Başlığın çok iç karartıcı olduğunun farkındayım. Ancak kendimi birkaç yıldır alamadığım bir düşünceden sizleri de haberdar etmek ve biraz da siz düşünün demek istedim. Tabutta da ayrımcılığa uğruyoruz biliyor musunuz? Ne alaka mı? Anlatayım.
Son yıllarda yeni bir moda var biliyorsunuz. Evlenmeden ölen genç kızların tabutlarına gelinlik örtülüyor. Erkeklere damatlık değil ama kızlara gelinlik… Yani ölen bir genç kızın evlenmekten başka bir muradı yok sanki. Mesela tek derdi doktor olmak isteyen birisinin tabutuna doktor önlüğü değil ama gelinlik koyuluyor. İster doktor önlüğü olsun ister gelinlik bana saçma gelen bu gelenekle ilgili anlatacağım olay.
Ancak öncesinde bu yeni modayla ilgili kafama takılan birkaç şeyi dillendirmek isterim. Bir zamanlar nasıl olduğunu anımsamadığım bir şekilde eski çağlarda cenaze törenlerinde dökülen gözyaşı miktarınca ölenin günahlarının hafiflediğini, bu nedenle toplanan kalabalığın daha çok ağlaması için cenazelerde ağlayıcı kadınların tutulduğunu duymuştum. Sırf bu işi yapan ve bununla geçimini sağlayanlar varmış. Hatta inanır mısınız bilmem? Yakın geçmişte dahi çevre illerden birinde bu kadınların hala olduğunu ve cenazelere çağrıldığını işitmiştim. İşte bence tabut üzerindeki bu gelinlik, ağlayıcı kadınların yerine geçiyor içgüdüsel olarak. Neden mi? İnsanların daha çok içini dağlayıcı bir şey oluyor. Tabuttaki genç kız daha gelin bile olamamış, daha doğru bir tabirle gelinlik dahi giyememiş. Babasının evinden genç kız temizliğin timsali bembeyaz gelinlikler içinde çıkar. Ve bundan sonra meşru bir şekilde cinsel hayatı başlar. Oysa toplumun gözünde erkeklerin böyle bir derdi yoktur ve dolayısıyla onların tabutuna damatlık gerekmez. İşte zavallı kız daha böyle bir şeyi yaşayamamış ve kefenle evi terk etmek zorunda kalmıştır.
Toplumun genel kabulünde, milenyum çağını yaşadığımız şu zamanda bile kadın, gelinlikle hayata başlar. Asl’olan budur. Onun doktor olması, avukat olması, hayatını güvenceye alması, eloğlunun karşısında ezik kalmaması içindir yalnızca çok zaman.
Anlatmak istediğim olaya gelince; bundan tam dört yıl önce bir arkadaşımı kaybettim. Daha doğrusu arkadaşımın ablasıydı ama benim de arkadaşımdı aynı zamanda. 38 yaşında ve hiç evlenmemişti. Ondan bir yıl sonra da arkadaşımın kendisini de sonsuzluğa uğurladık. O da hiç evlenmemişti ve otuz yaşındaydı. Allah her ikisine de gani gani rahmet eylesin ve annelerine de bir kez daha sabırlar versin.
Her ikisinin de cenaze törenlerinde kalabalık arasında değildim. Bu tür ortamlar sarsıyor beni çünkü. Annem oradaydı ve haberleri ondan aldım. Arkadaşlarımın her ikisi de aynı hastalıktan vefat ettiler. Tek fark biri kördü biri değil. Son yılların moda uygulamasını sordum. İlk ölenin ardından “Tabutunda gelinlik var mıydı?” dediğimde aldığım cevap hüzünlü bir evetti. Bir yıl sonra aynı soruyu bu sefer kör olan için sordum, donuk bir tavırla “Duvak vardı” dedi. Yani sonuç: Bir yıl arayla ölen iki kız kardeşten ilkine gelinlik örtülmüştü, kör olana ise duvak yeterli görülmüştü.
Bu ayrımcılığı anneleri yaptı demiyorum tabii ki kesinlikle. Onun bir yıl aradan sonra kaybettiği ikinci yavrusu için o an onu düşünecek durumda olduğunu sanmıyorum ama cenaze için koşturanlar böyle uygun görmüşlerdi anlaşılan. Ya da daha kaba bi söylemle, bu kadarını yeterli bulmuşlardı. Belki ben abartıyorum ama düşünceye kilit yok. Düşündüklerimin doğruluğunu sorgulayacak tanıdık da yok. Dolayısıyla böyle bir güdüden alamıyorum kendimi.
Belki de o an öyle denk geldi yalnızca. Aceleyle, cenaze törenine yetişmek gayesiyle gerekli ayarlamalar yapılamadı. Yazdıklarımın hepsi benim ezik duygularımın sonucu hissettiklerimden ibaret. Ancak Türkiye’nin 3. büyük kentinde ve bu kentin belki de en büyük ilçesindeyiz, bir gelinlik bulunamamasını kabul etmiyorum. Aklıma gelen bir diğer gerekçe; hani dedim ya gelinlik ölenin ardından bakanların daha çok içinin burkulmasını ve gözyaşlarının artmasını sağlıyor diye, kör arkadaşımın yeterince iç dağlayıcı özelliği vardı zaten. Kördü, çok küçük yaşlarından beri dünyayı, dünya gözüyle görememişti; kanserdi, o adı kötü hastalığı olabildiğince dik ve güçlü atlatmıştı ama gereken tüm tedavi evrelerini de yaşayarak, ki biliyorsunuzdur kanser tedavisi acı veren bir hastalık ne yazık ki. Mücadeleci bir kızdı, istediklerini yeni elde etmiş ama tadını bile çıkaramamıştı. Bu nedenle aslında duvak bile olmasa onun ardından gözyaşlarını coşturacak çok şey vardı. Duvak bu anlamda yemekte olmasa da olabilecek karabiberdi yalnızca.
Yukarıdaki paragrafı yazarken bir noktayı atladığımı fark ettim arkadaşımla ilgili. Hani dedim ya, doktor olmak için varını yoğunu ortaya koymuş bir kızın tabutuna niye o zaman doktor önlüğü örtülmez diye. Çağlar’ın tek derdi de aslında öğretmen olmaktı. Tüm engellemelere karşın onun için o kadar çok savaş verdi ki. Onun savaşı peşinde, onunla birlikte koşan annesi bile yorulmuş ve artık yeter diyordu ama o yılmıyordu. Öğretmen olmuş ve ancak bir yıl mesleğini yapabilmişti.
Benimki de iş değil mi? Kör olduğun halde kefen bulmuşsun, tabuta bile konmuşsun, gelinliğin peşine düşüyorsun. E siz de haklısınız ne diyeyim.
Neyse sevgili okurlar, size vasiyet edeyim bari öldüğümde geride kalanlarınız tabutuma gelinlik falan örtmeyin. Gözyaşlarını severim ama acıyla aktıkları zaman değil.