Toplam Okunma 0

Merhaba dostlar. Bu röportajı sesli olarak gerçekleştirdik. Uzun, keyifli ve çok güzel bir röportaj oldu. Röportajın tamamını yazıya dökmek istedik ama çok uzun bir söyleşi olduğu için kısaltarak yayımlamak zorunda kaldık. O nedenle, ses dosyasını mutlaka dinlemenizi öneririm.

Burak Sarı: Sizi kısaca tanıyabilir miyiz?

A_normal_Norm: Merhaba. Ben A_normal_Norm isimli Twitter hesabının kullanıcısıyım. Kırk yaşında bir bipolarım. Küçük bir kentte yaşıyorum. Üniversitede yabancı dil öğretmenliği, dilbilim ve edebiyat okumuştum. Mesleğim editörlüktü ama kısa bir süre çalıştım. Çeşitli gönüllü yazı çizi işlerinin yanı sıra Twitter’da nöroçeşitlilere ve psikiyatrik teşhis almış insanlara dair farkındalık çalışması yürütüyorum.

Burak Sarı: A_normal_Norm hesabı kendi alanında ilklerden. Nasıl tepkiler aldı bu girişim?

A_normal_Norm: Tepkiler çeşitli. Süreğen psikiyatri teşhisi almış kişiler üzerinden bahsedersek, arada bir bana özelden ulaşan insanlar var. Onun dışında da elle tutulur bir sessizlik söz konusu. Beni takip eden teşhislilerin, mesela bipolarların da olduğunu biliyorum ama herhangi bir geribildirim yok. Bunun damgalama, iş kaybı riski, zorbalığa uğrama riski gibi dış faktörlere bağlı sebepleri vardır mutlaka. Bir de benim kurmaya çalıştığım söylem, merkeze oturttuğum kavramlar belli ki ihtiyacı karşılamıyor ya da herhangi bir fayda üretmiyor. Doğal olarak, ben buna odaklanıp farklı iletişim stratejileri denemelerine devam edeceğim. Yurt dışı psikiyatri müdavimlerinden çok olumlu tepkiler geliyor. Benim takip ettiğim, hak odaklı yurttaşlık taleplerini vurgulayan ve ayrımcılığa çubuk büken, yurtdışında yürütülen çalışmalar da mevcut zaten. Konu engellilik, nöroçeşitlilik ve ayrımcılık gibi kavramlara geldiği zaman da çok güzel geri dönüşler söz konusu. Samimi ve ciddi bir dayanışmanın içinde buldum kendimi. Bu da bana yaptığım işin bir karşılığı olduğunu ve az çok doğru yolda olduğumu gösteriyor. Şimdilik, Allah bereket versin denilebilir sanırım.

Burak Sarı: Toplum yaşamı içerisinde nöroçeşitliliğe yaklaşım nasıl?

A_normal_Norm: Nöroçeşitlilik pek de bilinen bir kavram değil. Uzmanların bu kelimeyi sık kullanmaması, dernek çalışmalarının daha çok teşhisler üzerinden yürütülmesi gibi etkenler var burada herhalde. Bu da bizim için oldukça verimli bir zemin hazırlıyor. Bize dair kirletilmemiş, hakaret veya negatif anlam yüklenmemiş kelime yok gibi bir şey. Bir de her teşhise yönelik apayrı etiketler zinciri ve klişeler zinciri var. Ama nöroçeşitlilik dediğimizde, bize bir fırsat penceresi açılıyor gibi gözüküyor. Hani toplumun bu kavramdan haberdar olmama halini ciddi bir avantaja dönüştürebiliriz gibi. Mesela çocuğunun otistik olduğunu öğrenmiş bir arkadaşım ve birkaç teşhisli arkadaşım, diğer kelimelerdense nöroçeşitlilik kavramını tercih edeceklerini söylediler ve “Kulağa daha sempatik geliyor” dediler. Tabii kavramsal olarak değil de nöroçeşitlilerin kendilerine nasıl yaklaşılıyor derseniz, psikolojik şiddete maruz bırakma, biraz fiziksel şiddet, çeşitli haklarımızın gaspı, işsizlik gibi full insancıl bir yaklaşım var diyerek sonlandırayım bu özeti.

