayız demişti. Çocuklardan biri” Abla market şu ileride, biz sana yardım edelim mi?” Diye sorunca, “Yok çocuklar ben bulurum, siz evinizin yanından uzaklaşmayın. Ne kadar uzaklıkta olduğunu söyleseniz yeter desem de “ Abla market uzak değil. Burası bizim mahallemiz. Sürekli gezdiğimiz yerler dediler ve benimle birlikte yürümeye başladılar. Sonra çocuklardan biri “Abla sen neden tek başına çıktın” Diye sordu. İşte bu soru bana bu yazıyı yazdırdı.
Ne kadar da tanıdık bir cümle değil mi. Eminim çoğunuza defalarca sorulmuştur neden tek başına çıktın, kimsen yok mu senin diye. Bu olayda farklı olan şey sorunun bir yetişkin tarafından değil, çocuk tarafından sorulmuş olması. Çocuk kör birinin tek başına dışarıda gezmesinin, bir yerden bir yere yalnız gitmesinin doğru bir davranış olmadığını sanıyor olmalı. Eğer körsen tek başına dışarıda olmamalısın. Kaybolursun, araba çarpar, düşersin, gideceğin yeri bulamazsın falan filan. Pekiyi bu yaşta bu yargıya nasıl varıyorlar. Doğuştan getirdikleri bir bilgi değil ya. Ebeveynlerinden ya da çevresinden öğrendikleri bir şey olmalı.
Hep denir ya ağaç yaşken eğilir diye. İşte çocuklara ön yargısız oldukları ve boş kaset gibi her bilgiyi almaya açık oldukları dönemde verdiğimiz bilgiler çok önemli. Eğer onlara her bireyin farklı olduğunu, herkesin farklı becerileri olduğunu, herhangi bir işi biz nasıl yapıyorsak başkalarının da aynı şekilde yapmak zorunda olmadığını, her bireyin kendine göre farklı yöntemlerinin olduğunu, herkesin eşit olduğunu anlatıp öğretebilirsek ne çocukken ne de büyüdüklerinde böyle bir soru sormazlar. Kör birinin beyaz bastonu ile istediği bir yere tek başına gidebileceğini, herhangi biri tarafından koruyup kollanmasının gerekmediğini, herkes kadar sıradan olduğunu, asıl gereksinimin erişilebilirlik olduğunu anlatsak çocuklarımıza. Ama önce büyüklerin yani yetişkinlerin bunu böyle algılaması ve davranışlarına yansıtması gerekir.
Benim oğlumun kör veya başka yeti farkı olan birine böyle bir soru sorduğunu hiç duymadım. Elinde beyaz bastonuyla yürüyen bir köre rastladığında tuhaf bakışlar attığına denk gelmedim. Bu benim oğlumun çok zeki olduğundan veya benim kör bir anne olmamdan kaynaklanmıyor. Ebeveyni kör olduğu halde yeti farkı olan bireylerin başkalarına bağımlı, muhtaç, eksik ve acınası bireyler olduğu yargısına varan çocuklar olduğunu biliyorum. Toplumdaki yetişkin bireylerin, körlerin beyaz bastonları ile her yere tek başına gidebileceğini, önündeki engelleri bastonu ile fark edebileceğini, bastonunun ona kılavuzluk ettiğini, herhangi bir yere giderken kendisi gibi onun da yanında birisinin olmasının bir zorunluluk olmadığının bilincinde olsa ve bunu çocuklarıyla paylaşsa, o çocuk böyle bir soru da sormaz. Çünkü bilir ki, tek fark gözü yerine bastonunu kullanmasıdır.
Toplum tarafından ötekileştirilmek istemiyorsak, sen tek başına nasıl gelip gideceksin gibi sorulara daha az maruz kalmak, hem eğitim hem de iş yaşamının her alanında yer alabilmek, dışarıda özgürce gezebilmek, yaşamın her alanına eşit, erişilebilir ve engelsiz bir biçimde katılabilmek istiyorsak, çocuklarımıza vereceğimiz eğitime çok önem vermeliyiz. Unutmayalım, ne ekersek onu biçeceğiz.