Merhaba değerli okurlar. Bu yazı dizisinde sizlere yeteneklerimiz doğrultusunda çalışmayı istemek, konfor alanından çıkmayı başarmak gibi konular etrafında kendi iş hayatımı, santralden çıkış hikayemi anlatmak istiyorum.
Ben İstanbul üniversitesi İngilizce iktisat mezunuyum. Atama sürecinde kurum tercihi yaparken baktığım tek şey mezuniyetime uygun bir alanda çalıştırılabilme umuduydu. Umudu diyorum çünkü ne yazık ki hala çoğu kamu kurumunda yeti farkı bulunan kişiler niteliklerine göre değil, toplum tarafından üzerlerine yapıştırılan sağlamcı etiketlere göre çalıştırılıyor.
Bu cümleyi yazmak bana yıllar önce engelli sınavlarının ilk ortaya çıktığı dönemde aile ve sosyal politikalar bakanının yaptığı açıklamayı çağrıştırdı. ““Görme engelli kardeşlerimizin kulakları sağlam, onların kulaklarından yararlanacağız; zihinsel engelli kardeşlerimizin eli ayağı sağlam, onların da ellerinden yararlanacağız.” Diye alıntı yapsam hatırlarsınız belki. Bu yaklaşım gerçekte ne söylenmek istendiğini anlamayan birinin gözünden çok iyi niyetli görünebilir. Ama burada bireysel farklılıkların nasıl yok sayıldığını, kişilerin sınıflara kategorilere ayrılmaya nasıl zorlandığını fark etmemiz lazım. Resim çizme yeteneği olmayan bir grup insana “siz resim çizemiyorsunuz madem, haydi hep beraber şarkı söyleyin bakalım.” Denilse ne kadar anlamsız olurdu mesela. Yukarıdaki açıklamanın da vardığı yer tam olarak bu.
Kimliğimizin eşit parçaları oldukları halde, özellikle de iş yaşamında, yeti farklarımız niteliklerimizin önüne geçiyor. Birey olduğumuz görülmüyor. Öyle ki ben burada kendi çalışma koşullarımdaki değişikliği anlatırken diğer yandan bugün santralde kalmak isteyen kör arkadaşlarım hakkında da daha farklı işler yapmak mümkünken bunu tercih ederek suç işliyorlarmış gibi düşünülebiliyor. Ben her iki durumun da birbirine eşit ve sıradan insan halleri olduğuna inanarak bu yola çıktım. Sekiz yıllık çalışma hayatımın son bir yılını sistem bilgisayarında çalışarak geçirdim. Şimdi beni buna yönelten itici gücü ve sonrasını paylaşmak üzere buradayım.
Benimle benzer bölümlerden mezun olan birçok arkadaşımın atanmayı hayal ettiği bir kurumdu maliye. Bu nedenle acaba başka körler burada ne yapmış diye dönüp bakmadan ilk tercihim burası oldu ve 2017 yılında kuruma atandım. Tercihimin sonucu olarak ilk karşılaştığım şey tabi ki “burada senin arkadaşların santralde çalışıyor.” Genellemesiydi. Cümle tam olarak böyle kuruldu hiç unutmuyorum. Kimdi benim arkadaşlarım? Aynı sırada dirsek çürüttüğüm beraber güldüğüm ağladığım sınavlara beraber çalıştığım yaşıtlarımdan bahsetmedikleri çok açıktı. Gerçekten o dönemde bu derece beraber yıllar geçirdiğim üniversite arkadaşlarımın arasından aynı yere atanan, sıradan bir çalışma hayatına basitçe adım atabilecek bir arkadaşım da vardı oysa.
Başta ben santral istemiyorum diyerek bir süre dirensem de nasıl mücadele edeceğimi bilmemem sonucu 15 günlük bekleyişin ardından kuzu kuzu santrale gitmek zorunda kaldım. Hatırları kalmasın bari dedim arkadaşların dedikleri körlerin bazılarıyla zaman içerisinde güzel bağlar da kurdum. İyi ki de kurmuşum. Aynı yeti farkına sahip olduğunuz için değil, enerjimiz tuttuğu için.
Toplumca normal kabul edilen, benim o yıllarda yaşadığım şeyleri yaşayan başka birinin bir de nitelikleri doğrultusunda çalıştırılmak gibi bir uğraşı olması gerekmezdi muhtemelen. Yaşadığımız şeylerin çözümü uğruna yapmak zorunda olduklarımız da hayatımızın doğalından çalan şeyler ve bazen hayat akışı içerisinde bu mücadeleye hemen sıra gelmeyebiliyor.
İşe başladığımda bir yandan kızımın doğumu için gün sayıyordum. O süreçte herhangi bir hak mücadelesine girebilecek güçte değildim. Doğum sonrası ücretsiz izne ayrıldım, geri döndükten kısa süre sonra başka ailevi sorunlarla uğraşmak zorunda kaldım derken, biraz da nasıl bir yol izleyeceğimi bilmeyişim devreye girince, mücadelenin yükünü taşıyamadım, farkında olmadan ideallerimi rafa kaldırmış oldum.
2023 ortalarıydı, kuruma atanan siyasal bilgiler bölümü mezunu birinin benimle konuşmak istediğini öğrendim bir aracı vasıtasıyla. Daha konuşmadan içimin burulduğunu hatırlıyorum. Ne söyleyecektim ki ona? Santralden başka yolun yok mu diyecektim? Bana öyle demişlerdi ve dedikleri gibi de olmuştu çünkü. Telefondaki sesten aldığım enerji, anlattığı hikaye, amacı benimkinin bire bir aynısıydı. O kişi bugün benim de dahil olduğum bir grup körün sistemde çalışması için mücadele etmiş, hepimize ön ayak olmuş, yol açmış ve bize de o yolu göstermiş olan Merve Karagöz. Bu sürecin öncüsü olduğu için kendisine ne kadar teşekkür etsem az geliyor. İleriki aylarda okunmaya değer hikayesini bu yazı dizisinin bir bölümü olarak paylaşma niyetindeyim. Bir sonraki bölümde onunla yaptığım ilk konuşmayı ve sonrasında yaşadıklarımı aktaracağım. Benden şimdilik bu kadar. Devamı bir sonraki sayıda.