Merhaba dostlar, uzun bir aradan sonra sizlerle yeniden birlikte olmanın heyecanını yaşıyorum. Biliyorsunuz, Şubat sayısında kısa bir “Hoşça kalın” demiştim sizlere. Mart ayında ise küçük prensim geldi dünyama… Onunla yaşadığım birçok deneyim ayrı ayrı yazıların konusu olacak. Ancak, ben bugün sizlere prensimin bana gelme sürecinde yaşadıklarımı anlatmak istiyorum.
Sağlık sorunlarım nedeni ile oğlum sezaryenle dünyaya geldi. Operasyon sabahı bir heyecanla hastaneye gittik. Kafamda bin bir deli soruyla ameliyata hazırlandım. Odama gelen hemşire ki adını sormayı unuttuğum için hala üzülüyorum; zira buradan kendisine bir teşekkür yazmak isterdim. Ameliyat kıyafetini getirdiğinde; kıyafetin nasıl olduğunu betimledi ve nasıl giymem gerektiğini anlattı. Ardından, koluma damar yolu açacağını istersem bununla ilgili de bilgi verebileceğini söyledi. Kardeşim doktor olduğundan ve damar yolu açılma işlemini bildiğimden teşekkür ettim.
Hazırlıklar tamamlandı ve ameliyathaneye indim. Orada Rümeysa adında bir teknisyen, bir anestezist ve kendi doktorum beni karşıladılar. Götürüldüğüm sedyeden ameliyat yatağına geçerken, hiç kimse kollarımdan tutup sürüklemedi. Sadece nasıl yapacağımı anlattılar ve geçme aşamasını bana bıraktılar.
Anestezi tekniği üzerinde anlaşmamıştık. Genel ya da lokal olacaktı. Bunu konuşurken doktorum Sayın Aysun Karabulut, Rümeysa Hanım ve anestezi uzmanı bana hem genel hem lokal anestezinin nasıl olacağı ve uyuşukluğumun ne kadar süreceği konusunda çok ayrıntılı bilgi verdiler. Ben operasyonun her aşamasını hatırlamak istediğimden ve prensim doğar doğmaz öpüp koklamayı hayal ettiğimden; lokal anesteziyi tercih ettim. Bu aşamada anestezist sırtıma dokunarak, “Bu noktaya saç telin kalınlığında bir iğne yapacağım ve yavaş yavaş belinden aşağısını hissetmeyeceksin” şeklinde operasyonu anlatarak, istersem yapacağı iğneyi de gösterebileceğini söyledi.
Anestezi işlemi yapıldıktan sonra ameliyat masasına uzanmam söylendi. Bu aşamada tarif edildi ve dendi ki “Başının geleceği yerde yarım yuvarlak şeklinde bir boşluk var. Arkaya doğru uzanıyorsun ve başını o boşluğa yerleştiriyorsun.” Yani yine omuzlarımdan tutulup karga tulumba yatırılmadım ve yatış aşaması da bana bırakıldı.
Parmağıma bir aparat takıldı ve kanımdaki oksijen değerini ölçeceği söylendi. Diğer koluma takılan aletin ise düzenli olarak tansiyon ölçümü yapacağı anlatıldı. Birtakım sesler duymaya başlayınca sordum ve bunların oksijen ölçüm cihazından geldiği detaylıca anlatıldı.
İşlem başladıktan sonra her aşama, Rümeysa Hanım tarafından tek tek söylendi. Oğluşum doğduğunda ki anne olanlar bilir; o ilk sesi duyduğunuz andan itibaren artık dünya başka türlü dönmeye başlar ve kendinizi unutursunuz. Bebeğime yapılan tüm işlemler yine Rümeysa Hanım tarafından anlatıldı. Sonra doktorum, bebeğimin yukarı çıkarılmadan önce yanıma getirilmesini; benim bebeğimi göremediğim için, iyi olduğundan emin olmam için koklayıp öpmemin sağlanmasını istedi ve prensimi yanıma getirdiler. İşte o an dünyanın durduğu; nefes almanın unutulduğu, duyguların şelaleleştiği bir an… bana bu anı yaşattığı için doktorum Aysun Karabulut’a ve tüm ameliyat ekibine tekrar teşekkür ederim.
Prensim doğduktan sonraki aşamalarda da ameliyat sürecim hakkında sürekli bilgilendirildim. Bu noktada da özellikle Rümeysa Hanım’a ayrıca ve sonsuz teşekkür ederim.
Biliyorum şimdi bana “Olması gereken bu” diyeceksiniz. Evet, olması gereken bu ama hiçbir hastanede bu muameleyle karşılaşmıyoruz. Her işlem, biz yokmuşuz gibi yakınlarımıza anlatılıyor, soruluyor ve paldır küldür uygulanıyor. Her zaman yaşadığımız tatsızlıkları değil, bir de yaşadığımız güzellikleri paylaşmak adına yazmak istedim bu yazıyı. Umarım bundan sonra gittiğimiz her hastanede aynı muamelelerle karşılaşır, erişilebilirliğin tadını doya doya çıkarırız.