Burak Sarı: Psikiyatrinin kullandığı yöntemlere dair ne söylemek istersiniz?

A_normal_Norm: Ben psikiyatri ve terapi seven bir insanım ve hayatım boyunca bu alandan destek almaya devam edeceğim muhtemelen. Bilimsel yöntemlere yönelik çok da bir şey söylememem gerekir. Psikiyatri uygulamalarının yürütülüşü ve genel uzman yaklaşımı dendiğinde, vaziyet hiç iç açıcı değil. Devamlı korkunç detaylar anlatılıyor bana çeşitli kanallardan. Onun için ola ki bizim perspektifimizi de merak eden bir doktor dinliyorsa bizi, kusura bakmayıp sabır göstersinler lütfen. Ruh sağlığı hizmetlerinde karşılaştığımız şeyleri ben de biraz indirgeyerek ve genelleyerek aktarmak durumundayım. Bizi dinlememe, hasta öyküsünü dinlemek yerine “Belli belirtiler var mı, yok mu?” gibi sorularla söz kesme. Esas şikayetlerimiz yerine, semptom arayan bakış çok yaygın. Daha en başta çözüm aranan konuyu tasvir etmeye çalışırken, güven ilişkisi kurulamıyor. Kişi muayeneye ailesiyle geldiyse, kişinin yüzüne bakmama, kişinin kendisine açıklamak yerine direkt aileye yönelme, aileye soruları sorma gibi davranışlar olabiliyor. Bu da oldukça nesneleştirici ve karşısındakinin saygıdeğer bir birey olduğunu fark etmeyen bir bakışı gösteriyor bana. Psikiyatriye başvuran kişiye, halka ya da aile yakınlarına bilgi aktarırken, uzman deyimini basitleştirme adına damgalayıcı söylemlere başvuran doktorlar ender görülen bir şey değil. Semptoma örnek olsun diye sundukları örnekler hastalığın kesin özelliğiymiş gibi aktarılabiliyor. Mesela, “Bipolarlar çok para harcar” söylemini semptommuş gibi kabul eden hastalar bile var. Sadece bir iki makale okuyan ya da ayaküstü doktordan bilgi alan insanlardan bahsetmiyorum. Halbuki burada dürtüsel davranış nedir ne değildir, kendini nasıl gösterebilir? Bunlara değinmek varken, böyle bir klişe doğuveriyor ve bunlar bir silsile halinde üremeye başlıyor. Tabii en korkuncu “Bipolarlar evlenemez” gibi dümdüz yargılayan ve etiketleyen doktorlar da var. Bu toplumda damgalama dediğimiz bakış açısının en bariz noktalarından biri, akıl hastalarının beyanlarının geçersiz kabul edilmesi. Yani bu damgalayıcı bakışa göre bir akıl hastası, psikozdaki bir insan ya da psikiyatriye gidip teşhisini almış herhangi bir insan, hangi döneminde olursa olsun ona inanılmaz. Anlatılanlar uydurmadır, düpedüz yalandır, hasta öyle zannetmiştir, beyin kimyası nedeniyle abartıyordur, ona öyle gelmiştir. Şimdi bu delilerin beyanına inanılmaması durumundan doktorlar da azade değil. Damgalayıcı doktorlar var. Mesela psikozdaki bir insan dinlenmediği için birçok cinsel istismar ya da şiddet vakası gözden kaçabiliyor. İlaç yan etkisine yönelik itirazlar olabiliyor. Ya