Toplam Okunma 0
İki kişinin birbirine sıkıca kenetlenmiş elleri.  Yeşilimsi-mavi tonlarda tek renkli bir arka plan önünde, açık ten rengine sahip iki kol yatay olarak uzanıyor. Kollardan biri sol taraftan, diğeri ise sağ taraftan kadraja giriyor. Ortada, bu iki kolun birbirinin bileğini veya ön kolunu sıkıca kavradığı görülüyor; bir elin parmakları diğer kolun etrafında kenetlenmiş durumda.

Merhaba, değerli okurlar. Nerede kaldığımızı hatırlayanlar kimler ?İlk yazımda sürecimin bir kısmını şöyle bir özet geçtikten sonra bazı detayları atladığımı fark ettim. Yazı dizisinin ilerleyişini bir ileri bir geri giden romanlar gibi yürütmeye karar verdim. Umarım okumaktan keyif alırsınız.

 

Bazı insanlar vardır, kendi süreçlerini tabulaştırır, herkesin sürecinin öyle olması gerektiğine inanır ve kendinden sonraki kişileri de ısrarla aynı şeye inanmaya zorlarlar. Sırf kendileri başaramadı diye başkalarının da başaramamasını isterler. Kendilerinin yapamadığı bir şeyi başkalarının yapabildiğini görmeye tahammülleri yoktur. Başkalarının yapamayışlarıyla yapılamıyor inancını destekleyerek kendilerini aklamayı çok severler. Aksi durumda kendi yetersizlikleri ortaya çıkacak diye çok korkarlar. İşe başladığım ilk günlerde böyle bir kör personelin günlerce süren bu çabasına maruz kaldım. Bana çok şiddetli bir ısrarla, “Burada körleri santrale veriyorlar. Hiç boşuna uğraşma. Sen de santralde çalışmak zorunda kalacaksın” Deyip duruyordu. Kısa bir süre onunla aynı binada çalıştıktan sonra ulaşım şartları sebebiyle yer değiştirmem gerekti. O kadar ilginç bir şey oldu ki, üşenmemiş benim ne yaptığımı takip etmiş. Şahsi numaramı kendisine vermemiştim. Santralde çalışmaya başladığımın ertesi günü bulunduğum yere telefon açtı. “Bak ben sana santralden başka çıkışın yok, dememiş miydim? Santrale vermişler işte hayırlı olsun” Deyip kapattı telefonu. 

 

Öyle söylemişti ve o günün şartlarında dediği gibi olmuştu. O öyle söylediği için mi öyle olmuştu? Ya da dediği gibi oldu diye arayıp bunu bir daha vurguladığında eline ne geçecekti? Hâlâ düşündükçe şaşırdığım, o zamanlar sinirimi bozardı, neyse ki güldüğüm bir anı olarak zihnimde yer tuttu bu olay.

 

Merve beni aradığında yedi yıllık memurdum. Ona kurumda ne yapılabileceğine dair fikir vermem gerekiyordu. Nasıl yönlendireceğim konusunda tereddütlerim vardı ama bildiğim bir şey vardı, yukarda anlattığım kişi gibi davranmayacaktım. “Bana, ‘Yapamazsın’ diyen çok kişi oldu. Sana, ‘Başardım’ demeyi çok isterdim. Bugüne kadar başaramadım. Ama ‘Yapamazsın’ demek benim haddim değil. İnşallah sen öncü olursun” Dedim. Telefonu kapattıktan sonra onun için o kadar çok dua ettim ki, başarsın istedim. Yeter ki başarsın da dedim, içten içe başarısızlığını bekleyen biri olmayacağım. Eğer sistemde çalışabilirse benim üstesinden gelemediğim şeyi nasıl o yapar diye kıskanan kişi olmayacağım. Yanında olacağım. Taktir edip arkasından gideceğim. Hiç olmazsa dedim, başaramazsa ben demiştim diyen, ya da başarırsa yanılan kişi olmayacağım.

 

Sonuç ne olursa olsun, nerede durduğumuzu biz seçeriz. Ne olursa olsun dedim, bu hikayenin olumsuza iten taraflarından biri olmayacağım. Kendi atanma ve işi öğrenme yolculuğum hariç, sürecin bizim lehimize ilerlemesi konusunda büyük bir katkım var diyemem. Ama hiç olmazsa köstek olmadığımı düşünürsek, dönüp baktığımda olaylardaki rolümden memnunum ve kendimden razıyım.

 

Biraz kişisel gelişim kitaplarından fırlamış gibi bir yazı oldu bu sefer. Kendi hikayemin önemli bir parçası olarak gördüğüm için burayı uzun tuttum açıkçası. Birbirimizi doğru motive edebilmek adına ilham olabilmeyi dileyerek bu ayki satırlarımı sonlandırıyorum. 

 

Merve neler yaptı da kuruma sistem bilgisayarında çalışmayı kabul ettirebildi peki? O da bir sonraki yazımın konusu olsun.


Sesli Dinle

Yorumlar

Bu yazı için henüz yorum yok.