Toplam Okunma 0

Merhabalar değerli dostlar. Biliyorsunuz yine EEEH Dergi satırlarında “Görünmez Körlerin Kaderle İmtihanı” dizisinde dört yazı kaleme almıştım. Bu çalışmalarda bizi görünmez kılan toplumsal ve çevresel faktörlere değinmiştim. Kimi zaman rutinleri bozmama çabasının, bazen yanlış empatinin, aralarda kendi yanlışlarını dış nedenlere, başkalarının kusurlarını kişisel etkenlere bağlayan temel atıf hatalarının,  körleri nasıl görünmez kılabileceğinden bahsetmiştim. Dizinin son halkasında ise istihdam sonrası iş yerlerinde körleri görünmezliğe götüren aşamaların altını çizmiştim.

 

Tüm bu yazıların ortak noktası toplumsal ve çevresel faktörleri önceliyor oluşuydu. Peki, madalyonun o meşhur diğer tarafı? Yani bizim kendimizi görünmez kılmada hiç etkimiz yok mu?

 

Aslında “Kör Gibi Olmanın Dayanılmaz Hafifliği” ve” Bana Bozuk Bir Şeymişim Gibi Davranma” yazılarında adına “kanıksanmış sağlamcılık” denen ve kendimizi anormal, çoğunluğu normal ve sağlam görme örneklerine epeyce yer verdim. Ayrıca, Elif'in Haziran yazısı da, azınlıkta kalan her kitlenin kimlik gelişiminde benzer süreçleri yaşadığını gösterdi bizlere. Aşağı yukarı tüm EEEH Dergi yazarları da bu konulara kıyısından köşesinden değiniyor baktığımızda. Ama sanki bu kanıksanmış sağlamcılığı daha detaylı bir başlıkta, daha çok irdelemek kendimizi daha çok sorgulamak bakımından faydalı olacak gibi geliyor bana. Çünkü eğer bir çözüm arıyorsak görünmezlikten kurtulmak için; bunun, önce kendimizin farkında olmaktan geçtiğine inanıyorum. Ve size yeni bir yazı dizisiyle seslenmek istiyorum.

 

Her birimiz normal denen şeyin idealize edildiği bir çevrede büyüyoruz. Çoğunluğun sahip olduğu ve bizim de öyle olmamız beklenen belirli boy, kilo, zekâ, yaş, cinsiyet ve öğrenme şekilleri gibi standartları dayatan bir kuşak, beynimizi, boynumuzu, belimizi sıkıyor ve hepimiz fabrikadan çıkan ve arzu edilen tek tip ürünlere dönüşmek için didinip duruyoruz. Çünkü böyle yapmazsak ortaya çıkabilecek büyük bir sorundan endişe duyuyoruz: Yalnızlık. Herkes gibi olduğumuzda, daha çok kabullenilip daha az üzüleceğimize inanıyoruz.

 

Diğer taraftan sakat kitle için fabrikadan çıkan ürünler gibi olmak haliyle daha zorlaşıyor. Çünkü üretimi denetleyen doktorlar, uzman, eğitimci ve türlü başka adlar altında karşımıza çıkanlar, farklılıkları nedeniyle engelli olarak niteledikleri kitleyi hatalı üretim olarak damgalıyor ve önce hatayı türlü tedavi yöntemleriyle gidermeye çalışıyor, Gideremeyince de, kusurlu artıklar olarak diğer sağlamları da bozmaması için bir kenara ayırmayı tercih ediyor.

 

Buraya kadar bilindik hikâye. Esas soru bundan sonra bizi meşgul ediyor: Kusurlu olarak kenara ayrılan sakat kitle kendilerine yaşatılanlarla nasıl başa çıkmaya çalışıyor? Elif'in 40. Sayıdaki yazısı yanıtı açıklama noktasında bize çok yararlı ipuçları sağlıyor. Elif orada özetlediği makalede kendi kimliğini kabullenmeye giden beş aşamadan söz edildiğini aktarıyor ve çoğu kişinin bu aşamaları tamamlayamayacağı ya da geri dönüşler yaşayabileceğini söylemeyi de ihmal etmiyor. İşte ben bayrağı oradan alarak devam etmek istiyorum. Niçin bu aşamalardan herkes geçemiyor veya ne oluyor da, artık bu aşamaları geçmiş sandığımız bir kimsenin başa sardığını gözlemliyoruz?