da direkt zaten doktordan cevap almaya çalışan hasta sorusunu sabırsızca sorabilir, lafı dolandırarak ekstra nezaketle “Hiç olmazsa cevabı alayım” diye sormayı deneyebilir. Bu, “abuklama” olarak yorumlanabiliyor. Ya da işte “Şu davranış senin x semptomunun etkisi zaten” diye indirgenebiliyor. Dolayısıyla bu ciddi bir problem. Hastanın kendisi ya da aile bu damgacı bakış açısını ufak ufak içselleştirirse, zaten zorlanmakta olan kişilerin sırtına ekstra yük bindiriyor. Genelde süreğen psikiyatri insanlara ve ailelerine sık sık “Teşhisini sakla, kimseye söyleme ve söylersen özelliklerini anlatma” gibi telkinler yapılıyor. Bunun tabii belli gerekçeleri var. Teşhis almış kişiyi koruma güdüsüyle yapılıyor bu. Ama damgalamayı zerre kadar engellemeyen bir taktik. Çünkü kişi zaten normal numarası yapamıyor. Belirtileri o veya bu şekilde gözükebiliyor. Ya da diyelim ki ilacın bir yan etkisi oldu ve aşırı uyku var. Olmadık yerlerde uyuyakalıyor. Orada zaten toplumun beklediği davranışlarda bir oynama illa ki oluyor. Hele ki kişi teşhisinin getirdiği bazı özellikleri tam olarak yönetemiyorsa. Bu durumda yargılama, direkt şahsın kendisini etiketlemeye dönüşüyor. Dolayısıyla bilimin teşhisini söyleyip söylememesi hiçbir şeye fayda etmemiş oluyor. Bir de bunu tamamlayan bir durum var. Çocuk, 18 yaş altı biri teşhis aldığında, bu teşhis ona söylenmeyebiliyor. Bunun hala yapılıyor olmasına ben inanamadım. Tamam da tıp hizmetlerine başvuran, terapiste giden, okula giden, ilaç yutan, okulda ilacı saklamak zorunda olan genç; kendini anlamaya çalışıyor. Bu konuda teşhis bir pusula görevi de görebilir. Ama onun yerine nedenini bilmediği bir anomali, bir soru işareti içine sıkışmış oluyor. Ondan sonra neden zorluk yaşadığının adını koyamama hali, bir taraftan da beyinden cımbızla ayıklanamayacak bir özellikleri var ve bunu yönetmeyi öğrenmeleri gerekiyor, kendine has püf noktaları geliştirmesi gerekiyor. Teşhis yoksa, bunları bir genç nasıl yapsın tek başına. Teşhis olmasa bile zaten damgalanıyor, zaten etiketleniyor ve böyle birinin özgüveninin gelişmiş olmasını beklemek bana biraz abes geliyor. Bir de utanç verici bir şey değilse ruh hastası olmak, niye saklasın ki kişi kendini? Burada acayip bir tutarsızlık görüyorum ben. Doktor dili, uzman dili, işi içinden çıkılamayacak hale getiriyor. Devlet hastanelerinde muayene süreleri kısıtlı ve bu bayağı problem getiriyor. Terapi devlet hastanelerinde sunulmuyor. Bu da pek de kabul edilebilir bir şey değil. İşin garibi “Terapi işe yarar mı?” diye soran süreğen psikiyatri hastaları var. Terapinin, tedavinin bir parçası olduğu gerçeği neden aileye ya da kişinin kendisine söylenmiyor?

