Toplam Okunma 0

Bu ne biçim bir başlık, değil mi değerli okuyucular? Başlık mı formül mü belli değil... Vallahi haklısınız... Birbirleriyle ilgisiz olacağı düşünülen bir sürü şeyi bir formülmüş gibi önünüze öylece serdim. Serdim sermesine de; neden yaptım bunu? Bu şeylerin ne alakası var? Biliyor musunuz, aslında o kadar özetleyici bir başlık oldu ki, başlığımla gurur duyduğumu söylesem herhalde abartı olmaz.

 

Bu yazıyı, dergimizin yazarlarından Meral Sözen'in geçen ayki yazısından ilham alarak yazmaya başladım. Oidipus neden gözlerini kör etti? Gerçeği görmemek için. Daha doğrusu gerçeği göremediğinden kendisini cezalandırmak için. Kâhin neden kördü? Gerçekleri gördüğü için...

 

Eee, Köroğlu ve Prometheus da nereden çıktı peki? Lucifer neden eşitliğin sağında durmakta tek başına? Merak etmeyin dostlarım... Bu sorularınızın hepsine cevap bulacaksınız bu yazının sonunda.

 

Önce Köroğlu'dan başlayayım. O kadar tragedyanın yanında bizim destanlarımızdan birisinin durması ne kadar da iyi oldu. Bu destanın en sevdiğim destan olması kesinlikle konu dışı ama...

 

Köroğlu'nun babası... Aslında bizi şu an ilgilendirecek olan tek zat o. O ve Bolu Beyi. Adının baş harflerini büyük yazmak istemiyorum. O kadar tiksiniyorum kendisinden. O kadar kişiselleştirmişim ki destanı kendi içimde... Neden? Köroğlu'nun babasını kör ettiğinden mi? Hayır... Çocukluğumdan itibaren bu adamdan nefret ediyordum ve hiçbir zaman sebebim bu olmamıştı. Evet... Ben bile, kendimi bu konu hakkında sorguya çekerken "Yahu Eylem, sen de kör olduğundan mı bu adamcağıza bu kadar üzülüp bu Bolu Beyi alçağına bu kadar kızıyorsun," diye sormuştum da uzun bir muhakemeden sonra durumun böyle olmadığını itiraf edebilmiştim.

 

Neden? Gerçek... Bu yazıda anahtar kelime gerçek...

 

Birisinin gerçeği göremediğinden, sırf bu yüzden, başkasını, gerçeği görebilen ve iyi niyetle onu sunabilen bir başkasını, cezalandırması yüzünden... İşte bu yüzden nefret etmiştim Bolu Beyi'nden...

 

İşini çok iyi yapardı Köroğlu'nun babası. Bir at yetiştiricisiydi. En cins atları, en iyi şekilde yetiştirirdi. Bir gün Bolu Beyi, dillere destan bir (ya da üç) tay istedi. Bunun üzerine o, çok aradı taradı, kendi elleriyle harika ana-babadan, harika bir tayı doğurtup Bolu Beyi'ne sundu. Lakin tay çok çelimsiz görünüyordu. Sümüklüydü de. Burnuna bir fiske vursan ölecekti neredeyse.

 

Bolu Beyi bunu gördü. Adamına; işbilir, güvenilir adamına güvenmedi. Sadece kendi gözüne/görüşüne güvendi ve kararını verdi. Bu densiz adam kör müydü yahu! Şu sümüklü tayın halini nasıl oluyor da görmüyordu da kendisine getirebiliyordu utanmadan! Madem bu kadar kördü, gerçekten kör olması da en iyi cezaydı onun için.

Sonra o at Kırat, Köroğlu da Köroğlu oldu ve Bolu Beyi'nin belası oldular. Belki de trajik hatasının sonucuydular.

 

Peki Prometheus'la bu konunun ne alakası var? Ateşi tanrılardan çalan ve cezalandırılan Prometheus'la...

 

Ateş... Anahtar kelimeyle bağlantılı bir araç. Geceleri gerçeğin görünmesini sağlar. Yemeklerimiz onun sayesinde yenebilir olur. Demir, sayesinde işlenmiştir. Ateş işte yahu... Fazla uzatmaya gerek mi var?