 

Önce gelin bazı örneklerle nasıl hepimizin kendimizi görünmez yapabileceğimizi birlikte keşfedelim. Şahsımdan başlayayım söze. Bunları anlatıyor olmam, bireysel olarak yaşamadığımı göstermiyor çünkü. Hatta tam tersi, bizzat öz duygular ve deneyimler yazdırıyor bu satırları bana. İyi bir bilgisayar kullanıcısı olduğumu düşünürüm. Çoğu zaman gerek rehber öğretmenlikteki, gerek GETEM’deki iş hayatımda bilgisayarla ilgili sorularda bilirkişi olmuşluğum alışıldık bir durumdur. Buna rağmen dikkat ettim ki, kör olmayan birine bilgisayarda bir şey göstereceğim zaman, ekran okuyucuyu kapatıyorum veya o şeyi kendim yapmak yerine doğrudan bilgisayarı bu kişiye bırakıyorum. Çoğu zaman da, söylediğim ya da göstermek istediğim şeyi tam olarak ortaya koyamıyorum bu durumda. En sonunda yine klavyenin başına ben geçmek durumunda kalıyorum. Yine de benzer sahneleri sıkça yaşadığımı farkettim. Şimdi de soruyorum kendi kendime: Neden normalde yüksek performansla kullandığım halde başkası geldiğinde uzaklaşmayı tercih etmişim bilgisayardan? Olay yalnızca ekran okuyucunun internet gibi alanlarda görenlere verdiği sıkıntıdan mı ibaret, yoksa başka başka çekingenlikler de mi söz konusu? Öyleyse, aynı şeyi iPhone ile bir şey gösterirken niye yapıyor olabilirim zaman zaman? Örneğin bir Facebook gönderisi yazmamız gerekiyorsa bir toplantı ya da etkinlik öncesi, çoğu zaman iPhone cihazını kör olmayan birine verdiğimi düşündüm şimdi. Sonra da aslında Braille yazdığımda ondan çok daha hızlı yazabildiğimi anladım. O zaman nedir bu kendini görünmez kılma çabası?

 

İkinci örneğimi birçok kör arkadaşımda gözlemliyorum veya duyuyorum. Onlara baktığımda, normalde mutfakta harikalar yarattıkları halde, eve annesi, ablası ya da aileden kör olmayan biri geldiyse, bir anda mutfakta edilgen kaldıklarını görüyorum. Günlük hayatlarında buldukları yöntemlerle kolayca üstesinden geldikleri işleri yapmamayı tercih ediyorlar. Burada gören kişinin "Aman sen dur, ben iki dakikada yaparım" çıkışıyla zaten bir görünmez kılma çabası da var, ama kör kişiler de kendi mutfaklarında pek mücadele içinde olmuyorlar sanki. Bir yemek davetine gidiyorum, arkadaşım normalde çok güzel yemek yaptığı halde ve boş zamanı olmasına karşın, çekinip yemekleri yapması için annesinden, ablasından yardım isteyebiliyor mesela. Ne var ki bunda, herkes böyle yapıyor diye düşünmek çok doğal tabi ki. Ama gerçek neden bu mu? Bence hepimiz kendimize bir soralım ve düşünelim. Bir şeyleri, eksik, yavaş veya yetersiz yapma endişesi de kişinin kendini çekmesinde etkili olabilir mi?

 

Üçüncü sıkça rastladığım örnek, evlendikten sonra bağımsız hareketi azalan arkadaşlarla ilgili. Birkaç arkadaşımın sonunda tek başına dışarı çıkabilmesini, baston kullanımını geliştirmesini büyük bir keyifle izlemiştim. Sonra bu arkadaşlarımın bazıları kör olmayan kişilerle evlendi ve ilginç bir şey oldu. Ya baston kullanımları sıfırlandı, ya da çok azaldı. Nasılsa onları götürecek, hep yanlarında olacak biri vardı artık ve baston kullanmaya ihtiyaç yoktu belki de onlara göre. Ben de bir süre öncesine dek, kör olmayan bir arkadaşımla yürürken, bastonumu kapatıyordum. Bunu pek çok körün de yaptığını gözlemledim. Sebep ne olabilirdi? Baston kullanmak, yemek yapmak, bilgisayarı idare etmek yalnızca başka çaremiz olmadığında gerçekleşecek züğürt tesellileri miydi acaba?

 

Yazının başındaki ana noktaya ve ana soruya geri dönelim: Yaptıklarımızı, deneyimlerimizi, yetilerimizi, kazanımlarımızı, neyle kıyaslarsak önemsiyoruz? Yalnızca başka bir körle karşılaştırırken mi değerli geliyor bunlar? Yaptıklarımızın ve deneyimlerimizin, aynı şeyleri farklı yöntemlerle yapan kör olmayan kişilere kıyasla değeri ne olabilir? Körün bilgisayar, akıllı telefon kullanımı, yemek yapması, tek başına bir yere gitmesi, aynı şeyleri yapan kör olmayan birine kıyasla, hakikaten daha önemsiz geliyor olabilir mi gözümüze? Yoksa kör olarak kullandığımız yöntemler yalnızca körlerin arasından kurtulmak için oluşturduğumuz köprüyü geçene kadar mı yararlı bizim için? Yanıtlarımız “Hayır”sa, neden kendimizi geri çekip görünmez kılmayı tercih ediyoruz?

 

Sizi bu sorularla baş başa bırakarak sonlandırıyorum yazımı. Bir dahaki sayıda günlük kişisel örneklerin ötesine geçip, seçimlerde tek başına oy kullanmayı tercih etmeme, Braille yazısını mürekkep harflerle karşılaştırdığında çok değersiz görme gibi daha geneli ilgilendiren meseleleri tartışacağım. O zamana dek kendimiz olmak için görünür kalmamız dileğiyle.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.