Toplam Okunma 0

Sen kalemin kafası nasıl karışır bilir misin azizim? Gel sana anlatayım. Kalemin kafası karışır. Hem de öyle bir karışır ki konu konuya dolanır, cümle cümleye ulanır. Düğüm olur da çözülmez. Peki niye karışır kalemin kafası? Zihinden ve yürekten aynı anda binlerce duygu ve düşünce kendini dışa vurunca karışır. Yürek dizginlenemeyince, bilinç taşınca. 100. sayımız için klavye başına geçtiğimde benim de kalemim karıştı. Zihinsel engelli göçmen bir teyzeye atılan alçakça tekmeyi yaratan insanlık dışı iklimi mi, engelliler için ayrı halk eğitimler açılması tehlikesini mi, pespaye bir mücadele tarzını benimsemiş engelli örgütlerinin tutumunu mu, her gün sokakta karşılaştığımız ayrımcı tutumu mu, haykırsam toprağı delecek hırsımı mı, toprağa düşen yağmurdan sırılsıklam olan yüreğimin güzelliğini mi?.. Bir baktım, saatler geçmiş ve ben hiçbir şey yazamamışım. Sonra dedim kendi kendime, “Sürekli sevdadan ve kavgadan söz edilmez ya, 100. sayıda da okurun zihni dinlensin. Ben en iyisi mikro saldırganlık çeşitleri arasında en gülünç olan şeyi yazayım.”

 

Gülünç ve sinir bozucu bir mikro saldırganlık olarak hadsizlik.

 

Peki nedir bu meşhur hadsizlik? Hiç canım, yeti farklılığı olanların ve diğer ötekilerin her yerde başına gelen sınırsız davranışlar bütünü. Yeti farkı olanların 24 saat diğer insanların merakını giderme zorunluluğu. Gelin, canlı örnekler üzerinde takılalım. Twitter bildirimlerimde bir tartışmaya mantion’landığımı gördüm aylar önce. Konuyu tam hatırlamıyorum ama körlerle ilgili sağlamcı bir dil kullanılmış ve Merhaba Spektrum’daki arkadaşlar da ilgili kişiye cevabını vermiş, tartışma büyüyünce kör kontenjanından beni de mention’lamışlar. Karşıdaki kişi, türünün özelliklerini gösteriyor ve susmak bilmiyor. En sonunda arkadaşları yorduğunu söyledim. Bu sefer beyninden mi başka yerinden mi ürettiği belli olmayan sorularını özelden yazmaya başladı. Evet, bu hadsiz sağlamcıların temel özelliklerinden biridir. Bir engelli 24 saat onların merakını gidermek zorunda. “Kendinizle barışık mısınız?” dedi. Ben de “Siz kendinizle barışık mısınız?” dedim. Kendinden beklenmeyecek bir yaratıcılıkla “Bazen küs, bazen barışığım” dedi. Ben de aynı şeyin benim için de geçerli olduğunu ve bunun körlükle ilgili olmadığını söyledim. Bilmem kim “Körlerin kendileriyle daha barışık olduğunu söylüyor” dedi. “Ben öyle düşünmüyorum” dedim. Tatmin olmadı arkadaşımız. “Peki körler kendileriyle daha barışık değilse, neden öyle diyor?” dedi. “Dalga mı geçiyorsunuz?” dedim. “Hayır” dedi. Ben kendisini engelleyene kadar kendince yaratıcı, bence boktan sorularına devam etti.

 

Bu kişi istisna mı? Tabii ki hayır. Bir iş arkadaşınız tırnağınızı kesmeye kalkar, yolda birisi “Tıraşınızı kendiniz mi oluyorsunuz?” diye sorar. Yemekten cinselliğe kadar akıllarına gelen her şeyi pervasızca, karşılarındaki insandan izin almadan sorarlar. Durmadan akıl verirler. Öneride bulunmaz, akıl verirler. Çünkü öneri eşitler arasında geçerlidir. Bir kesimin kendini üstün saydığı yerde öneri değil dayatma vardır. Çünkü kendileri normal, biz ötekiyiz. Çünkü toplumdaki egemenlik hissi karşısındakilere her türlü kaba davranışta bulunma hissini verebiliyor kendilerine. O nedenle parkta oturan göçmen teyzenin yüzünü alçakça tekmeleyebiliyorlar. O nedenle yeti farklılığı olan insanlara teklifsiz yaklaşabiliyorlar. 100. sayımızda böyle can sıkıcı şeylere girmek istemiyorum ama konu mecbur oralara dayanıyor. O nedenle bir an önce bitireyim. Onların sağlamcı hadsizlikleri varsa, bizim de 100. sayıyı devirmiş dergimiz var. Tam 100 sayı oldu. Eşitsizliğin, sağlamcılığın ve ayrımcılığın karşısında bir duvar gibi yükseliyor EEEH Dergimiz. Gerisini onlar düşünsün. Nice 100 sayılara.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.