Burak Sarı: Teşhis süreci, bu sürece alışma ve yakınların tepkisi hakkında ne söylemek istersiniz?

A_normal_Norm: İnsanlar genelde aşırı zorlanma hali idare edilemez hale geldiği zaman ya da direk duvara toslayacak kadar büyük olaylar silsilesinin sonunda psikiyatriste danışıyorlar. Psikiyatriste giderken ürküntü, korku ve soru dolu oluyor tabii birçok insan. Bu, zaten henüz adı konmamış ve boyutu ciddi olan her sağlık sorunu konusunda böyle yaşanıyor. Mevzu psikiyatri olunca, genel beklenti trajedi çerçevesi oluyor. Halbuki öyle olmak zorunda değil. İlk etapta, toplumun genel geçer yaklaşımı ve” Kim evladı deli olsun ister ki? Yazık, eyvah!” gibi yaklaşımlar alttan alta da olsa uyanabilir. Ya da kuvvetli bir şekilde kişiye bağlı kaygı, merak, endişe, hepsi çok kuvvetli ve karışık oluyor o dönemde. Tabii öykünün gelişimine bağlı büyük bir şok da yaşanabilir. Genel olarak oldukça engebeli ve çaba gerektiren bir dönem. Burada da her şey kişinin kendine özgü öyküsünün gelişimine ve şansına bağlı. Mesela şanslı hastalardansanız, bu dönemde müdahaleden ya da ilk açıklamalardan sonra size, toplum ruh sağlığı merkezlerine dair bilgiler sunulur. Aileye yönelik psikososyal eğitim söz konusu olabilir başvurduğunuz hastanede. Bu dönemde neyi kesinlikle yapmamak lazım, neyi yapmak lazım? Bu bilgiler doğru zeminde aktarılırsa yakınlara ve kişinin kendisine, damgalama ve içsel damganın kısır döngüsünden yırtmak anlamına geliyor. Bu da teşhisin getirdiği zorluğun iki üç katına çıkmaması demek. Dolayısıyla, iki sıfır önde başlamış oluyor doğru bilgiye eriştiğinde kişiler. Bir nöroçeşitli için teşhisini bilmemek zorlayan bir şey. Her teşhise özgü başarma mekanizmaları var ve teşhisi alıp kroki gibi, ipuçları gibi değerlendirebiliyorsunuz sunulan bilgileri. Yakınların tutumu da ciddi bir etken. Konunun realitesine inanmama görülebiliyor ve bu direkt kişinin karakterinin yargılanmasına sebep olabilir. Aşırı kollama hissi, kişinin denemek istediklerini de engelleme sonucu doğurabiliyor. Siz bu teşhisi sahiplendiğiniz ve ipuçlarını kovalamaya başladığınız zaman teşhisin değil hayat kurtarmak, hayat kalitesini yükselttiğini de gözlemleyebilirsiniz. Bu konuyu böyle kapatalım. Yoksa yine ruh sağlığı hizmetlerinin genel haline girmek zorunda kalacağım.

Burak Sarı: Toplum ve devletten talebiniz ne?