 

Prometheus'un gözleri neden kör edilmemiştir de başka bir biçimde cezalandırılmıştır? Çünkü o gerçeği görmüş ve kullanmıştır. Bunu tanrılar bile reddedemez. Zaten adı da (önceden bilen) anlamına gelmektedir. Neden zincirlenip ciğeri ölümsüz bir kuş tarafından yeniyor bilmiyorum; ama konu bu değil...

 

Prometheus tarafından çalındığı an, insanlar ışığı ateşin göstergesi olarak bir kat daha yücelttiler. Aslında ateş gündüz güneşte, gece yıldızlarda ve ayda, fırtınalarda yıldırımlarda... vardı; ama insanların gözünde o sadece ışıktı. Bazen ateş olarak somutlanıyordu; ama ateş, onların zihinlerine ışık olarak aktarılmıştı. Neticede yıldızların ateşi onları ısıtmazdı. Güneşin ışığıyla ateş arasındaki bağ da o kadar güçlü bir şekilde kurulmamıştı zihinlerinde. Güneşin yaptığı fedakârlık, yani yanması, bir kütük gibi kendisini tüketmesi, insanın tasavvurunda yer alamamıştı bir türlü. Bilimsel keşifler sonrasında bile... Güncelleştirememişlerdi bu bilgiyi henüz.

 

Prometheus'un çaldığı ateş de yıllar sonra, ışık olarak aktarıldı. Yani sadece ateşin bir yan ürününe indirgendi. Uzaktan görmelerini sağlayan, yani uzaktan müdahaleyi kolaylaştırabilen bir şeydi ışık. Gerçeğin taşıyıcısıydı. Gerçeği, gözlere taşıyordu. Sonra da Prometheus, Lucifer oluverdi. Namı diğer Işık Taşıyıcısı. Tıpkı Prometheus'a olduğu gibi, o da tanrı tarafından lanetlendi...

 

Ateş ışık oldu. Neden olduğu gibi değerlendirilmedi de ışığa indirgendi?

Kâhinlerin gözleri kördü. Neden kâhinler sadece kör olarak betimleniyorlardı? Neden gerçek, ışığı görmek ya da görmemekle bir tutuluyordu? Ateşi görmeyen birisinin dokunduğunda yanması gibi, gerçeği uzaktan göremeyen bir insanın onunla geç karşılaşmasıyla yanacağı mı düşünülüyordu?

 

Peki ateş sıcak değil miydi aynı zamanda? Çıtırdamıyor muydu? Hissedilip dokunulamaz mıydı?

 

Evet... Gözle uzaktan, çok uzaktan görülebilir ve önlem alınabilirdi; ama çok önce alınan bir önlem zamanında alınan bir önlemle bir tutulabilir miydi?

Her şey zamanlama değil miydi?

 

Bu sorulara binlercesini ekleyebilirim. Ayrıca, beyinle ilgili keşiflerimiz sayesinde, ışıkla aktarılan şeylerin gerçeği yansıtamayacağını, görsel algı yanılmalarını söylememe gerek bile yok...

 

Velhasılı kelam, Lucifer, artık sana ihtiyaç kalmadı, Prometheus'u tekrar gönder ki, bize söylesin, körlük gerçeği görememek değildir. Dolayısıyla kâhin ya da hafız, gerçeği görebildiğine dair bizleri ikna edebilmesi için kör olarak bizden bir sertifika alamayacak, kör olan normal kişilerin de nasıl oluyorsa aynı nedenle, gerçeği göremeyecekleri iddia edilemeyecektir.

 

Ey Prometheus! Hoşgeldin. Aslında bilim insanlarının, ileri görüşlü devlet insanlarının içinde bize göz kırpmaktaydın. Seni Zeus'un oğlu Herakles kurtarmıştı; ama bizler tekrar zincirledik. Sense sadece bu ileri görüşlü, aslında ileri bilişli, insanlar sayesinde nefes alabiliyor, o ölümsüz kuşun ciğerini didiklemesinden kurtulabiliyorsun.

 

Seni görüyor ve selamlıyorum. 


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.