A_normal_Norm: Süreğen psikiyatri tanısı almış kişilere, tedavinin olmazsa olmazı olarak sunulan terapi hizmeti talebim var. Dijital imkanlardan bunun için faydalanılabilir. Eksik tedavi sunmakta ısrar etmek, bunu gündeme getirmemek, milyonlarca insanın iyilik haline sabotaj vaziyetine gelmiş durumda. Acilen psikiyatrik kriz hattı gibi bir projeyi harekete geçirmek gerekiyor. Kişilerin hastane hizmetleri ve tedavi biçimleri konusunda söz ve tercih hakkının korunması gerekiyor. Vasi atanması, ehliyet iptali gibi vatandaş haklarına getirilen kısıtlamaların istismara ve hak ihlaline yol açmayacak şekilde düzenlenip denetlenmesi gerekiyor. Vasi değişikliği söz konusu olduğunda da belediye hoparlöründen kişilerin ismini duyurmak, “Vasisi şudur, kendisi de budur” demek, gidip şu kişiyi dolandırabilirsiniz anlamına geliyor bazı istismarcılar için. Bu uygulamanın gerekçesi her neyse, bir an önce son verilmesi gerekir. Elektroşok tedavisi, hareket kısıtlama gibi durumlarda, hastane içi tedavi ve müdahalelerin kullanım sıklığına dair bir takip gerekiyor. Hasta haklarına uygun olarak düzenlenmeli ve takip edilmeli bu konular. Hastaneler çok uzun zamandır STK’ların raporlama çalışmalarına kapalı. Kapalı kurumların da, kurum dışı derneklerce denetlenebilmesi lazım. Bu hem verimlilik hem de hasta güvenliği için gerekli. Tanı almış kişilerin iş hayatında uğradığı ayrımcılığa yönelik net ve kesin önlemler alınması ve tedavi gören insanların iş hayatına uyum sağlamasını kolaylaştırıcı uygulamalar geliştirilmesi gerekiyor. Psikososyal engelliler, yoksullaşma karşısında risk altındaki gruplardan biri. Ekranlarda, teşhislerle ya da psikiyatri ilaçlarıyla ilgili yalan yanlış şeyler anlatan başka alanlardan doktorlara yaptırım getirilmesi bir an önce düzenlenmeli. Endokrin uzmanı da psikiyatri hakkında abukluyor, cerrah da. Süreğen teşhisi olan birisini, ilaçları bırakmaya teşvik etmek, buna dair yalan yanlış görünümlü şeyler anlatmak, ölüm riskini de kapsayan sağlık tehdidine yol açmak demek. Bu işin ciddiye alınması gerekiyor. Tanı almış insanları işten ya da haneden kovmak gibi pratiklere karşı hukuki yolların açılması lazım. Tanı aldıkları için mahallelerinden kovulan insanlar var. Engelli Hakları Sözleşmesi bağlamında bazı pratik ve söylemlerin, net ayrımcılık ve nefret suçu kapsamına alınması gerekiyor. Toplumu oluşturan kişilerden talebim, unutmak ve susmayı seçmekle ilgili. “Delilik, ruh hastalığı” gibi kavramlara yönelik intiba ve tanılarını, hatta “deli” diye tanık oldukları reel örnekleri, haberleri ve dizilerdeki anlatımların hepsinin yalan yanlış bilgiler olduğunu kabullensinler. Terimleri hakarete çevirmek, her teşhise yönelik üretilmiş klişeleri, bu klişelere yapıştırılan etiketleri şevkle yaymanın insanlara zarar verdiğini fark etsinler lütfen. Birini doğuştan gelen özellikleri nedeniyle, tıbbi teşhisi nedeniyle, “Mahallede barındırılmaz, işe alınmaz, çocuk yapamaz, evlenemez, potansiyel katil, potansiyel tecavüzcü” ilan etme yetkilerinin olmadığını da görmeleri gerekiyor. Bir de, “Biz, delileri severiz” yalanını sakince yere bırakabilirler. Bir avuç insanın mukayyet olmaya çalıştığı delileri sopayla dürterek uzaklaştırmak, çocuklara delilerin yaşadığı evi taşlatmak, yaz gelince kışın evde barındırılan bazı psikiyatri hastalarını sokağa terk etmek falan. Bunlar normal şeyler Türkiye’de.

Burak Sarı: Nöroçeşitlilik kavramı neye tepki olarak çıkmıştır?

A_normal_Norm: Yeti farklılıklarını salt tıbbın merceğiyle algıladığımızda, öne çıkan kavramlar; “bozulma, noksanlık, yetersizlik, gerilik” gibi kelimeler. Belli bir normal şablonunu referans alıp yola çıktığımız zaman, tüm destek düzenlemeleri kişiyi normalleştirme hedefiyle tahayyül ediliyor ve bu tahayyüllerin pek de işe yaramadığını bütün engelli dünyası biliyor sanırım. Zihinsel yeti farklılıklarını da bu şekilde normalleşme ihtiyacı olarak okuyan, araştıran, yöntem geliştiren medikal modele tepki olarak çıkmış diyebiliriz sanırım nöroçeşitlilik için. Zihin mekanizmasının farklılığını, sosyal koşullarla birlikte ele alıp nöroçeşitliliğin hangi noktalarda, neye ihtiyacı olduğunu araştırmakla, anormalliği ortadan kaldırma odaklı bakış bambaşka sonuçlar doğuruyor.

Burak Sarı: Neden tercih etmeliyiz bu kavramı?

A_normal_Norm: Evrimin içinde elenmemiş zihinsel çeşitlilikten bahsediyoruz. Bu muazzam çeşitliliğin sunabileceği imkanları araştırmak, o zihin yapısının doğasını baz alıp hangi konuda bir çözüm gerekliyse, o bilgiyi beynin kendi kimyası içinden üretmek, kendi mekanizmalarına özgü çözümleri yine kendi mekanizmaları içinde aramak, nöroçeşitliliği çok fazla tercih edilen bir kavram haline getiriyor bence. Mesela bipolar beyinlerin ışıkla ilişkisini inceleyerek, mani dönemlerine özgü bazı basit yöntemler geliştirilmiş vaziyette. Bir taraftan da bipoların yaratıcılıkla ilişkisine dair iyice klişe haline gelmiş bir vurgu var. Sadece mani döneminin belirtilerini bastırma hedefi varsa, normale döndürme ve normale çekme hedefi varsa, sadece ilaç yüklüyoruz. Dillere destan bir yaratıcılık söz konusuyken, bir türlü istihdam bulamayan bir kitle ortaya çıkıyor. Eğitim ve kentsel dizayn düşünülürken; o beynin çalışma prensiplerinin, organizmasının, doğasının içinden üretilen yöntemler açısından önemsiyorum ben bu kavramı.

Burak Sarı: Toplum, yeti farklılıklarına ve nöroçeşitliliklere nasıl bakıyor sizce?

A_normal_Norm: Genel geçer davranışları, algı şeklini ve ısrarla dayattıkları kalıp yargıları düşünürsek; hiç bakmasalardı daha iyi. Hepsi bizi ezbere biliyor bir kere. Çözümleri biliyorlar, sorunları biliyorlar, koşulları zaten daha iyi biliyorlar. Bize sormak, akıllarına bile gelmiyor. Ne zaman belli bir konuda ses çıkarsak, abuk sabuk bir inatla üzerimize geliyorlar. Tayin ediciliğin ve belirleme hakkının kendinde olduğunu varsayan çoğunluğun klasik halleri diyebiliriz. 

Burak Sarı: Nöroçeşitlilerin kendi farklılıklarını sahiplenmesi, toplumda nasıl yankı buldu?

A_normal_Norm: Bazı insanlar, tam nasıl yaklaşacaklarını bilmedikleri nöroçeşitli çocuklarına faydalı bilgiler edindikleri için merakla ve şevkle takip ediyor nöroçeşitlilerin anlatımlarını. Aynı zihin yapısına sahip, bir sürü ortak özelliği paylaşan benzer deneyimleri paylaşmış kişiler bilgi ve tecrübe paylaşımına başlamış oldu. Bir taraftan ortak zorluklara dair ipucu değiş-tokuşları var, bir taraftan makaleler paylaşılıyor. Öbür taraftan da toplum basıncı ve içselleştirilmiş damgalama, devamlı damgalanarak taciz edilme hallerine karşı güçlendirici ve hızla ilerleyen bir farkındalık süreci yaşıyoruz. “İletişim kuramaz” sanılan otistiklerin özellikle kendilerini ifade etmeye başlaması, basında ciddi bir merak konusu oldu. Bu konuya dair pek bilgisi olmayan hak savunucularının ve bazı uzmanların dikkatini çekti sanırım ve bu oldukça önemli. Merhaba Spektrum ekibi hem web sitesi çalışmaları yapıyor hem de Discord’ta sanırım otistiklere yönelik bir güvenli alan yarattılar. Bu somut çıktıların olması, arada bir yapılan kamuya açık bilgilendirici etkinlikler düzenlenmesi, bayağı verimli gidiyor ve takipçileri artıyor sanırım. Her şey güllük gülistanlık değil tabii ki. Ayrı kanallardan yürütülen çalışmaların etki alanı arttıkça, had aşan terslikte dışlayıcının ötesinde dışlayıcı tepkiler oluyor bazen. Bu, bana pek sekmiyor ama otistik arkadaşlarımın hedef gösterildiği oldu. Buna birçok kişi tanık oldu zaten. Bu da bize şu konuda ipucu veriyor aslında; etki alanı büyüdükçe, ön kesme argümanlarının nerelerden üretileceği, nereye kadar, kimlerin ne kadar çirkinleşebileceği belirginleşmiş oldu. Diğer engelli grupları, nöroçeşitlilerin yaklaşımını çok destekleyici şekilde karşıladılar gördüğüm kadarıyla. Hızla iletişim köprüleri kuruldu. Ortak çalışmalar, paslaşmalar var. Bu da demin bahsettiğim zorlayıcı ya da agresif iletişim durumlarında, güven ve moral kaynağı oluyor.

Burak Sarı: Sağlamcılık nedir?

A_normal_Norm: Sağlamcılık; tıpkı ırkçılık ve ayrımcılık gibi bir suç, nefret söylemi, şiddet, yoksulluk, ihmal üreten; insanlık suçlarına dek uzanabilen ayrımcılık türlerinden bir tanesi. İstihdam hakkı gaspı, şiddete karşı korumasız kılma ya da alttan alta hedef gösterme gibi; tanıdık diğer ayrımcılık pratikleriyle yürüyen bir realite benim için.

Burak Sarı: Sağlamcılığa karşı nasıl mücadele etmeliyiz?

A_normal_norm: Niyet ve kıymetli emeklerinden bağımsız olarak, ailelerin ve uzmanların başı çektiği sağlamcı yaklaşımlara dayanan söylemleri ayıklayamamış çok fazla çalışma var gördüğüm kadarıyla. Derneklerin sloganları, algıları, broşürleri; işçinin hakkını global sermayeden öğrenmeye çalışmaya benziyor. Birçok engellinin reddettiği “melek” gibi kelimeleri, dernek isminde kullananlar bile var. Sağlamcılıkla mücadelenin alt başlığı olarak, sağlamcı engelli dernekleri gibi absürt bir yere takılıyoruz sanki. Bunu nasıl aşarız bilemiyorum. Deneyim sahibi arkadaşlar bir yolunu buluyordur umarım. Hak odaklı bakan, farklı engellilik deneyimlerinden gelen kişilerin belirleyici olması gerekiyor. İşin öznesi biziz zaten. Birbirimizin ihtiyaç ve taleplerine dair bir bilememe halinde oluşumuz, bizde de sağlamcılık ortaya çıkarabiliyor. İmtiyazlarından vazgeçmek istemeyen bir kesim var ve sesimiz ulaşmıyor öbür tarafa maalesef. En kötü ihtimalle melek kanadı falan takarız. Kendi iç geyiklerimizden bile hızlı ve uygulanabilir eylem biçimleri çıkarabiliriz gibi geliyor bana. Dijital mecrayı kullanabiliriz.

Burak Sarı: Farklı alanlarda ötekileştirilenlerin birbirini anlaması ve ortak mücadele hakkında ne düşünüyorsunuz?

A_normal_Norm: Vallahi şu hayatta herkese bir “öteki” lazım. Nesneleştirilecek, gülünüp alay edilecek, her şeyin suçlusu ilan edilecek bir “öteki” lazım yurttaşa. Bu şahane, mükemmel bakış açısı, ülkenin ve dünyanın yaşam kültürü haline gelmiş vaziyette. Baskın olan çoğunluk davranışları da hep buralardan çalışıyor. Muazzam bir iletişimsizlik var gibi geliyor bana. Ama bu iletişimsizlik biraz da niyetsizlikten kaynaklanıyor gibi geliyor bana. Taleplerimiz benzer argümanlarla geçersizleştiriliyor. Birbirimizden daha fazla haberdar olmamız gerekiyor.

Burak Sarı: Bize vakit ayırdığınız için teşekkürler.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.